Gündem Kelebeğin rüyası mı gerçek mi?-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

Kelebeğin rüyası mı gerçek mi?-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

11.03.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Şık elbisleriyle baloları dolduran, tenis turnuvaları düzenleyen İstanbul hatta Avrupa kentleriyle yarışan elitlerle esir gibi madende çalışan işçiler. Kelebeğin Rüyası mı gerçek mi? İşte 1940’larda Zonguldak’ın iki yüzü:

Kelebeğin rüyası mı gerçek mi-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

Başlarken...

Haberin Devamı

Unutulan kentin izinde...

Kelebeğin Rüyası filminin fragmanı yayınlanmaya başladığında, izleyenler filmin Türkiye’de geçtiğine inanmakta zorlandı. Film gösterime girdiğindeyse şaşkınlık daha da arttı. Zira sinema salonlarını dolduranların karşısında büyük balolar, tenis turnuvaları, kızlı-erkekli arkadaş grupları, son moda elbiseler, sanata gönül vermiş insanlar ile mükellefiyet (yükümlülük) döneminde madende çalışmaya zorlanan, kaçınca silah zoruyla geri getirilen, açlıktan kırılan insanlar vardı ve film 1940’lı yılların Zonguldak’ında geçiyordu. Filmin gişede

elde ettiği başarı ve topladığı beğeniyle gözler Zonguldak’a döndü. Bugün ‘sıradan’ bir Anadolu kenti olan Zonguldak’ta gerçekten böyle şaşaalı bir dönem yaşanmış mıydı yoksa hepsi ‘film icabı’ mıydı? Eğer gerçekten Zonguldak, Cumhuriyet’in ilk kuruluş aşamalarında böylesine gösterişli bir yaşam sürmüşse bugün ne değişmişti? Mükellefiyet dönemi bu kadar ‘acımasız’ mıydı? Bu iki zıt yaşam bir arada nasıl sürdürülmüştü? Milliyet bu soruların cevaplarının izini Zonguldak’ta sürdü. Sonuç çarpıcıydı: ‘Elit tabaka’ 1960’ların sonuna hatta 80’lere kadar İstanbul’la yarışan, baloların düzenlendiği, canlı bir gece hayatına sahip, modayı yakından takip eden, bahçıvanların bin bir emekle bakımını yaptığı bahçeli evlerin olduğu bir Zonguldak’ta yaşarken işçiler, şehrin o tarafına asla geçemedikleri, yoksullukla mücadele ettikleri, pavyon adı verilen 150 kişilik bit-pire dolu yatakhanelerde kaldıkları bir Zonguldak’ta çile dolduruyordu. Dönemin tanıkları o günleri, yeni kuşak bugünkü Zonguldak’ı, şehir üzerine çalışmalar yapanlarsa kentin geçirdiği dönüşümü Milliyet’e anlattı.

Haberin Devamı

Afet Hanım yeni diktiği uzun, payetlerle süslenmiş şık tuvaletini giydi, büyük bir özenle topuzunu ve makyajını yaptıktan sonra üzerine etolünü aldı, topuklu dore rengi ayakkabılarını giydi ve kapıya yöneldi. Bu sırada annelerini gören iki küçük kız, büyük bir hayranlıkla ona baktılar. “Biz de böyle giyinmek istiyoruz” diye tutturdular. Anneleri Afet Şeker, “Büyüyünce” yanıtını verdi ve eşi Hüseyin Şeker ile birlikte Tıp Balosu’na gitmek için evden çıktı. İki küçük kız hayranlıkla izledikleri annelerinin ardından iç geçirerek, “Büyüyünce biz de böyle giyinip balolara gideceğiz” diye düşündüler. Fakat hayallerindeki o gelecek gelmedi...
Tahsin, heyecanla milli bayramların gelmesini bekliyordu. Çünkü büyük şenliklerle kutlanan milli bayramların hazırlıkları günler öncesinden başlıyor, büyükleri büyük özenle kutlamaların yapılacağı balolara katılmak için elbiseler diktiriyor, çocuklar kutlamalar için düzenlenen geçit törenlerin yer almak için hazırlanıyordu. Zonguldak’ta tam bir bahar havası eserken takvimler 1940’ların ortasını gösteriyordu.
Şehrin en meşhur lisesi Mehmet Çelikel Lisesi’nin Beden Eğitimi Öğretmeni Canpolat Pamay, atletizmde Türk Milli Takımı’nda yer alacak öğrencilerin listesini hazırladı. Son kontroller için sağlamasını yaptı ve milli takım için okulundan yapılan atlet listesinde 30 isim olduğunu saydı. Okulu ile bir kez daha gurur duydu ve öğrencilerinin yanına gitti.
Bu hikayelerin hiçbiri kurgu ya da bir kitaptan değil. Taş kömürün Türkiye’deki cenneti Zonguldak, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Avrupalıların göz bebeğiydi... Şehrin işgali ile bir çok mühendis şehre getiriliyordu. Ülkelerindeki alıştıkları yaşam standartlarını koruyabilmek amacıyla tenis kortları, plajlar açılıyor, Avrupai bir yaşam tarzı inşa ediliyordu. Cumhuriyet’in kurulması ile şehir bu defa Türkiye’nin göz bebeği haline geliyordu. Türkiye’nin ilk mühendisleri çalışmaları için Ereğli Kömür İşletmeleri’ne (EKİ) yönlendiriliyordu. Yurtdışında okumuş genç mühendislere şehri cazip kılmak için de yabancılardan kalma yaşam standartları devam ettiriliyordu. Zonguldak’ta böylece EKİ’nin ve şehrin önde gelenleri arasında 1940’lardan 70’lerin sonuna kadar bir masal yaşanıyordu.

Haberin Devamı


Kelebeğin rüyası mı gerçek mi-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

Yine 1940’larda aynı kentin karanlık yüzünü de madencilerin
kömür ocağında zorlu mücadelesini yansıtıyor.

Haberin Devamı

Her baloya ayrı tuvalet
Yaşananların gerçek olduğunun tek kanıtı ise o günleri görenler. Yazı dizisi için kapısını çaldığımız yaşı 70’i aşmış Zonguldak’ın önde gelenleri, “Gençliğinizde burası nasıl bir şehirdi” sorusunu duyunca önce iç geçiriyorlar. Geçmiş hep özlemle anılan bir şey olsa da Zonguldaklılar için ‘geçmiş’in anlamı başka... Çünkü sokağa çıktıklarında onlara geçmişi hatırlatan tek bir anı neredeyse kalmamış. Şehrin feneri dışında ne bir yapı, ne gençliklerindeki plajlar ve deniz, ne bahçeli güzel evler, ne şık giyimli insanlar, ne gösterişli balolar, ne de elde edilen başarılar... Sanki bir fırtına esmiş, Zonguldak’ta geçmişe ait ne varsa silip götürmüş. Gözleri anlatırken ara ara uzaklara dalsa, yaşlar akmaya hazır beklese de aslında çok mutluydular. Bugün ardında hiçbir iz kalmayan o geçmişi yeniden anlatmak, hatıralar arasında yolculuk etmek, hatıralarının masal değil gerçek olduğunu onlara hatırlattı.
Zonguldak’ın Çaycuma kazasında 1940’ta dünyaya gelen Afet Şeker, ‘eski Zonguldak’ın en yakın tanıklarından. “O zamanlar biz etkinliklere çok iştirak ederdik. Yılbaşı balolarını hiç kaçırmazdık” diye söze başlayan Afet Şeker, 1960’ta ticaretle uğraşan Hüseyin Şeker ile evlendikten sonra Zonguldak merkeze taşınınca Zonguldak’ın gösterişli yüzü ile tanışmış. “Nasıldı o günler” dediğimizde yüzüne konan buruk gülümseme ile başlıyor anlatmaya:
“Film yıldızı gibi tuvaletler nakışlı, omuzları kürklü elbiseler giyer, saçlarımızı topuz yapardık. Her etkinliğe ayrı, özel kıyafet hazırlardık. Deniz Kulübü diye bir yerimiz vardı, üye olmayanlar giremezdi, herkes de üye olamaz, üye olanlar araştırılırdı. Ancak EKİ mensupları ile tanıdık bulanlar üye olabilir ve faaliyetlerinden yaralanabilirlerdi. Onlar da düzenli aidat öderlerdi. Kulüpten denize girmek dahi herkese serbest değildi. Sonra hep büyük sanatçılar gelirdi. Her cumartesi akşamı Deniz Kulübü’nde canlı müzik olurdu, hiç kaçırmazdık. Çok büyük, çok güzel bir orkestrası vardı. Yılbaşı balolarını, tıp balolarını hiç kaçırmazdık. Haftaiçleri de evlerde partiler verir, yer, içer eğlenirdik. Ankara’ya yakın olduğu için sık sık ülkenin önde gelen siyasetçileri Zonguldak’a gelirdi. Zonguldak şimdiki gibi değildi o zamanlar, çok daha bakımlıydı. Fener semtinde o zamanki adıyla EKİ’ye mensup müdürler, baş mühendisler falan otururdu. Evler hep bahçeliydi. Her evde mutlaka bahçıvan olur, bahçe parmaklıkları her sene beyaza boyanırdı. Herkesin bahçesi, bakımlı ve güzeldi. Sonra o yapı bozuldu. O evler satıldı. Satın alanlar evleri değiştirdi. Şimdi eski nezih hali yok.”

Fener semti ve Deniz Kulübü
Zonguldak’ın geçmişini öğrenmek için kimin kapısını çalsak Afet Şeker gibi dudaklarından ilk dökülenler, Fener semti ve Deniz Kulübü oluyor. Aileden ticaretle uğraşan Tahsin Güner, Zonguldak’ın ihtişamlı tarafına nasıl canlı tanık olduğuna bizi inandırmak için “Ben 8 yaşından beri Fener’e gidip gelen insanım” diye konuşmaya başlıyor, “Arkadaşlarım o muhitteydi. Zonguldak, o zaman kültürün en yüksek olduğu yerdi. Cumhuriyet tarihini en iyi yaşayan vilayet burasıdır. Garden partiler düzenlenirdi mesela yani evlerin bahçelerinde partiler verilirdi. Balolar verilirdi. Büyüklerimiz balolara giderdi. Kadınlar mutlaka tuvalet giyerdi. İstanbul haricinde hiçbir yerde yokken burada gazino vardı. Tüm ünlü sanatçılar gelirdi. Bir de Deniz Kulübü’müz vardı...” derken sözü yanındaki yakın arkadaşı Erdal Şeker alıyor. Erdal Şeker heyecanla Deniz Kulübü’nü anlatmaya başlıyor:
“Deniz Kulübü’nde yelken yarışları düzenlenirdi. Basket maçları, tenis maçları yapılırdı. O zamanlar Türkiye’de kimse basketi, yelkeni bilmezdi ama burada hepsi oynanırdı.”

Haberin Devamı

Kelebeğin rüyası mı gerçek mi-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

30 milli atlet

Aslında Erdal Şeker bu anlatısı ile gözümüzden kaçan bir noktaya parmak basmıştı. Zonguldak o zamanlar sadece baloları, şıklığı ve nezih yaşantısı ile değil aynı zamanda spordaki başarıları ile de dikkat çekiyordu. Bunun üzerine, ülkenin spor ve eğitim tarihinin görgü tanığı Mehmet Çelikel Lisesi’nin beden eğitimi öğretmenliği ile hem bu lisenin hem de TED Koleji’nin müdürlüğünü yapan Canpolat Pamay’ın kapısını çaldık. Pamay geçmişi en hüzünle anlatan isimdi. Köksal Toptan, Mehmet Haberal, Fikret Bila gibi isimlerin öğretmenliğini yapan, 1925 doğumlu Pamay şehrin sporda nereden nereye geldiğini anlatmak için söze şöyle başlıyor:
“O zamanlar Zonguldakspor birinci lige çıkmıştı. Şimdi 3. ligde bile zor duruyor.”
O zaman 3 lise ile 30 milli atlet çıkardıklarını söyleyen Pamay, bugün şehirde 15 lise olduğunu buna karşılık tek bir atletizm takımı dahi bulunmadığını hatırlatıyor. “Burada yabancı antrenörler vardı. 8-10 tane tenis kortu vardı. Şimdi bir tane kort kaldı. Masrafları karşılayamayınca kapandı” diyen Pamay daha sonra sözü spordan eğitime getiriyor: “Mehmet Çelikel’de ben müdürken son sınıfların üniversiteye giriş oranı yüzde 85 ile 99 arasında değişiyordu.”
Pamay, bozulmanın eğitim alanında da yaşandığını vurgulayarak, “O zaman okullarda olay nedir bilmezdik şimdi her gün olay çıkıyor” diyerek sözünü tamamlıyor.


Kelebeğin rüyası mı gerçek mi-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

Canpolat Pamay’ın da yer aldığı Zonguldakspor, birinci lig günlerini yaşıyor.

Gündelik yaşam, spor ve eğitimin ardından bu defa filme de konu olan Zonguldak Halkevi’nin izini sürmeye başlıyoruz. Şehrin kültürel tarihi üzerine araştırmalar yapan Zonguldak Kültür Evi (ZOKEV) mütevelli heyetinden Ahmet Öztürk, Zonguldak Halkevi’nin o dönem başarılı işler çıkardığını söyleyerek bunu da sahip olduğu kadroya bağlıyor: “Çok iyi bir kadro vardı. Bu davaya başını koymuş, buna inanmış ve bunun için çabalayan insanlar vardı.”
Tüm Zonguldaklıların hayallerinde ayrı bir yere sahip olan Halkevi’nin Tahsin Güner’deki yeri ise apayrı. “Bizim evimiz Halkevi’nin hemen üstündeydi. Benim çocukluğumdan aklımda kalan en acı hatıra Halkevi’nin boşaltılmasıdır. O boşaltılmayı an ve an izledim. Sonra o sırada içeri girdim. Kulislerinde dönemin ilk opera kıyafetlerini gördüm” diyerek bir çocuğun hafızasında Halkevi’nin bıraktığı izleri anlatıyor. Zonguldak Halkevi’nin şehirdeki eğitim alanında da önemli yer tuttuğunu söyleyen Pomay, “Evde kitabı olmayan oraya gider kitabını okurdu. Müzik kolu vardı, folklor kolu vardı, tiyatro kolu vardı. Çok muazzam çalışırlar, bir eğitim-öğretim terbiyesi alırlardı” diyor.

Kelebeğin rüyası mı gerçek mi-1940’ta Zonguldak hem kara hem elmas

Afet Şeker’le kızı Berran Aydan 1940’dan günümüze kenti anlattı.

İki kuşak iki Zonguldak

Afet Şeker’in kızı Berran Aydan, şimdi annesinin anlattığı o ihtişamlı dönemden geriye hiçbir şey kalmadığını söylüyor. Aydan, Zonguldak’ın bugününü şöyle anlatıyor:
“Zonguldak benim çocukluğumdan, annemlerden hatırladığım kadarıyla daha moderndi, şimdiki gibi değildi. Herkes çok şık giyinirdi. Kadınlar mutlaka döpiyes ve topuklu ayakkabı giyerlerdi. Bugün bir eğlence, etkinlik olduğunda kimse o günlerdeki gibi giyinmiyor ki... O ihtişam, o nezihlik yok. Film izlerken aklıma hep babamın anlattıkları geldi. Yemyeşil bir doğa, tertemiz bir deniz varmış. Bugün denize neredeyse hiç giremiyoruz çünkü çok kirlendi. Kadınlar da daha rahatmış. Şimdi öyle değil.”

Yarın: Şehrin diğer yakasında hayat: Mükellefiyet dönemi ve madencilerin yaşamı...