Gündem BEDİR SAVAŞI VE KADER

BEDİR SAVAŞI VE KADER

25.07.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Bedir’de Müslümanlar Mekke ordusuna ağır bir darbe indirdi. Allah, Rum Suresi’nde verdiği sözü tutup Müslümanları galip getirmişti ama onlar imtihanı kaybetmişlerdi. Allah’ın kurallarına uysalardı Mekke’ye girecekler ve oradaki müşrik hâkimiyetine son vereceklerdi...

BEDİR SAVAŞI VE KADER

Mekkelilerin, Muhammed sallallahu aleyhi ve selleme çok baskı yaptıkları bir sırada şu ayetler indi:
“Seni bu topraklardan çıkarmak için huzursuz edecekleri günler yakındır. Eğer çıkarırlarsa senden sonra onlar da burada fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz elçilere uygulanan kanun budur. Bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsra 17/76-77)
O günlerde Persler’in Romalıları yenmesi, müşrikleri sevindirince şu ayetler inmişti:
“Romalılar yenildiler. (Yenilgi) Çok yakın yerde oldu. Onlar, bu yenilginin ardından galip geleceklerdir. Galibiyet üç ila dokuz yıl içinde olacaktır. Onun öncesinde de sonrasında da yetki Allah’ındır; o gün müminler, Allah’ın yapacağı yardımla sevineceklerdir. Allah çalışana yardım eder. O güçlüdür, ikramı boldur. Bu Allah’ın sözüdür. İnsanların çoğu bilmese de Allah sözünden caymaz.” (Rum 30/2-4)
Bu ayetler de müminleri sevindirdi ama müşrikleri rahatsız etti. Bu defa herkes üç ila dokuz yıl arasında Romalılardan gelecek habere kilitlendi.
Yola kervan umuduyla çıkıldı
624 yılının Mart ayıydı, Mekkelilerin her yıl Şam’a gönderdikleri ticaret kervanı dönüş yoluna girmişti. Kervanbaşı Ebu Süfyan, Romalılar ile Perslerin savaşını duymuş ve kervanı Müslümanlara kaptırma korkusuna kapılmıştı. Müslümanlar da savaşı Romalıların kazanacağına inandıkları için Allah’ın kendilerine kervanı vereceği umuduyla yola çıkmışlardı. Ebû Cehil de kervanı korumak için bir ordu çıkarmıştı. Bunu anlatan âyetler şunlardır:
Allah, o iki topluluktan birinin sizin olacağına dair söz vermişti. Siz silahsız olanı (kervanı) istiyordunuz. Allah da kendi sözleri gereği hakkı ortaya çıkarmak ve o kâfirlerin kökünü kazımak istiyordu. (Enfâl 8/7)
“O gün siz vadinin (Bedir’in) alt tarafında, onlar üst tarafında, kervan ise sizden daha aşağıda idi. Sözleşmiş olsaydınız böyle denk getiremezdiniz. Ama Allah, olacağı belli şey olsun, kim yok olacaksa gerçeği görerek yok olsun, kim de yaşayacaksa gerçeği görerek yaşasın diye böyle yaptı. Allah elbette işiten ve bilendir.” (Enfâl 8/42)
Allah Teâlâ, Müslümanların Mekke ordusuyla savaşmalarını istediği için düşmana karşı davranışın ölçülerini yani kaderini şöyle belirlemişti: Onları savaşta yakalarsan öyle bir dağıt ki, arkalarındakiler de dağılsınlar. Belki akıllarını başlarına alırlar. (Enfal 8/57)
Düşman etkisiz hale getirilmedi
(Savaşta) Kâfirlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun; tamamen etkisiz hale getirince alacağınız esirlerin bağını sıkı tutun. Onları karşılıklı veya karşılıksız serbest bırakın. O savaş, ağırlıklarını bırakıncaya kadar böyle yapın... (Muhammed 47/4)
Kervan gitti ve Bedir’de Müslümanlar Mekke ordusuna ağır bir darbe indirdi. Düşmanı dağıtmadan ve etkisiz hale getirmeden esir alıp Medine’ye döndükten sonra şu âyetler indirildi: Hiçbir nebi, savaş meydanında düşmanı etkisiz hale getirmeden esir alma hakkına sahip değildir. Allah güçlüdür. Allah tarafından yazılmış bir yazı olmasaydı o esirlerden dolayı yenilgiye uğrayacaktınız. (Enfâl 8/6768)
Allah, Rum Suresinde verdiği sözü tutup Müslümanları galip getirmişti ama onlar imtihanı kaybetmişlerdi. Allah’ın koyduğu kurallara uysalardı Mekke’ye girecekler ve oradaki müşrik hâkimiyetine son vereceklerdi. Düşmanı etkisiz hale getirmeden esir almaları, Allah’ın savaştan beklediği şu iki sonucun doğmasını engellemişti:
Allah’ın kanunsuz işi yoktur
“Seni bu topraklardan çıkarmak için huzursuz edecekleri günler yakındır. Eğer çıkarırlarsa senden sonra onlar da burada fazla kalamazlar. Senden önce gönderdiğimiz elçilere uygulanan kanun budur. Bizim kanunumuzda bir değişiklik bulamazsın.” (İsra 17/76-77) “Allah kendi sözleri gereği o kâfirlerin kökünü kazımak; hakkı ortaya çıkarıp batılı etkisiz hale getirmek istiyor.” (Enfâl 8/78)
Allah’ın kanunsuz ve kuralsız işi yoktur. Allah Teâlâ şöyle buyurur: Allah’ın sünnetinde (koyduğu kanun ve kurallarda) bir değişme bulamazsın. (Ahzab 33/62)
Allah dinini fıtrat olarak tanımlayarak şöyle buyurmuştur: “Sen yüzünü dosdoğru bu dine, Allah’ın fıtratına çevir. O insanları ona göre yaratmıştır. Allah’ın yarattığının yerini tutacak bir şey yoktur. İşte sağlam din bu dindir. Ama insanların çoğu bunu bilmezler.” (Rum 30/30)
Kader inancının dine sokulmasıyla dinin nasıl kuralsızlaştırıldığı şu cümlelerde görebiliriz:
“Herhangi bir şeyin muayyen bir şekilde meydana gelmesini Cenab-ı Hakkın ezelde dilemiş olmasına kader denir. Hak Teâlâ’nın dilemiş olduğu bir şeyi zamanı gelince meydana getirmesine ‘kaza’ denilir...
Hangi mümkün bir şeydir ki, Allah Teâlâ takdir ettiği halde meydana gelmesin? Ve hangi bir şeydir ki, Hak Teâlâ dilemediği halde meydana gelebilsin? (Ömer Nasuhi Bilmen, Büyük İslam İlmihali)

KURAN’A SORALIM
İnsan, dünyaya gözünü açtığı andan itibaren Allah’ın âyetlerini görmeye başlar. Âyet; açık işaret, gösterge ve belge demektir. Kur’ân surelerinin birbirinden ayrılmış bölümlerine de âyet denir.
Allah’ın âyetleri Kur’ân’da olanlarla sınırlı değildir. Tüm varlıklar onun âyetleridir. Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Biz hem dış çevrede hem de kendi içlerinde olan âyetlerimizi onlara göstereceğiz; sonunda onun (Allah’ın) gerçek olduğu onlar açısından iyice ortaya çıkacaktır.” (Fussilet 41/53)
Bu âyetler insana, bir yaratıcının var olduğunu gösterir. Bu sebeple o, henüz çocukken Allah ile ilgilenmeye başlar ve çevresini soru yağmuruna tutar. Sonunda varlıkların Rabbini, gözüyle görmüş ve eliyle dokunmuş gibi kavrar.
Allah’ın varlığını herkes anlayıp kavradığı için Kur’ân’da onu ispatla ilgili âyet yoktur. Allah’ın hiçbir elçisi bu konuda bir çaba sarf etmemiştir. Onlar Allah’tan aldıkları emirle çabalarını, ondan başka ilah olmadığı konusunda yoğunlaştırmışlardır.
İtiraf etsin veya etmesin her insan Allah’ı kabul ettiği için bütün sapkınlar, Allah ile kendi aralarına başka dostlar, başka ilahlar koyarlar. Doğru din, fıtrat ile örtüştüğü için fıtratı esas alarak değerlendirme yapacak olursak insanların üçe ayrıldığını görürüz; bir bölümü fıtrata uyar, bir bölümü uymaz, bir bölümü de kararsız kalır.

Okuyucudan Gelen Sorular

Soru: İftarı hurma ile mi açmak daha iyidir, yoksa su ile mi?
Cevap: Aşağıdaki hadisten dolayı, sofrasında hurma bulunan kişilerin oruçlarını hurma ile açmalarının daha iyi olacağı kabul edilmiştir.
Peygamberimizin şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “Herhangi biriniz iftar etmek istediği zaman orucunu hurma ile açsın. Hurma bulamazsa su ile iftar etsin. Su temizdir.” (Ebû Dâvûd, Savm, 21) Burada dikkat edilmesi gereken nokta hurma ile oruç açmanın şart olmadığıdır. Bu sadece bir tavsiyedir.

Soru: İftarımı televizyondaki ezan sesini duyup açtım. Açtıktan yaklaşık 10 saniye sonra dışardan ezan sesi yeni geldi. Orucum bozulmuş mudur?
Cevap: Hayır, orucunuz bozulmuş olmaz. Önemli olan ezanın okunması değil, vaktin girmesidir. Vakit girdiği andan itibaren ezan okunmasa da iftarınızı açabilirsiniz.

Soru: Alzheimer hastası bir kişi, bir dakika içinde oruç tuttuğunu unutmaktadır. Hatırlatıldığında da tekrar unutması birkaç dakika sürüyor. Böyle biri oruç tutabilir mi?
Cevap: Bu kişi oruç tutabiliyorsa tutsun. Unutup da yerse çevresindekilerin hatırlatmasına gerek yoktur. Çünkü Peygamber sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur: “Oruçlu kimse oruçlu olduğunu unutup da yediği ve içtiği zaman, orucunu (bozmayıp) tamamlasın! Çünkü o oruçluya ancak Allah yedirmiş ve içirmiştir.” (Buhari, Savm, 26; Müslim, Sıyâm, 33 (1155).

Sorularınız için mail adresimiz: fetva@suleymaniyevakfi.org
Süleymaniye Vakfı imsakiyesine şu adresten ulaşabilirsiniz: http://www.suleymaniyevakfi.org

TEMEL DİNİ BİLGİLER
Namazın önemini belirten ayetlerin bir kısmı şöyledir:
“Bir zamanlar İbrahim’e Beytullah’ın yerini hazırlamış ve (ona şöyle demiştik): “Bana hiçbir şeyi eş tutma; tavaf edenler, ayakta ibadet edenler, rükû ve secdeye varanlar için evimi temiz tut.” (Hacc, 22/26)
“Ey iman edenler! Rükû edin; secdeye kapanın; Rabbinize ibadet edin; hayır işleyin ki kurtuluşa eresiniz.” (Hacc, 22/77)
“Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı dosdoğru kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ın zikri ise en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45)
Ayette geçen “zikir” kelimesi hem Kur’an-ı Kerim hem de Allah’ı anmak anlamına gelir.
Nebimizin (s.av) namazın doğru kılınması noktasındaki hassasiyeti.
Nebimiz şöyle demiştir: “Namazı benden gördüğünüz şekilde kılın” (Buhârî, Ezan, 18).
Namazı yanlış kılan bir kişiyi gören Nebi (s.a.v) ona müdahale etmiş ve şöyle demiştir:
“ÖSonra uygun bir biçimde secdeyi yap. Sonra otur, oturuşu dimdik durarak yap. Sonra kalk ve tüm rek’atları bu şekilde tamamla. Böyle yaparsan namazın tamam olmuştur. Bunlardan herhangi birini eksik yaparsan namazın eksik olmuş olur.”(Tirmizî, Salât, 226.)

DOĞRU BİLDİĞİMİZ YANLIŞLAR
Geleneğimizde zikir denince, bazı söz ve cümleleri belli bir sayıda ardı ardına çoğu zaman da anlamını düşünmeden dil ile tekrarlama akla gelir. “Allah”, “sübhanellah”, “elhamdülillah” ya da “lâ ilâhe illallah” ve benzeri cümleleri belli sayıda tekrarlayan zikir yaptığını sanır. Oysa zikir bu değildir.
“Zikir”, zihne yerleştirilip kullanıma hazır tutulan bilgidir. Onu akla ve dile getirmeye de zikir denir. Zikir, ilâhî kitapların ortak adıdır. Tabiattan elde edilen doğru bilgi ile Allah’ın Kitab’ı arasında tam bir uyum bulunur. Bu sebeple nebîler, bu uyuma vurgu yapmış, insanları tezekküre (doğru bilgiyi harekete geçirmeye) çağırmışlardır. Tezekkür, zihinde var olan zikri harekete geçirmektir. İbrahim (a.s.) müşriklere, “tezekkür etmez misiniz” (En’âm 6/80) derken “edindiğiniz doğru bilgileri kullanarak, yaptığınız yanlışı görün” demiş olmaktadır. Allah, Rasûlü’ne şöyle emretmiştir: “Sen hatırlat; senin görevin sadece hatırlatmaktır. Yoksa sen onların üzerinde bir zorlayıcı değilsin.” (Gâşiye 88/21, 22)
Allah’ın elçileri, insanlarda var olan doğru bilgileri harekete geçirdikleri yani evrensel doğruları söyledikleri için etkili olmuşlardır. Bize düşen de, aynı yolu izlemektir. Bilmek, her zaman doğru yolda olmak anlamına gelmeyeceği için Kur’ân insanlardan, bildikleri şeyleri hatırda tutmak ve bu bilgileri pratik fayda verecek şekilde kullanmalarını istemektedir.
Sonuç olarak eline bir tesbih ya da zikirmatik alarak anlamını bilmediği söz ve cümleleri birbiri ardınca telaffuz etmek zikir değil ezberdir. Ezber tek başına kişiye ne bir bilgi ne de bir gelişim sağlar. Kişinin, anlamını bilerek ve hayatına yansıtarak tek bir kez “lâ ilâhe illallah” ya da “sübhanellah” demesi, bunları anlamını bilmeden milyarlarca kez dil ile telaffuz etmesinden daha iyidir.

Günün Âyeti
İyiliği sonsuz, ikramı bol Allah’ın adıyla
“Müminler, mallarınızı aranızda batıl yolla değil, karşılıklı rızaya dayalı ticaretle yiyin. Kendinizi öldürmeyin; Allah size karşı merhametlidir. Kim bunu, sınırı aşarak ve yanlışa saparak yaparsa onu bir ateşe sokarız. Bu, Allah’a güç gelmez. Size konan yasakların büyüklerinden kaçınırsanız, kusurlarınızı örter ve sizi şerefli bir yere yerleştiririz.” (Nisâ 4/29-31)