17.09.2012 - 12:04 | Son Güncellenme:
Bilal Refref (19) İstanbul Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği öğrencisi. Niğde’den gelmiş İstanbul’a. Niğde’de yaşamı genelde tarlada geçermiş. Şu an Tahtakale’de yaşıyor. Semtle ilgili bir adaptasyon sorunu yaşamamış çünkü geldiği yerden bir farkı yokmuş. Fakat sosyal hayatta zorluk çeken Refref yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “İnsanlar filmlerden, kitaplardan, tiyatrodan söz ediyorlardı ama benim yaşadığım yerde en fazla düğünlerde Ankaralı Namık çalıyordu. İlk sene okula gitmedim kendimi belirli bir seviyeye ulaştırmam gerektiğine inandım. Yıl boyunca 100 kitap okudum, 400 film ve onlarca oyun izledim. Benim büyüdüğüm yerlerde insana değer verirlerdi. Fakat şehirde böyle değil. Yaşadığım yer varoş, okulum Avcılar merkezde ve insanların bakış açıları çok farklı. Mahallede kitap okuduğumu söyleyince dalga geçenler oluyor.” Refref en çok maddi açıdan zorlanmış ve İstanbul’a geldiği günden beri çalışmak zorunda kalmış. Tekstilden kasiyerliğe onlarca işte çalışmış. Kafasında maddi anlamda kaygı varmış sürekli.
Betül Kaplan (22) Konya’da Selçuk Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde Gıda Mühendisliği okuyor. Ankara’dan geçiş yapmış. Hazırlık okurken şehre adapte olduğunu belirten Kaplan’ın ilk zamanları şehri tanımakla geçmiş. Beklentisi yüksek olmadığı için uyum sağlamakta zorlanmamış. Ama Konya’nın insanlarını sevmemiş ilk senelerde. Düşünce yapılarıyla sorun yaşamış. Fakat Konyalı arkadaşlarının aileleriyle tanıştıkça bu önyargıyı aşmış. En çok aradığı şey ulaşım olmuş. Şehirde ulaşım, dolmuş, otobüs ve tramvayla sağlanıyormuş. Fakat hızı İstiklal’deki tramvay gibiymiş. Her yerde bulunabilecek fast food restoranlarının şubesini bulamıyormuş ama buna da alışmış. Konyalılar’ın öğrencileri pek sevmediğini belirten Kaplan, bunun nedeninin de öğrencilerin şehri değiştirdiğini düşünmeleri olduğunu söylüyor: “Esnaf hep kazıklamaya çalışır öğrenciyi, nerden para koparsak kâr diye düşünürler. Uyanık olmak lazım.”
Burcu Çömlek, Ege Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi İktisat Bölümü son sınıf öğrencisi. Mersin’den gitmiş İzmir’e. Çömlek, devlet yurdunda kalmış ilk olarak. Kendine ait bir odası varken aynı katı, 59 kişiyle paylaşıyormuş. Işık açık ve sessiz bir ortamda uyumaya alışıkmış oysa. Şimdi ışığı açmak bir yana ses çıkarmak bile suçmuş. Yurda bir türlü alışamamış. Sürekli kavga eden kızlar, sabahları günaydın demenin bile tuhaf karşılanması ve yalnız yenen yemekler...Çömlek, “Her üniversiteye giden öğrenci gibi çıkmıştım evden. Bayramlarda bile gelmeyeceğim eve demiştim aileme. Klasik bıkmış, usanmış tripleri işte. Ama valizi toplayıp yurda geçtikten 5 gün sonra eve geri dönmüştüm. Ailenin yanından ilk defa ayrılmanın verdiği ürkeklik vardı. Sonra hayatın boyunca hiç görmediğin kadar özlem vardı. Uzun süre hep ağladım. Her defasında sebebim vardı. 14 saatlik yolu (ailemin yanına Mersin’e) hiç üşenmeden 3 haftada bir giderdim. ”Çömlek şehire de alışamadığını çünkü bu şehrin çok rahat olduğunu söylüyor: “Bir arkadaşınla buluşmak istediğinde 1 saat seni bekletip sonra hiçbir şey olmamış gibi devam ediyorduk planlandığı gibi hareket etmeye. Ya da hiç aramadan gelmeyebilirdi.”Yurda ve şehre bir türlü adapte olamayan Çömlek insanlardan uzaklaşmaya başlamış ve sonunda gittikleri doktorda kendisine ağır depresyon, panikatak başlangıcı teşhisi konumuş ve ilaç tedavisi görmüş. Sonrasında okulda ilgi alanındaki topluluk üyelikleri ile kendine gelmeye başlamış. Pandomimle hayata dönmüş. Kabiliyeti var mı Çömlek de bilmiyor, ama ona çok şey katmış. Herkesin karşısında dimdik durabilmeyi öğrenmiş.
S.A, Celal Bayar Üniversitesi Muhasebe Bölümü’nde okumak için İstanbul’dan Manisa’ya gitmiş. İstanbul’un kalabalığına, hareketliliğine alışmış biri olarak Manisa’da ne yapacağını bilememiş. Ne bir sinema ne de gezilebilecek bir alışveriş merkezi varmış. Bunları sayıp sınıfta ya da odada isyan edince diğerleri rahatsız olmuş, fısıldaşmalar başlamış. Anlamadığı ve meslek olarak yapmak istemeyeceği bir bölümü zorla sevmeye çalışmış. Finallerin başladığı gün pes edip ailesine telefon açmış, döneceğini söylemiş. Herkes sınav için okula giderken S.A. eşyalarını toplamış ve eve dönmüş. Sadece 4 ay süren macerası pek renkli geçmemiş ama büyümesini ve doğru ya da yanlış karar verebilme özgürlüğüne sahip olmasını sağlamış.
Anıl Nazım Çebi (23) Eskişehir’de Anadolu Üniversitesi İletişim Bilimleri Fakültesi Halkla İlişkiler ve Reklamcılık 4. sınıf öğrencisi. Eskişehir’e Karabük’ten gelmiş. Eskişehir’de yaşamaya başladığında öğrencilerin, iki şehir arasında ne kadar büyük bir fark yaratabileceğini görmüş. Çebi, farkı şöyle anlatıyor: “Eskişehir öğrencilerin egemenliğinde olan bir şehir, halkın muhafazakarlık oranı Karabük’e oranla çok çok düşük, üniversite gençliği sahiplenilmiş ve destekleniyor.” İlk yıllarında yaşadığı en büyük sorun öğrenci evlerinin yoğunlaştığı noktalarda yaşanan hırsızlık olayları, havanın aşırı soğuk oluşu ve hava kuvvetlerinin eğitim uçuşlarının yarattığı aşırı ses olmuş. Bunun dışında ev tutmaya karar verdiklerinde emlakçı tarafından da dolandırılmışlar.
Kariyer ve iletişim eğitmeni Nur Erdem Özeren, üniversite ve şehir seçiminde, aileyle ilişkilerin bozulması nedeniyle gencin ailenin yanından kaçmak istemesi şeklinde olduğunu söylüyor.Küçük şehirde yaşayan gençler için, televizyonda gördükleri büyükşehir hayatı çok çekici geliyor. İstanbul, Ankara, İzmir öncelikli tercihler. Fakat öğrenci şehri olarak da bilinen Eskişehir ve Bursa da çok tercih ediliyor. Özeren: “Büyük şehri niye istiyorsunuz diye gençlere sorsanız, sosyal hayatı derler. Ancak büyük şehre gelince de, ne sinemaya ne tiyatroya giderler. Onların sosyal hayattan kastı, kafe ve bar. Özellikle küçük şehirlerde yaşayan öğrenciler, büyük şehirlerdekiler kadar özgür ortamlarda yetişmiyor.” Kimsenin birbirini tanımadığı ve yaptıklarının birileri tarafından konuşulmadığı bir yaşam onlar için özgürlük demek. Ama özgürlüğün harçlık bitince aileyi aradıkları anda bittiğinin farkında değiller.Küçük şehirlerden büyük şehirlere gitme konusunda büyük istek varken büyük şehirden küçük şehirlere eskisi kadar geçiş olmuyor. Bunun en büyük nedeni özel üniversiteler. Büyük şehirlerdeki vakıf üniversitelerinin yüzde 25-50 gibi burs imkanları sunması küçük şehirlere gidişi engelliyor. Aileler, oradaki yurda, yeme-içmeye para ödeyeceklerine (ve çocuklarını başka bir şehre göndereceklerine) kendi şehirlerindeki özel bir üniversiteye para vermeyi tercih ediyor.
- Üniversitenin sosyal imkanlarından faydalanın.- Sizden önce gelenlerden, üst sınıflardan, o şehirdeki tanıdıklarınızdan bilgi alın, yardım isteyin.- Gittiğiniz şehri, sokakları tanımaya çalışın.- Okullar açıldığında mümkün olduğu kadar çok etkinliğe gidin, çevrenizi genişletin.- Üniversitenin sosyal kulüplerine katılın.- Önce şehir ve üniversiteleri değil, yapacağınız mesleği, bölümü seçin. Hedefiniz uğruna gerekirse Türkiye’nin en uzak köşesine kadar gidin.- Gittiğiniz şehrin tüm sosyal imkanlarından yararlanın. Mümkünse eğitimini aldığınız alanda yarı zamanlı gerekirse hiç para almadan çalışın.- Büyük şehirden gidiyorsanız büyük şehirden tamamen kopmayın. Mümkünse büyük şehrin imkanlarını küçük şehre taşımaya çalışın, örneğin oradaki bağlantılı olduğunuz kişileri konferanslara davet edin.- Küçük şehrin, okuyacağınız bölümle ilgili gelişmiş olmasına dikkat edin. Örneğin Kayseri, Gaziantep, Kocaeli gibi sanayisi gelişmiş büyük şehirlerle, Karabük, Tekirdağ gibi şehirlerin mühendislik fakültelerini tercih edebilirsiniz.- Büyük şehre gidecekseniz, şehrin yaşam koşulları ve maliyet analizini çok iyi yapın. Ailelerin ailece bir ayda harcadıkları para, büyük şehirde öğrencinin tek başına iki haftalık maliyeti olabiliyor.-Gençler için büyük şehir, çalışma imkanlarının da daha fazla olması demek, yani kendilerini okurken çalışmaya hazırlasınlar.Zeynep Mengi / Hürriyet İK