Gündem ‘Günahtan tam dönen hiç işlememiş gibidir’

‘Günahtan tam dönen hiç işlememiş gibidir’

24.05.2019 - 07:50 | Son Güncellenme:

Bir kimse, işlediği günahın türü ve büyüklüğü ne olursa olsun eğer içtenlikle tövbe ederse, bütünüyle affedilir. Hz. Peygamber, bizlere bu müjdeyi şöyle vermiştir: ‘Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir’

‘Günahtan tam dönen hiç işlememiş gibidir’

‘Günahtan tam dönen hiç işlememiş gibidir’
Bir Müslüman için en büyük yanlışlardan biri, işlediği günahların ağırlığı altında ezilerek içinde bulunduğu kötü durumdan kurtuluş için Allah’tan ümidini kesmiş olmasıdır. Halbuki bu yaklaşım tarzı, Kuran’da açık bir dille yasaklanıp haram kılınmıştır: “De ki: Ey kendilerine kötülük edip aşırı giden kullarım! Allah’ın rahmetinden umudunuzu kesmeyin. Doğrusu Allah günahların hepsini bağışlar. Çünkü O, bağışlayandır, merhametlidir.” (Zümer, 39/53.)

Haberin Devamı

Önemli olan husus, hatasız ve kusursuz bir kimse olma veya bulma arayışına girmek değildir. Tam aksine hata ve kusurlarımızı tespit edip bunları düzeltme yönelişi içinde olmaktır. İslam’da bunun adı tövbedir. Hz. Peygamber (s.a.s.), bu hususu çok güzel dile getirmiştir: “Bütün ademoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mace, Zühd, 30.) Esasen Hz. Adem (a.s.) kıssasında bize verilmek istenen temel mesaj budur; yani hatasız ve günahsız kimse olmaz. Şayet tövbe ederseniz, hayatınıza tıpkı başlangıçtaki gibi tertemiz olarak devam edebilirsiniz.

İçtenlikle tövbe etmek

Kuran’a göre işlenen günahların maddi ve manevi yükünden tam olarak kurtulmalarının yegane şartı, içtenlikle yapılan bir tövbedir (tövbe-i nasuh): “Ey inananlar! Yürekten tövbe ederek Allah’a dönün ki, Rabbiniz kötülüklerinizi örtsün, sizi, içlerinden ırmaklar akan cennetlere koysun.” (et-Tahrim, 66/8.) “Tövbe-i Nasuh” insanın işlediği bir günahı fark ettikten sonra gerçekten büyük pişmanlık duyması ve bir daha onu işlememek üzere Allah’a söz vererek bu sözün gereğini layığınca yerine getirmesidir. Bu durumda o kimse, işlediği günahın türü ve büyüklüğü ne olursa olsun bütünüyle affedilir. Nitekim Hz. Peygamber, (s.a.s.) bizlere bu müjdeyi şöyle vermiştir: “Günahtan tam dönen ve tövbe eden, o günahı hiç işlememiş gibidir.” (İbn Mace, Zühd, 30.)

Haberin Devamı

Tövbe, bir kimsenin kendisiyle Rabbi huzurunda samimi bir şekilde yüzleşmesidir. Onda yalan, riya ve gösteriş olmaz; olmamalıdır da. Şayet tövbeye bunlar karışırsa o, makbul bir tövbe olmaktan çıkar. Kuran’da bu husus, münafıkların tavırları üzerinden anlatılmakta ve kınanmaktadır: “Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah’ı ve müminleri aldatırlar. Halbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir.” (el-Bakara, 2/9.)

‘Onlar gösteriş yapar’

Şayet belli bir günah için yapılan tövbe, sık sık bozulmak suretiyle tekrarlanırsa, bir müddet sonra fayda ve fonksiyonunu kaybederek tam tersine nifaka; yani sahibinde kişilik bozukluğuna yol açar. Şöyle ki gün içinde haksız kazanç, yalan, gıybet vb. günahlara bulaşan bir kimse her akşam namazdan sonra bunlardan tövbe ediyor, fakat ertesi gün onları yine işliyorsa, zaman içinde bu durum kanıksanmaya, dolayısıyla hastalıklı bir Müslüman tipolojisinin oluşmasına neden olur.

Haberin Devamı

Bir yanda namaz, oruç ve hac; diğer yanda türlü türlü haram ve günah. İşte Maun suresinde ifade edilen husus tam da bu olsa gerek: “Vay o namaz kılanların hâline ki: Onlar kıldıkları namazdan gafildirler. Onlar gösteriş yaparlar. Onlar basit şeyleri dahi vermezler.” (el-Maun, 107/4-7) Tövbe, aynı zamanda geçmişte işlenen hata ve kusurlara dair bir tür itiraftır. Artık o günahlar işlenmiştir; bir daha geri dönüp onları ve zararlarını tümüyle bertaraf etme şansı yoktur. Bunların Allah’la ilgili yönleri bir şekilde affedilecektir; fakat kullarla ilgili yönleri, maddi ve manevi olarak hâlâ ortada durmaktadır. Onları mümkün olduğunca telafi etmeye çalışmak gerekir: “Aranızda mallarınızı haksızlıkla yemeyin; bildiğiniz halde günaha girerek insanların mallarından bir kısmını yemek için onu hâkimlere aktarmayın.” (el-Bakara, 2/188)

Haberin Devamı

‘Nefsinizi mahvetmeyin’

Samimi bir şekilde tövbe eden kimseye düşen görev ve sorumluluk, öncelikle hakkına girdiğini düşündüğü kimseleri bulup onlardan özür dilemesi, haklarını onlara eksiksiz bir şekilde tazmin etmesi ve kendileriyle rızalarını alacak şekilde helalleşmesidir. Zira ahiret alemine götüreceğimiz en tehlikeli şey kul hakkıdır: “Ey inananlar! Mallarınızı aranızda haksızlıkla değil, karşılıklı rıza ile yapılan ticaretle yiyin, haram ile nefsinizi mahvetmeyin. Allah şüphesiz ki size merhamet eder.” (en-Nisa, 4/29.)

Bütün bunlar dışında hata ve kusura açık bir varlık olan insanoğlunun gerek Rabbine, gerek insanlara, gerekse diğer varlıklara karşı bilerek-bilmeden, isteyerek-istemeden işlediği pek çok hata ve kusur olabilir. Bunları tek tek tespit edip maddi-manevi kefaretlerini tam olarak ödemek mümkün değildir. İşte bu noktada onların bütün günah ve vebalinden kurtulmanın en önemli yolu, ortaya çıkarmış oldukları zararları fazlasıyla bertaraf edecek şekilde iyiliklerde bulunmaktır. Zira tıpkı ilaçların vücuda giren mikropları zararsız hale getirdikleri gibi, iyilikler de kişiye bulaşan günahları temizleyip etkisiz hale getirirler: “Gündüzün iki ucunda ve gecenin gündüze yakın zamanlarında namaz kıl. Doğrusu iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt kabul edenlere bir öğüttür.” (Hud, 11/114.)

Haberin Devamı

(Diyanet Aylık Dergi sayı: 317’den yararlanılmıştır).

Beyazıt Camii Külliyesi

Beyazıt Camii, İstanbul selatin camilerinin en eskisi olarak kabul edilir. Fatih Sultan Mehmet’in yaptırdığı Fatih Camii, yıkıldıktan sonra aslına uygun yapılmadığı için İstanbul selatin camilerinin en eskisi Beyazıt Camii’dir.

İstanbul’un Beyazıt semdinde bulunan cami, Sultan II. Bayezid tarafından yaptırılmıştır. 1505 yılında açılışı yapılan cami inşaatı 5 yıl sürmüştür. Mimarı hakkında kesin bir bilgi olmamakla birlikte Yakubşah Bin Sultanşah Hayrettin veya Mimar Kemalettin isimlerinden biridir.

‘Günahtan tam dönen hiç işlememiş gibidir’

Beyazıt Camii klasik Osmanlı mimarisine geçiş eseri olarak kabul edilir. Cami, içi 4 fil ayağına oturan, avlusu revaklı cümle kapısı girişinde kırmızı mermer olan klasik Osmanlı selatin camilerinin atasıdır. Beyazıt Camii Külliyesi dağınık bir mimari sisteme sahip olduğundan minareleri camiye değil tabhaneye bitişiktir. “Son tabhaneli cami” olarak anılır. 1683 yılındaki bir yangında minare külahları tutuşarak zarar gördü; 1743’te ise minarelerden birisine yıldırım isabet etmesi sonucu külahı yandı.

Beyazıt Camii Planı cemaat namaz kılma alanı kare biçiminde yükselmiş klasik Osmanlı külliye binaları ise meydana yayılmış biçimdedir. Osmanlı Külliyesi mimari üsluplarının oluşmaya başladığı ilk yapılardandır. Beyazıt Camii, aşhane, türbe, sıbyan mektebi, medrese, tabhane, han ve hamamdan oluşur.

Cami iki minareli, minare arası 79 metre ile en açık selatin camidir. Minarelerinde tek şerefe bulunur. Sahaflar çarşısı tarafındaki minare onarım görmüş güncel eserdir. Ancak diğer minare orijinalliğini kaybetmemiş Selçuklu mimarisinden Osmanlı mimarisine geçişin en güzel ve eski eseridir.

Cami, İstanbul’da 1509’da meydana gelen ve “küçük kıyamet” diye anılan depremden zarar gördü. Depremden sonra kısmen onarılan caminin onarımını, daha sonraki yıllarda tamamlayıp güçlendiren Mimar Sinan oldu. Onun, 1573’de caminin içinde bir kemer inşa ederek yapıyı güçlendirdiği bilinir.

Cennete götüren yollar

Resulullah (sav) bir gün ashabına dönerek, “Bugün içinizden kim oruçlu olarak sabahladı?” diye sordu. Orada hazır bulunanlardan Hz. Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav), “Bugün içinizden kim bir cenazenin arkasından gitti?” dedi. Yine Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav) bu sefer, “Bugün içinizden kim bir fakiri doyurdu?” diye sordu. Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav), “Peki, bugün içinizden hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” buyurdular. Yine Ebü Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav), “Bu özellikler kimde bulunursa o, mutlaka cennete girer” buyurdu.

(Müslim, Fezailu’s-sahabe, 12).

Bir ayet

“Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz ona şah damarından daha yakınız. Üstelik biri insanın sağ tarafında, biri sol tarafında oturmuş iki alıcı melek de (onun yaptıklarını) alıp kaydetmektedir.” (Kaf, 50/16-17).

Bir hadis

“Şüphesiz, doğruluk (insanı) iyiliğe, iyilik de cennete götürür. Kişi devamlı doğru söyler ve doğruluktan ayrılmazsa Allah katında ‘doğru/sıddık’ olarak tescillenir. Yalandan sakının! Çünkü yalan (insanı) kötülüğe, kötülük de cehenneme götürür. Kişi devamlı yalan söyler, yalan peşinde koşarsa Allah katında ‘yalancı/kezzab’ olarak tescillenir. (Müslim, Birr, 103).

Bir dua

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da güzellik ver, ahirette de güzellik ver; bizi cehennem azabından koru.” (el-Bakara 2/201).

BİR SORU BİR CEVAP

- Dini bir emri yerine getirmemeye veya bir haramı işlemeye yemin eden kişi ne yapmalıdır?

Farz veya vacip olan bir şeyi yapmamaya ya da haram ve günah olan bir şeyi yapmaya yemin etmek, müslümana yakışan bir davranış değildir. Yüce Allah, Kuran-ı Kerim’de, “İyilik etmemek, takvaya sarılmamak, insanlar arasını ıslah etmemek yolundaki yeminlerinize Allah’ı siper yapmayın. Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/224) buyurmaktadır.

Bununla birlikte, her nasılsa bu tür bir yemin edildiğinde, yeminini yerine getirmeyip bozmak ve ardından yemin keffareti vermek gerekir. Konuyla ilgili bir hadiste Hz. Peygamber (s.a.s.), “Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan hayırlısını görürse yeminini bozsun ve keffaret ödesin” buyurmuştur. (Müslim, Eymân, 11-17).