Gündem ‘Allah güzeldir ve güzel olanı sever’

‘Allah güzeldir ve güzel olanı sever’

25.05.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Allah’ın güzelliği, ancak O’nun eylemlerine ve âlemde yarattığı varlıklara bakılarak kavranabilecek bir husustur. Sanat, güzellik, zarafet, aslında Yüce Allah’ın eşsiz yaratışında sayısız örnekleriyle gözükür.

‘Allah güzeldir ve güzel olanı sever’

‘Allah güzeldir ve güzel olanı sever’

Haberin Devamı

Hz. Peygamber, genel olarak eşyaya ve tek tek varlıklara, “Allah güzeldir ve güzeli sever” anlayışıyla yaklaşır. Kuşkusuz Allah, sonsuz ve asla maddileşmeyen kendine özgü varlığıyla, herhangi bir güzel nesne ya da varlık gibi temaşa konusu değildir. Bu durumda Allah’ın güzelliği ancak O’nun eylemlerine ve alemde yarattığı varlıklara bakılarak kavranabilecek bir husustur. Sanat, güzellik, zarafet, aslında Yüce Allah’ın eşsiz yaratışında sayısız örnekleriyle gözükür. Bir anlamda onlar, ilahi cemalin, yeryüzüne yansıma biçimleridir.

Nitekim Kuran-ı Kerim’de insanı en güzel surette yarattığını bildiren Allah, dağların yaratılışı ve yapısından bahsederken de, “İşte bu her şeyi en sağlam şekilde yapan Allah’ın sanatıdır. “ buyurmaktadır. (Nemi, 27/88). Zerreden küreye O’nun yarattığı canlı cansız her şeyde farklı bir güzellik, bambaşka bir güzellik, insanı aciz bırakan bir sanat görülür.

Haberin Devamı

Hayran bırakmaktadır

Zaten Yüce Allah’ın güzel isimlerinden biri olan “el-Bedi”, “ilk defa, eşsiz ve örneksiz yaratan” anlamına gelmektedir. Ayet-i kerimede, “Bedîu’s-semavati ve’l-ard.” (Gökleri ve yeri örneksiz yaratandır.) buyrulmaktadır. (Bakara, 2/117; En’am, 6/101) Yüce Allah’ın yarattığı canlı cansız, insan hayvan, dağ taş, kısaca kainattaki her şey O’nun eşsiz yaratıcılığını açıkça gözler önüne sermekte ve görebilen herkesi hayran bırakmaktadır.

Zatı güzel olduğu gibi güzellikleri de seven Allah, yarattığı her şeyi en güzel şekilde yaratmakla kalmamış, aynı özelliği, insanın fıtratına da yerleştirmiştir. Tıpkı Yaratıcısı gibi insan da güzeli sever ve güzellikleri görmek, yapmak, üretmek ve yetiştirmek ister. İnsan, bu fıtri özelliğiyle, kendisine verilen kabiliyet ve imkanlar nispetinde öğrenerek kendisini geliştirir. Aslında insanoğlu, bu alanda ne kadar üstün maharet gösterirse göstersin, neticede ortaya koyduğu eserler, Allah’ın kendisine verdiği yetenekleri sergilemekten ve sadece O’nun sunduğu örnekleri taklit etmekten öteye geçmez. İslam estetik anlayışının, kısaca, Allah gördüğü ve istediği için “her şeyi güzel yapma ve daima güzel davranma” şeklinde tecelli ettiğini söyleyebiliriz.

Haberin Devamı

Kapatılmasını istedi

Ahlakıyla, davranışlarıyla, jest ve mimikleriyle son derece zarif olan Allah Resülü’nün hayatında onun bu yönünü gösteren nice ilginç anekdotlar vardır. Bunlardan bir tanesi şöyledir: Rahmet Elçisi’nin sevgili oğlu İbrahim on sekiz aylık iken rahatsızlanıp vefat etmişti. Biricik oğlundan ayrılmak onu derinden hüzünlendirmiş ve göz yaşlarına hakim olamamıştı. Ama Allah’ın takdiri karşısında sabretmekten başka ne yapabilirdi ki? Üzülerek de olsa biricik yavrusunu kendi elleriyle mezara koymaktaydı. Belki de bir baba için dünyada karşılaşılabilecek en büyük musibeti yaşamaktaydı. Oğlunun kabri başındayken kerpiçlerle örtülen mezarda bir açıklık gördü.

Hemen bu açık kısmın kapatılmasını istedi. Etrafındaki sahabiler merak edip bunun sebebi sorunca da, “Bu, ölüye ne fayda ne de zarar verir, ancak hayattakilerin gözüne hoş görünür. Biriniz bir iş yaptığında onu en güzel şekilde yapsın. Zira Allah kişinin, işini sağlam yapmasından hoşlanır.” buyurdu (İbn Sa’d, Tabakat, 1,142).

Haberin Devamı

“Güzellik” denilince ilk önce akla, cemal, ahenk, denge, ölçülü olma ve zarafet gelir. Zarafet denilince de Rahmet Elçisi. Onun bütün hayatı tevazu, sadelik ve doğallıktan ibaretti. Onda sadeliğin güzelliği vardı. Ondaki güzellik ve zarafet, onun tüm davranışlarına yansımaktaydı. Oturuşu kalkışı, yemesi içmesi, giyimi kuşamı, konuşması susması, tebessümü tepkisi, saçı sakalı, kısaca her hal ve hareketi ayrı bir zarifti.

Tebessüm eksik olmazdı

Aslında olması gereken, yapay değil de tabii olan zarafet ve estetik bu değil miydi? Görenleri hayran bırakan zarif gülüşü tebessüm şeklindeydi ve yüzündeki bu tebessüm eksik olmazdı. Böylesine bir güzelliğe sahip olan Sevgili Peygamberimiz, ‘’Allah’ım! Benim yaratılışımı güzel kıldığın gibi ahlakımı da güzelleştir.” diye dua ederdi.

İslam medeniyeti Hz. Peygamber’in rehberliğinde kendi kıblesini, kendi mabedini, kendi ezanını, kendi mimarisini, kendi el sanatlarını, kendi şehirleşmesini oluşturmuştur. İslam sanatının tüm çeşitlerine bakıldığında, daima tevhid bilinci içerisinde hareket edildiği, şirk ve küfrü çağrıştıracak en küçük unsurlardan dahi uzak durulduğu görülür. İslam sanatı ve zanaatında daima “amel-i salih” niyeti ve gayreti öne çıkar. Sanatkar, yaptığı her şeyi adeta, “Allah’ı görüyormuşçasına’’, “ihsan” derecesinde bir ahiret yatırımı olarak düşünür. Müslüman sanatkar, sanatını icra ederken zihninde daima şu ayet-i kerime döner durur: “De ki: (Buyrun) yapın! Amelinizi Allah da Resulü de müminler de görecektir. Sonra görüleni ve görülmeyeni bilen Allah’a döndürüleceksiniz de O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir.’ (Tevbe, 9/ 105). (Hadislerle İslam, Diyanet İşl. Bşk. yay.)

Haberin Devamı

Peygamber’in yemek duaları

Yemeğe Allah’ın adını anarak başlayan Hz. Peygamber, yemekten sonra da şu ifadelerle Allah’a hamd ederdi:

“Elhamdü lillahillezî et’amena ve sekâna ve cealenâ müslimîn” (Bizi yediren, bizi içiren ve bizim Müslüman yapan Allah’a hamdolsun) (Ebu Davud, Et’ime, 52) Bazen de şöyle dua ediyordu: “Eftara ındekümü’s-saimûn ve ekele taameküm el-ebrar ve sallet aleykümü’lmelâike” (Oruçlular sizin yanınızda iftar etsinler, iyiler sizin yemeklerinizden yesinler, melekler de size selam ve dua etsinler) (Tirmizî, Deavât, 55)

Şu duanın yemekten sonra söylendiğinde günahların bağışlanmasına vesile olacağını bildirmiştir: “Elhamdü lillahillezî etamenî haze’t-taame ve razekanî min ğayri havlin minnî velâ kuvvetin.” (Beni yediren, ben güç ve kuvvet sarf etmediğim halde, bana bu rızkı veren Allah’a hamdolsun) (Ebu Davud, Libas, 1)

Bir hadis

“Bir kimse evine girerken ve yemek yerken besmele çekerse şeytan, arkadaşlarına, ‘Burada sizin için barınak da yok, yiyecek de yok!’ der. Eğer o kimse evine girerken besmele çekmezse şeytan, ‘Barınacak yeri buldunuz’ der. Yemek yerken besmele çekmezse, ‘Hem kalacak yer hem de yiyecek buldunuz’ der (Müslim, Eşribe, 103).

Müslüman, kıyafetine özen gösteren kişidir

Allah’ın Resulü çalışırken bile temiz olunması gerektiğini söyler, kılık kıyafete özen gösterilmesini isterdi. Nitekim ashabıyla çıktığı bir gazvede hayvanları gütmekle görevlendirilen bir kimseyi yıpranmış elbiseler içinde görünce, yanında bulunanlara bu adamın bunlardan başka elbisesi olup olmadığını sormuştu. Heybesinde yedek elbiseleri olduğu söylenince Efendimiz, “Onu çağır da, heybedeki elbiselerini giymesini söyle.” demişti. Çobanlık yapan sahabi, heybedeki iyi elbiselerini giyince Allah Resulü, “Bak şuna! Allah müstahakkını versin. Bu daha iyi değil mi?” buyurmuştu. Çoban, “Ey Allah’ın Resulü! Allah yolunda (savaşa giderken de böyle mi giyineyim)?” deyince, Efendimiz, “Evet, Allah yolunda (savaşırken bile)!” cevabını vermişti. (Muvatta, Libas, 1)

Kültürümüzden dua cümleleri

Acı yüzü görmeyesin.

Allah ayrılık vermesin.

Babanın canına rahmet.

Bahtın açık olsun.

Bereketi Allah’tan olsun.

Beytullah’a yüz süresin.

Ciğer acısı görmeyesin.

Darlık yüzü görmeyesin.

Evladınla binbir yaşa.

(Ahirette) Fatma anamıza komşu olasın.

Gurbet yüzü görmeyesin.

Hatır soranların çok olsun.

Kesenin dibini görmeyesin.

Muhabbetiniz daim ola.

Nasibin-kısmetin bol ola.

Ocağın küllensin, bahçen güllensin.

Ömrün uzun, kısmetin gür olsun.

Siftah sizden, bereket Allah’tan.

Yokluk yüzü görmeyesin.

‘Allah güzeldir ve güzel olanı sever’

Rüstem Paşa Camii Külliyesi

Rüstem Paşa Camii, İstanbul Tahtakale’de Rüstempaşa Mahallesi, Hasırcılar Caddesi üzerindedir. Cami, Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan’ın kocası Sadrazam Rüstem Paşa tarafından 1560 yılında inşa edilmiştir. Mimar Sinan’ın güzel eserlerinden biridir.

Rüstem Paşa Camii fevkani olarak yapılmış ve alt kısmına mahzenler ve dükkanlar yerleştirilmiştir. Caminin revaklı avlusuna iki taraftan merdivenle çıkılmaktadır.

Dikdörtgen planlı caminin merkez kubbesi kemerlerle dört fil ayağına ve sütunlara oturtulmuştur. Köşelere tesadüf eden kemerler yarım kubbe şeklindedir. Caminin, fil ayakları da dahil olmak üzere kubbe eteklerine kadar her tarafı devrin en güzel çinileri ile bezenmiştir. Mimar Sinan, Sokollu ve Azapkapı camilerindeki tenasüp güzelliğini bu camide, o kadar gösterememişse de İznik’te yapılan çinilerin güzelliği ve tezyinatının harikuladeliği bu noksanı telafi etmiştir. Ne var ki, yarım kubbeler içine sonradan barok devrinde yapılan nakışlar bu güzelliği bozmuş, kalem işleri tahrif edilmiştir.

Avlunun üstü bir tavanla örtülüdür. Bu tavan, kenardaki sütunlar arasına yapılmış kemerlerle son cemaat yerinin kemerleri üstünü örter. Son cemaat yeri altı sütunla beş kısma ayrılmış olup her kısmın üstü kubbelidir. Camiin sağında binaya bitişik tek şerefeli bir minaresi vardır.

Rüstem Paşa Camii’nin inşa edildiği arsa üzerinde önceden Halil Efendi Mescidi bulunuyordu. Rüstem Paşa, Cağaloğlu tarafında mimari değeri büyük olan bir de medrese yaptırmıştır. Onun, zengin devlet ricalinden olduğu bilinmektedir.