Gündem İslamiyet’i kabul eden İran asıllı ilk sahâbî

İslamiyet’i kabul eden İran asıllı ilk sahâbî

07.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Selman-ı Fârisî, İran’da zengin ve itibarlı bir aileye mensup idi. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen Hıristiyanlığı benimser. Daha sonra da bir rahibin söylediklerinin etkisinde kalıp Müslüman olur. Bir olaydan sonra Peygamberimiz onu, ‘Hayırlı Selman’ lakabıyla onurlandırır

İslamiyet’i kabul eden  İran asıllı ilk sahâbî

Asıl adı Mâhbe olan Selman-ı Fârisî’nin hayatı İran’da başlayıp Medine’de meyvesini veren bir gerçeği arayış hikayesidir. Zengin ve itibarlı bir aileye mensup idi. Mecûsî tapınağında kutsal ateşin sönmemesini sağlamakla görevli iken yeni bir din arayışına girer ve ailesinin karşı çıkmasına rağmen Hıristiyanlığı benimser. Bir süre sonra gerçeği bulmak amacıyla memleketinden ayrılır. Uğradığı şehirlerden birinde Hıristiyanlık hakkında bilgi aldığı bir papaz, ölüm döşeğinde iken kendisine pek yakında Arap yarımadasında İbrâhim peygamberin Hanîf dini üzere gönderilecek son peygamberin geleceğini haber verir.
Onun hediye kabul etmekle beraber sadaka almayacağını, ayrıca kürek kemikleri arasında nübüvvet mührü bulunacağını söyler. Bir Arap tüccarıyla tanışan Selmân, onun kervanına katılır. Ancak bir yahudiye köle olarak satılır ve sıkıntılı bir yolculuktan sonra Medine’ye ulaşır.
İlim öğrenmeye düşkün
Hz. Peygamber’in Medine’ye doğru yola çıktığını ve Kubâ’ya geldiğini duyunca hemen oraya gider ve rahipten öğrendiği peygamberlik alâmetlerinin kendisinde bulunduğunu görünce müslüman olur. Köle olduğu için Bedir ve Uhud gazvelerine katılamaz. Hendek Gazvesi’nden önce Resûl-i Ekrem’in tavsiyesi üzerine 300 hurma fidanı dikme işi karşılığında efendisiyle anlaşır.
Hurma fidanları Resûlullah’ın nezâretinde ashabın da yardımıyla gerçekleştirilir ve özgürlüğüne kavuşur. Hz. Peygamber, Selmân ile Ebü’d-Derdâ’yı kardeş ilân eder. Selmân, Hendek Gazvesi’ne ve ondan sonraki bütün savaşlara katılır. Bu gazve sırasında bir hendek kazılmasını teklif etmesi ve hendek kazmadaki başarısı dolayısıyla ensar ve muhacirler Selmân’ı kendilerinden sayma konusunda ihtilâfa düşünce Resûlullah, “Selmân bizden, Ehl-i beyt’tendir” diyerek bu tartışmaya son verir. Resûl-i Ekrem’in bu sözüne dayanan Hz. Ömer halifeliği döneminde diğer Ehl-i beyt mensuplarına olduğu gibi ona da maaş bağlar; fakat Selmân bu parayı sadaka olarak dağıtıp hurma liflerinden ördüğü hasırları satmak suretiyle hayatını kazanma yolunu seçer.
Zâhid bir kişiliğe sahip olan Selmân-ı Fârisî, Resûl-i Ekrem’in övgüsünü kazanır. İlim öğrenmeye düşkünlüğü ve sünnete bağlılığı ile mensubu bulunduğu ashâb-ı Suffe arasında önemli bir yer edinir. Medâin valiliği sırasında bile mütevazı yaşayışını değiştirmediği için halkın takdirini kazanır.
Ensar ve Muhacirlerin ileri gelenlerinin de bulunduğu bir mecliste sahabilerden biri Selman’ı güya neseb bakımından küçümsemek düşüncesiyle orada bulunanlardan kendi soylarını söylemelerini ister. Soran kişinin niyetini tam olarak kavrayamayan sahabiler, sırayla neseplerini söylerler.
‘İslam’ın oğlu Selman’
Sıra Selman’a geldiğinde: “Ben Müslüman olduktan sonra soy sop aramam, bundan böyle ben “İbnü’l-İslam’ım” cevabını verir ve bu olaydan sonra “İslâm’ın oğlu Selman” diye anılır. Bu yüce davranışından ötürü Efendimiz kendisini “Selmanü’l-Hayr” “Hayırlı Selman” lakabıyla onurlandırır.
Irak bölgesindeki fetihler başlayıncaya kadar Medine’de yaşar. Hz. Ömer’in halifeliği zamanında Medâin’e vali tayin edilir. Hz. Osman’ın hilâfetinin sonlarına kadar valilik görevine devam eden Selmân’ın bu sırada vefat etmiştir. Hz. Peygamber’in saçlarını tıraş etmesi sebebiyle berberlerin pîri sayılan Selmân böylece fütüvvet teşkilâtının gelişmesinde önemli rol oynamıştır.
Selman-ı Fârisî, Medâin valisi olunca Ebu’d-Derda ona yazdığı bir mektupta şöyle diyordu: “Allah sizden sonra beni mal ve evlad ile rızıklandırdı. Ayrıca mukaddes beldede ikamet etmeyi lutfetti.” Selman bu mektuba yazdığı cevapta şöyle dedi: “Mektubunuzda mal ve evladla rızıklandığınızı yazmışsınız. Unutmayın ki hayır ve fazilet, mal ve evlad çokluğunda değildir. Mukaddes beldede bulunduğunuzu söylüyorsunuz. Mukaddes belde orada yaşayanları kutsal hale getirmez. Asıl şeref ve yücelik, Allah’ı görür gibi ibadet etmek, yani ihsan şuuruna ermektir.” (Kaynak: Diyanet İslam Ansiklopedisi, c. 36, s. 441 vd.)

?
İftar duası
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttuk, senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü sen her şeyi işiten ve bilensin.”
?

?
Bir hadis
“Dul ve yetimlere yardım eden kimse, Allah yolunda cihat eden veya gündüzleri oruç, geceleri ibadetle geçiren kimse gibidir.” (Müslim, Zühd, 2)
?

TEŞVİKİYE CAMİİ

İstanbul Nişantaşı’nda semte adını veren Teşvikiye Camii, Sultan Abdülmecid tarafından 1854’te yaptırılmıştır. Caminin nüvesi 1794-1795 yıllarında 3. Selim’in buraya inşa ettirdiği mescittir.
Padişahın gezileri sırasında namaz kılması için yapılan ahşap mescit, Nişantaşı’nın o zamanlar boş olan arazisindeki ilk binasıdır. Küçük ve bakımsız olduğundan zamanla ihtiyaca cevap veremez hale gelen mescide yapılan eklemelerle bugünkü Teşvikiye Camii’nin temelleri atılmıştır.
Avlusundaki bulunan iki menzil taşından, bir zamanlar atış talimlerinin bu civarda yapıldığı anlaşılan caminin, varlığı ibadet ihtiyacını giderirken, günübirlik gezilerin de çoğalmasına vesile olmuştur. Sultan Abdülmecid’in Topkapı Saray’ından Dolmabahçe Saray’ına taşınmasından sonra haneden üyeleri ve ileri gelen devlet görevlileri de bölgeye yerleşmeye başlamıştır.
Teşvikiye Camii’nin hünkar mahfili kapısının üzerindeki manzum kitabesinde, bu semti ihya edenin ve Teşvikiye Cami’ni yaptıranın Sultan Abdülmecid olduğu anlatılmaktadır. Caminin avlusunda iki tane nişan taşı vardır. Üzerindeki kitabelerde 3. Selim’in tüfekle bin 260 gezden (bir gez, bir ok boyudur) su testisi hedefini ve 2. Mahmud’un testi hedefini vurduğunu anlatmaktadır.

Sesi güzel ve tesirli bir peygamber: Hz. DÂvÛd

Kuran’da adı çokça geçen peygamberlerden biri de Hz. Dâvûd’dur. İsrailoğullarına gönderilen Hz. Dâvûd, Hz. Süleyman’ın babasıdır. Kudüs’te doğmuş, orada yaşamış ve yine orada vefat etmiştir. Dört büyük kitaptan biri olan Zebur kendisine gönderilmiştir. Bütün peygamberler gibi Hz. Dâvûd da insanları Allah’ın dinine davet etti ve adaletle hükmetti. Kudüs’ü başkent yaptı ve “Mescid-i Aksâ” adıyla Kuran-ı Kerim’de bildirilen büyük bir mescidin inşasını başlattı. Mescidin yapılıp bitirilmesi işini oğlu Süleyman’a vasiyet ederek, yüz yaşında vefat etti. Hz. Davud’a verilen üstünlüklerden bir kısmı Kuran’da zikredilmiştir.
O, her şeyden önce bir peygamber idi. Aynı zamanda kendisine saltanat da verilmişti. Allahu Teâlâ, mucize olarak dağları, taşları, kuşları O’nun emrine vermişti. Sesi çok güzel ve tesirliydi. Yanık sesiyle Zebur’u okumaya başlayınca, kuşlar havadan ağaçlara iner, hep birlikte okunan Zebur’u tekrar ederlerdi. Allah, Hz. Davud’a demiri ateşe sokmadan ve dövmeden istediği şekli verebilme mucizesi verdi. Demirden zırh yapar, elinin emeğiyle geçinir, devlet hazinesinden bir şey almazdı. Yırtıcı hayvanlar, Hz. Davud’un huzuruna gelip, ona tam bir bağlılıkla hizmet ederlerdi. Hz. Dâvûd, çok ağlar, çok ibadet ederdi. Gündüzü oruçla, geceyi namaz kılarak ibadetle geçirirdi. Gecenin ancak üçte bir kısmında uyurdu. Bir gün oruç tutar, diğer gün tutmazdı.

Hazreti Muhammed’in öğrettiği bir dua
Allah’ım! Harama bulaşmaktansa helalinle yetineyim. Beni lütfunla başkasına muhtaç etme (Tirmizi, Deavât, 110)

Çocuklara eşit davranmak

Anne-babaların çocuklarıyla ilgili olarak dikkat etmeleri gereken hususlardan birisi de onlara eşit davranmaktır. Numan b. Beşir anlatıyor: “Babam malının bir kısmını bana vermişti. Annem ise babama: “Oğluna bu malı verdiğine dair Peygamberimizi şahit göstermedikçe ben razı olmam.” dedi. Babam da malı bana verdiğine şahit yapmak için beni Peygamberimize götürdü ve durumu anlattı.
Peygamberimiz ona, ”Bunu bütün çocuklarına yaptın mı? Yani Buna verdiğinin mislini öbür çocuklarına da verdin mi?” Diye sordu. Babam, “Hayır diğer çocuklarıma vermedim” dedi. Bunun üzerine Peygamberimiz ona, “Allah’tan korkun, çocuklarınız arasında adaleti gözetin (diğer bir rivayette: O halde beni şahit tutma, çünkü ben haksızlığa şahit olmam) dedi. Babam döndü ve bana verdiğini geri aldı (Buhârî, Hibe, 13).

Sorularınız için: kyasaroglu@gmail.com

Yazarlar