Gündem 42 yıldır karanlıkta kalan katliam

42 yıldır karanlıkta kalan katliam

16.03.2020 - 07:00 | Son Güncellenme:

Takvimler 16 Mart 1978’i gösterdiğinde İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan bir grup öğrencinin üzerinde Eczacılık Fakültesi önünde bombalı ve silahlı saldırı gerçekleştirildi. Olayda 7 öğrenci yaşamını yitirirken, 41 öğrenci de yaralandı. Katliamın üzerindeki kara perde ise aradan geçen 42 yıllık süreye rağmen halen tam olarak aydınlatılmış değil.

42 yıldır karanlıkta kalan katliam

Türkiye, 12 Eylül’e giden süreçte birçok katliam ve faili meçhul cinayetle sarsıldı. 1 Mayıs 1977’de Taksim Meydanı’nda yaşanan katliamın ardından ülke geneline yayılan sağ-sol çatışmaları adeta çığırından çıktı. Takvimler 16 Mart 1978’i gösterdiğinde İstanbul Üniversitesi merkez binasından çıkan bir grup öğrencinin üzerinde Eczacılık Fakültesi önünde bombalı ve silahlı saldırı gerçekleştirildi. Olayda 7 öğrenci yaşamını yitirirken, 41 öğrenci de yaralandı. Yakın tarihin karanlık sayfalarına kazınan katliamda TİP üyesi Abdullah Şimşek, Hamit Akıl, İGD üyesi öğrenciler Baki Ekiz, Murat Kurt, Turan Ören, TİKP’li Cemil Sönmez ile Dev-Genç üyesi Hatice Özen yaşamını yitirdi. Bu katliamın üzerindeki kara perde ise aradan geçen 42 yıllık süreye rağmen halen tam olarak aydınlatılmış değil.

Haberin Devamı

İstanbul Üniversitesi’nde sonradan dikkat çekecek bir değişiklik yaşanıyordu. Sağ-sol çatışmalarının doruğa çıktığı günlerdi ve öğrenci gruplar polis gözetiminde okuldan çıkartılıyordu. 16 Mart günü kapıda bekleyen polisler farklı görevlere yollandığından, yeni ekip gelmişti. Ekibin başında ise Dink cinayetinde Trabzon Emniyet Müdürü olan Reşat Altay bulunuyordu. Saat 13.45’de bir grup solcu öğrenci, üniversitenin ana kapısından çıkarken, karşılarında, ‘Beyazıt Komünistlere mezar olacak’ sloganı atan Ülkücü öğrencileri bulmuştu. Görevli polisler slogan atan öğrencilere yöneldiği sırada, solcu öğrencilerin üzerine bomba atıldı. Esmer, kısa boylu saldırgan kaçmaya başlarken, öğrencilerin üzerine Beyazıt Kütüphanesi önünden otomatik silahlarla ateş açıldı. Polisler, saldırganları yakalamak için harekete geçtiğinde, arkalarından bir ses; ‘Geri dönün’ diye bağırıyor, polisler kaçan saldırganların peşine düşmekten vazgeçiyordu.

Haberin Devamı

Geri dönün

O gün geri dönen polislerden biri Yahya Gergin’di. Yıllar sonra yaptığı açıklamada, 30-40 polisin görev yaptığı üniversite kapısında saldırı günü sadece 9 polisin görevlendirildiğini söyleyecekti. Gergin, failleri kovalamak için harekete geçtiklerinde kendilerine ‘Geri dönün’ diye bağıran amirin de Reşat Altay olduğunu açıklamıştı. Birkaç gün sonra bomba atan kişinin Zülküf İsot olduğu anlaşıldı. İsot saldırıyı ablasına itiraf ederken, teslim olup her şeyi anlatacağını söylemişti. Katlettiği öğrencilerin cenaze töreninde yer aldığı görüntülerden anlaşılan İsot, sağ görüşlü öğrenci Latif Aktı tarafından öldürüldü. Cinayetin ardından yakalanan Latif Aktı, 8 yıl hapis cezası alırken, itirafçı Ali Yurtaslan ise bombayı dönemin Ülkü Ocakları 2. başkanı Abdullah Çatlı’nın temin ettiğini itiraf etti. Katliamın ardından 50 bin öğrenci üniversiteyi işgal ederken, bir sonraki gün DİSK 2 günlük, 2 saat iş bırakma eylemi kararı aldı.

Katliamın ardından birçok iddia gündeme geldi. Hukuk Fakültesi’ndeki Ülkücü öğrencilerin içine sızan öğrenci kılığındaki bir MİT elemanının, saldırıdan bir hafta önce İstanbul Emniyeti’ne bilgi notu geçtiği, bu notta sağ görüşlü öğrencilerin 10 gün içinde solcu öğrencilerin üzerine bomba atıp, silahlı tarayacağı bilgisini paylaştığı öne sürülüyordu. Katliamın ardından Şükrü Balcı ve Süreyya San’ın aralarında bulunduğu polis şefleri görevlerinde kayıtsız kalmakla, Reşat Altay ise saldırıya uğrayan öğrencileri dağılma noktasına kadar koruma altında tutması gerekirken üniversite kapısında terk etmekle suçlandılar. Ancak İzmit 1. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görevi ihmalden yargılanan kişiler, delil yetersizliğinden beraat etti. Verilen tek ceza polis başmüfettişlerinin önerdiği, disiplin cezası niteliğindeki ‘ihtar’ cezası olmuştu.

Haberin Devamı

42 yıldır karanlıkta kalan katliam

Saldırı günü Hukuk Fakültesi öğrencisi olan avukat Cem Alptekin, 1988’de davayı tekrar gündeme getirdi. Yaşamını yitiren öğrencilerin avukatlarından biri de Emcet Olcayto’ydu. Dosya, 2008’de zaman aşımı gerekçesiyle kapatıldı. 20 Ekim 2008 tarihinde İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından ‘zaman aşımı’ kararı Yargıtay tarafından da onandı. Zaman aşımından sonra 16 Mart katliamına ilişkin yeni iddialar ortaya çıkmaya devam etti. Katliamda kullanılan bombanın Abdullah Çatlı tarafından bir yüzbaşıdan alındığı, bombacıların bir minibüsle olay yerine geldiği, minibüste Mustafa Doğan isimli polisin olduğu ve bu kişinin sonrasında Almanya’ya kaçtığı öne sürülüyordu. 7 öğrencinin yaşamını yitirdiği saldırıya ilişkin 17 kişinin yargılandığı davada sadece Sıddık Polat isimli kişi 11 yıl ceza aldı ancak Polat’ın cezası Askeri Yargıtay tarafından bozulunca beraat etti.

Haberin Devamı

‘Kan ve barut kokuyordu’

Olay yerine gelen devrimci öğrencilerden Bülent Aydın şunları söyleyecekti:  “Bir süre sonra kanlı meydana çıktık. Bizi patlama yerine yaklaştırmadılar. Üniversite kapısı önündeki alan hala kan ve barut kokuyordu. Herkes başka bir tarafa koşuşturuyordu. Aksaray, Beyazıt tarafındaki arkadaşlar arka yoldan olay yerine gitti. Birkaçımız haberleşmek için yurda döndük. Mecbur kalmadıkça oradan geçmem. Katliama tepki olarak Merkez Bina işgal edilecek, gece okulda kalınacaktı. İstanbul’daki tüm okullarda ‘boykot’ kararı alındı. O gece forumlar, marşlar ve sloganlarla sabahladık. Ertesi günü cenaze töreninin hazırlıkları tamamlandı. 17 Mart 1978 Cuma günü öğlene doğru üniversitenin kapısından o gece hazırladığımız saldırıda ölen arkadaşlarımızın isimleri ve resimlerini taşıyan pankartlarla yaklaşık 40 bin kişilik bir kortejle yürüdük Bu katliam da nicesi gibi karanlık kaldı. Yapanlar ve yaptıranlar devletin uzantısıydı. Bulunamadılar, cezalandırılmadılar. Sonradan yeniden görülen 16 Mart davası duruşmalarına ben de katıldım fırsat buldukça. Katliamda sağ kalan arkadaşlarımız avukat olarak takip ediyordu davayı. Her şey devletin kara kaplı defterinde yazılıydı.”

Haberin Devamı

Katliamında büyük ihmali olduğu öne sürülen polis şefi Reşat Altay’ın adı Nisan 1992 tarihinde İstanbul Çiftehavuzlar’da tespit edilen bir örgüt evine düzenlenen baskınla yeniden gündeme gelmişti. 3 Dev-Sol militanı, sağ yakalama ihtimaline rağmen operasyonda öldürüldü. Baskın yapan ekipte, İbrahim Şahin, Ayhan Çarkın’la birlikte, Reşat Altay da bulunuyordu. Baskının yargısız infaz olduğu gerekçe gösterilerek 22 polis hakkında ‘kasten adam öldürmek’ suçlamasıyla dava açılsa da mahkeme tarafından, ‘Zor kullanma yetkilerini kullanmışlardır’ denilerek beraat kararı çıkmıştı. Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı’nın telefon kayıtları incelendikten sonra kırmızı bültenle aranan Çatlı’nın, İstanbul Terörle Mücadele Şubesi’nin müdürüyle 5 kez telefonla görüştüğü tespit edildi. O dönem şubenin başında bulunan isim 16 Mart günü üniversite kapısında görevli polis amiri Reşat Altay olduğu iddialar arasındaydı.

İstanbul’un işgali

İstanbul, I. Dünya Savaşı yıllarında İtilaf Devletleri’nin öncelikli hedefiydi. Türk ordularının Suriye cephesinden çekildiği sırada başkenti vurup psikolojik baskı uygulamak isteyen İtilaf Devletleri’nin İstanbul’a hava saldırıları gerçekleştirdi. Bu saldırılar, Osmanlı Devleti’ni bir an evvel barış masasına oturmaya zorlamak amacını taşıyordu. Ateşkes görüşmeleri Mondros’ta gerçekleştirildi. İstanbul’un işgaline giden süreç, 30 Ekim 1918’de ateşkesin imzalanması ile başladı.

42 yıldır karanlıkta kalan katliam

İstanbul, tarihsel süreçte 13 Kasım 1918 ve 16 Mart 1920’de olmak üzere iki kez işgal edildi. İlk işgalde İstanbul’un önemli ve stratejik noktaları kontrol altına alınmış ancak idareye el konulmamıştı. İkinci işgal ile idareye el konuldu. İşgal son İtilaf birliklerinin 4 Ekim 1923’te şehri terk etmesinden sonra, Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu birliklerinin 6 Ekim 1923’te tören eşliğinde şehre girmesiyle sona erdi.

Halepçe Katliamı

Irak’ın devrik lideri Saddam Hüseyin, 1986-1988 arasında Irak’ın kuzeyinde Kürtler’e karşı El-Enfal Harekâtı’nı başlattı. Hüseyin, ayaklanan Kürtler’i bastırmak için zehirli gaz kullanmaya karar verince, insanlık tarihinin en kara günlerinden biri yaşanmıştı. Kanlı Cuma olarak da bilinen zehirli gaz saldırısında 5 bine yakın sivil hayatını kaybederken, 10 bine yakın kişide yaralandı. Saldırıdan sonra komplikasyonlar, çeşitli hastalıklar meydana geldi ve yapılan doğumlar sağlıklı neticelenemedi. Süleymaniye Üniversitesi Tıp Fakültesi öğretim üyesi Prof. Fuat Baban, 7 Aralık 2002 tarihli ‘The Sydney Morning Herald’ gazetesinde yayımlanan ‘Experiment in Evil’ başlıklı makalesinde, Halepçe’de özürlü doğum oranının Hiroşima ve Nagasaki’nin 4-5 katı olduğunu iddia etti. Amerika Birleşik Devletleri ise bu iddiayı suiistimal ederek Zayıflatılmış Uranyum mermilerini kullanmasını meşrulaştırmaya çalıştı. Saddam Hüseyin, Halepçe Katliamı’nda Kürtlere karşı soykırım yaptığı suçlamasıyla da yargılanırken, başka bir katliam suçundan Duceyil Katliamı’nda, insanlığa karşı işlenen suçlardan mahkûm edildi ve asılarak idamına karar verildi. Irak Yüksek Ceza Mahkemesi 1 Mart 2010 tarihinde Halepçe Katliamını soykırım eylemi olarak tanıdı.

42 yıldır karanlıkta kalan katliam