13.06.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:
Şûra suresinde: “ki onlar Rablerinin davetine icabet ettiler ve namazı kıldılar. Onların işleri aralarında şûra (danışma) iledir. Ve kendilerine verdiğimiz rızıktan harcarlar” buyurmaktadır. Allah mümin kullarının iman ve ibadetlerle ilgili diğer vasıfları arasında, “şûra” ve “istişare” prensibinin, Müslümanların hayatında, ailede, toplumda ve sosyal hayatın bütün alanlarında uygulanması gereken ana vasfı olduğunu beyan etmektedir.
İyi rehber seçmeliyiz
Şüphesiz, doğru istişareyi bulmakta ve uygulamakta kendimize iyi bir rehber seçmeliyiz. Mesela Hz. Peygamber’in yaptığı istişareleri hatırlayalım. O bir şey söylediğinde, Sahabe-i Kiram kendisine: “Ey Allah’ın Rasulü, bu Allah katından bir emir midir, yoksa senin görüşün müdür?” diye soruyordu. O da benim görüşümdür deyince, sahabe kendi görüşlerini söylüyor, o da önder olmasına rağmen istişareyle hareket ediyordu.
Güvenilir olmalıdır
Hz. Peygamber, “İstişare edilen kişi, kendisine güvenilen kişidir” buyurmuştur (Tirmizî, Edeb, 57; Ebû Davûd, Edeb, 114). Bu rivayete göre fikrine başvurulacak kimse, güvenilir bir kimse olmalıdır. Hadis, bir bakıma, sorunların, güven vermeyen, hakikati olduğu gibi söyleyeceğinden emin olmayan kişilerle danışılmaması gerektiğini de vurgulamaktadır. Hz. Peygamber, kendisiyle istişâre edilen kimsenin güvenilir olmasının adeta bir mecburiyet olduğunu, tersinin ise ihanet olduğunu şöyle ifade etmiştir: “Kim, bir kardeşine, gerçeğin başka olduğunu bildiği halde bir şeyi tavsiye ederse ona ihanet etmiş olur.” (Ebû Davûd, İlim, 8)
Hz. Peygamber’in Hendek Savaşı’nın planıyla ilgili Selmân-ı Farisî’yle yaptığı istişare şöyledir: Efendimiz, Mekke’deki müşriklerin savaş hazırlıklarından haberdar olunca, ashabını topladı. Resulullah (s.a.v.) savaşın ne şekilde yapılacağı konusunda sahabîlerle istişare etti. Selman-ı Farisî (r.a.) Medine’nin çevresine hendek kazılmasının uygun olacağını ifade etmiş, kavmi Farisiler’in bu yöntemden faydalandığını, bir şehri kuşattıklarında etrafına hendek kazdıklarını söylemişti. Selman-ı Farisî’nin bu görüşü isabetli bulundu. Hz. Peygamber, hendek kazılmasını emretti, kendisi de hendeğin kazılmasında çalıştı.
Kuran’ın ruhuna aykırı
İstişare bazen kişisel konularda da yapılır. Mesela bir ev alacak, evlenecek, bir işe girişecek kişinin bu konuda tecrübe sahiplerine danışması gibi. Bu manadaki akıl danışmaları da kişiyi tecrübesizlikten kaynaklanan hatalardan korur.
Resulullah (s.a.v.) istişare edilecek meselede kimi veya kimleri ilgilendiriyorsa, erkek-kadın, genç-yaşlı ayırımı yapmadan onların fikirlerine başvurmuştur. Hz. Peygamber, kadınlarla istişare etmeyi ihmal etmemiştir. “Kadınlarla istişare edilemez” gibi bir anlayış, Kuran’ın ve sünnetin ruhuna aykırıdır. İstişârede ölçü cinsiyet değil, liyakattır.
Günümüzde insan ilişkileri çok yönlü ve daha karmaşık bir hal aldığı için istişâreye daha fazla ihtiyaç duyulmaktadır. Bu sebeple başarıya ulaşmak için, ferdi, ilmi, siyasi, ticari vb. tüm alanlarda istişâre mekanizmasını canlandırmak gerekir. İstişareden amaç çok sesliliğe, değişik fikir ve görüşlere engel olmak değil; kollektif aklı öne çıkararak ilgili herkesi problemlerin çözümüne ortak kılmaktır.
Abdülhamit Han Camii
Kahramanmaraş’taki Abdülhamit Han Camii, Onikişubat ilçesinde yer alır. Cumhuriyet dönemi eseri olan cami, hayırseverler tarafından 1993-2010 yılları arasında inşa ettirilmiştir.
Cami ile beraber Kur’an kursu, kütüphane, internet salonu, taziye evi, morg, gasilhâne, tuvalet, şadırvan, abdest muslukları, kapalı otopark, sergi salonu, sağlık ocağı, farklı boyutlarda mağaza ve dükkânlar, botanik bahçesi ve seyir terası da yapılarak bir külliye şeklinde tasarlanmıştır.
Selatin cami formunda
Yapı, merkezi planlı camiler grubuna girer. Kare planlı olan yapı, dıştan 57.50 x 57.50 m ölçülerinde olup, harim, avlu ve son cemaat yeri ile harimin köşelerine yerleştirilen üçer şerefeli dört minareden oluşur. Abdülhamit Han Camii, klâsik dönem Osmanlı mimari özellikleri taşıyan “Selatin Camiler” formunda inşa edilmeye çalışılmıştır. Fakat klasik dönem Osmanlı camilerinde gördüğümüz revaklı avlu şemasına camide yer verilmemiştir; bu durum yapının mimari bütünlüğünü zayıflatmaktadır.
İç mekân, ortada sivri kemerler yardımı ile dört fil ayağının üzerine oturan ve köşelerden pandantiflerle geçilen 22 m çapında ve 46 m yüksekliğinde merkezi kubbeyle kapatılmıştır. Merkezi kubbe dört yarım kubbeyle desteklenerek harim kısmı genişletilmiştir. Çapraz eksenlerdeki köşeler ise, yine pandantiflerle geçilen birer küçük kubbeyle örtülmüştür.
Harimin köşelerinde bulunan dört minare, üçer şerefeli olup 88.33 m yüksekliğe sahiptir; kuzeydoğu köşedeki minare asansörlü yapılmıştır. Camide oldukça zengin kalem işi, taş, mermer, çini, vitray ve ahşap bezemeye yer verilmiş olup, klâsik dönem Osmanlı süsleme özelliklerini yansıtmaktadır.
Abdülhamit Han Camii’nin plan şemasında, Mimar Sinan’ın “Çıraklık” eseri olan İstanbul Şehzade Camii’nin (1544-1548) yansımaları görülmekle beraber, bu yapıda yarım kubbeleri destekleyen eksedralara yer verilmemiştir.
Ayrıca Abdülhamit Han Camii, dört minaresiyle de Mimar Sinan’ın “Ustalık” eseri olan Edirne Selimiye Camii’nden (1569-1575) etkilendiği anlaşılmaktadır. Merkezi kubbe yüksekliğinin 46 metre olması, Kahramanmaraş’ın trafik kodu olan 46’yı yani şehri simgelemektedir.
Medine’nin kuzeybatısında, Mescid-i Nebevî’nin 5 kilometre uzağında yer almaktadır. Resul-i Ekrem’in burada öğle veya ikindi namazını kıldırdığı sırada kıblenin Kudüs’teki Mescid-i Aksa’dan Kabe’ye çevrilmesi üzerine “iki kıbleli mescit” anlamına gelen bugünkü adını almıştır. Resûl-i Ekrem, Mekke döneminde olduğu gibi hicretten sonra da on altı veya on yedi ay Kudüs’e yönelerek namaz kıldı ve Mescid-i Kubâ ile Mescid-i Nebevî’nin mihrapları buraya yönelik olarak yapıldı. Bu süre içinde Hz. Peygamber Kudüs’e yönelerek namaz kılmakla birlikte Kâbe’nin kıble olmasını arzulamakta ve bu hususta bir vahiy beklemekteydi. Bu mescidde namaz kıldığı sırada vahiy inmiş ve kıblenin artık Kâbe olduğu bildirilmiştir.
Arafat vakfe yeridir
Mekke’nin 21 kilometre doğusunda Taif dağ yolu üzerinde düz bir alan olan Arafat, haccın en önemli rüknü olan vakfenin yapıldığı yerdir. Hz. Peygamberin “Arafat’ın tamamı vakfe yeridir” (Müslim, “Hac”, 149) hadisi gereğince Arafat sahasının her yerinde vakfe yapılabilir. Arafat’ta vakfe zamanı, Arefe Günü (9 Zilhicce) güneşin zevalinden sonra başlar, ertesi gün şafak vaktine kadar devam eder. Dünyanın dört bir yanından gelen müslümanlar vakfe sırasında, günahlarını itiraf edip Allah’tan af dileyerek kulluklarını ve çaresizliklerini arz ederler. Günümüzde yoğunluk sebebiyle, hacıların büyük çoğunluğu Zilhicce’nin sekizinci günü Arafat’a taşınmakta ve geceyi orada geçirmektedirler. Eskiden Arafat’ta bahçeler, Arefe Günü’nde Mekkelilerin gelip kaldığı güzel mekânlar mevcuttu. Zaman içerisinde bunlardan eser kalmamıştır. Ancak XX. asrın ikinci yarısından itibaren ciddi bir ağaçlandırma projesi uygulamaya konularak Arafat yeşil bir mekân olma özelliğini yeniden kazanmıştır.