Gündem Bu deniz bildiğimiz denizlere benzemiyor!

Bu deniz bildiğimiz denizlere benzemiyor!

01.01.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Güneye doğru inmeye devam ediyoruz. Eski denizcilerin tabiriyle ‘Muhteşem Güney’ ya da ‘Tanrının terk ettiği deniz’... Burası insanlara göre bir yer değil. Albatrosların, fırtına kuşlarının, balinaların ana vatanında, Kükreyen Kırklar’dayız artık

Bu deniz bildiğimiz denizlere benzemiyor

Atlantik Okyanusu’nda durup dinlenmeden güneye doğru inmeye devam ediyoruz. 40’ıncı paralel de dümen suyumuzda kaldı. Bu noktadan sonra Güney Okyanusu başlıyor. Eski denizcilerin tabiriyle ‘Muhteşem Güney’, ya da ‘Tanrının terk ettiği deniz’...
Yılın neredeyse on iki ayı fırtınaların hüküm sürdüğü bu sular bildiğimiz denizlerden çok farklı. Burası insanlara göre bir yer değil. Albatrosların, fırtına kuşlarının, balinaların ana vatanındayız artık.

Rüzgâr vahşi hayvan gibi uluyor
Yelkenleri küçültmek için baş üstüne giderken Sibel’e, “Horn Burnu’na kadar önümüzde 1200 millik vahşi bir deniz uzanıyor, Allah yardımcımız olsun” diyorum. Endişeli gözlerle bakarak soruyor: “Bize bir şey olmayacak. Allah çocukları ve denizcileri korurmuş, öyle değil mi?” Ne diyebilirim ki: “Tabii bir şey olmayacak, merak etme...”
Gene de tedirginim. 40 derece enleminin güneyine denizciler, ‘Kükreyen Kırklar’ adını takmış. 50’nci paralelin güneyine ise ‘Çığlık atan Elliler...’ Bu sularda rüzgâr esmiyor, adeta vahşi hayvanlar gibi uluyor. Deniz bildiğimiz denizlere hiç benzemiyor. Birbiri üstüne devrilen dalgalar okyanusu yüksek tepelerden oluşmuş engebeli bir araziye çeviriyor. Uzaklar dalgaların arasında iki yana yalpalayarak yolunu bulmaya çalışıyor.
Dert sadece fırtınalar ve dalgalar olsa neyse. On iki metreyi bulan med-cezirin yarattığı ters akıntılar, girdaplar, teknenin dümenine, omurgasına dolanan palaska benzeri elli metrelik ‘kelp’ yosunları bu sulardaki diğer tehlikeler.
Güneye indikçe soğuyan hava, gri bulutlarla kararan gökyüzü ruhumuza kasvet veriyor. Aklımdan sık sık o soru geçiyor: “Burada ne işimiz var, biz deli miyiz?” Eminim Sibel de aynı soruyu kendi kendine soruyordur.

Haberin Devamı

Bu deniz bildiğimiz denizlere benzemiyor

UZAKLAR HORN BURNU’NU GEÇİYOR

Horn Burnu’na sadece on bir mil kaldı. İkimizde de heyecan son haddinde. İçimiz içimize sığmıyor. Şansımıza güzel bir gün... Hava açık, rüzgâr bu sular için alışılmadık ölçüde hafif. Gene de tedbiri elden bırakmıyor, sanki biraz sonra fırtına çıkacak, azgın dalgalar üzerimize çullanacakmış gibi küçültülmüş yelkenlerle hedefe doğru ilerliyoruz.

Hayalim gerçek oluyor
Gözüm sık sık barometreye takılıyor. İbre 979 milibarı gösteriyor. Dün akşam 997 milibardı. 24 saatten az sürede neredeyse 20 milibar birden düştü. Barometredeki bu hızlı düşüş çok açık bir şekilde yaklaşan fırtınaya işaret ediyor. Zaten dün SSB radyo üzerinden aldığımız hava durumu Pasifik’ten gelen yeni bir alçak basıncın Horn’a yaklaştığını gösteriyordu. Bu gece 9 kuvvetinde fırtına var. İnşallah zamanından önce patlamaz.
Biraz sonra pruvamızda Horn Burnu beliriyor. Yıllardır ulaşmayı düşlediğim hayalim, işte orada, tam karşımızda duruyor. Okyanusun derinliklerinden su yüzüne fırlamış kara bir piramide benziyor. Güneyden gelen ölü dalgaların her yaklaşışında önce dik bir yamacı tırmanıyor, sonra yokuş aşağı aşağıya doğru kayıyoruz.
Öğleden sonra hedefe iyice yaklaşıyoruz. Burası dünyanın ucu... Üç büyük okyanusun buluştuğu yer. Yalnız değiliz. Tepemizden kalın boyunlu, çatık kaşlı albatroslar geçiyor. Denizin üzeri de hareketli. Gri göğüslü yunuslar pruvamızda dalıp çıkıyor. Arkada birkaç denizaslanı burunlarını sudan uzatmış merakla Uzaklar’ı seyrediyor.

Denizciler mezarlığı...
Buraya ulaşmak için ne fedakârlıklara katlandık, ne badireler atlattık. Üzerinden geçtiğimiz sular yüzlerce yıl boyunca nice gemiye ve mürettebatına mezar olmuş. Burası sadece dünyanın sonu, denizcilerin Everest’i değil. Aynı zamanda nice ümitlerin, nice hayallerin son bulduğu bir denizciler mezarlığı da...
Mezar taşları albatroslar olmuş denizcilerin ruhlarına okuyup, karanlık sulara üfleyerek sessizce ilerliyoruz. Uzaklar II öğleye doğru Horn Burnu’nu bordalıyor. Sibel navigasyon masasından sesleniyor: “56 derece Güney, 067 derece 15 dakika Batı mevkiindeyiz. Yaşasın! Horn Burnu’nu geçtik. Az sonra içerden elinde çay bardaklarıyla çıkıyor. “Şimdi bu anı kutlayalım.”
İnce belli çay bardaklarının çoğu yolda kırılmıştı. Son kalan iki taneyi bugün için saklıyorduk. Uzattığı bardağı alıyorum. Kız belli bardak avucumun içini ısıtıyor. Karşımızda Horn Burnu, denizcilerin totemik koordinatı yükseliyor. Ona doğru bakarak çaylarımızı yudumluyoruz.

Haberin Devamı

Bu deniz bildiğimiz denizlere benzemiyor

Haberin Devamı

KONTROLÜ KAYBEDİYORUM KAZA YAPIYORUZ

Ellinci paralele girerken bir an için teknenin kontrolünü kaybediyorum. Ana yelken kontrolsüz bir şekilde iskeleden sancağa savruluyor. Arkamda halatları toplamaya çalışan Sibel’in “ah” diye bağırdığını duyuyorum. Başımı o tarafa döndürmemle vücudumdaki kanın çekildiğini hissetmem bir oluyor.
Sibel eliyle yüzünü kapatmış. Hızla savrulan bumbanın başına çarptığı anlaşılıyor. Parmaklarının arasından kan sızıyor. Elini çekince yarası meydana çıkıyor. Sol gözünün altı açılmış. İki buçuk santim uzunluğundaki yarık şakağına doğru gidiyor. En acemi biri bile bu yaranın dikilmesi gerektiğini hemen anlar. Yarayı önce Baticon antiseptik solüsyonla siliyoruz. Beni normalde kan tutar, ama o an hiçbir şey hissetmiyorum. Titrememesine gayret ettiğim ellerim ilk yardım çantasını karıştırır, kanlanan gazlı bezleri değiştirirken durumumuzu tartıyorum. Her şey çok açık; en yakın yerleşim yerinden günlerce uzaktayız, ne yapacaksak burada kendi başımıza halletmemiz gerekiyor.
Dikiş atmaya karar veriyoruz. Teknede yara dikme seti var. Yola çıkmadan önce May-Day kliniğinde nasıl kullanılacağını öğrenmiştik. Sibel inanılmaz derecede soğukkanlı. Yerinde ben olsam belki de çoktan şoka girip bayılmıştım. Ama o yüzüne tuttuğu küçük el aynasına bakarak bana yardımcı olmaya çalışıyor.
İkimiz birden uğraşıyoruz, fakat gene de yarayı dikemiyoruz. Çünkü yaranın üst dudağı göze çok yakın. Deniz dalgalı, tekne iki yana yalpalamaya devam ediyor. İğne her an gözüne kaçabilir. Kaş yapalım derken göz çıkarma riskini almıyor, bir başka yol denemeye karar veriyoruz.

Şişik işimize yarıyor
İlk yardım çantasında içinde ince teller olan steril yara dikme bantlarından da var. Yara dudaklarını bir araya getirip bu telli bantlarla tutturuyoruz. Bu arada zaman geçiyor, yüzü bir boksörden esaslı bir yumruk yemiş gibi morarıp şişiyor. Teknede buz olmadığına hayıflanıyoruz. Ama gözün şişmesi işimize yarıyor, yarayı sıkı sıkı yapıştırıyor.
İşim bittikten sonra terimi silerken Sibel soruyor: “Nasıl iyi oldu mu, acaba iz kalır mı?” “Merak etme” diyorum. “İz kalırsa estetik ameliyatı olursun.” “Doğru...” diye seviniyor Sibel. “Hazır ameliyat olmuşken yandaki kırışıkları da gerdiririm, değil mi!”

Haberin Devamı

Yarın: PATAGONYA DİYE BİR YER...

Haberin Devamı

Uzaklar belgeseli her pazartesi saat 22:20’de, tekrarları cumartesileri 09:10 - 17:20 - 04:35’te TRT Türk ekranlarında ve ayrıca TRT HD kanalında.
www.osmanatasoy.org

Yazarlar