Gündem ‘Sıradan insanları anlatmayı seviyorum’

‘Sıradan insanları anlatmayı seviyorum’

25.04.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Pulitzer Ödüllü yazar Elizabeth Strout’un yeni kitabı ‘My Name is Lucy Barton’ önümüzdeki günlerde Türkçe yayımlanıyor. Strout Milliyet Sanat dergisinin nisan sayısına yeni kitabını anlattı

‘Sıradan insanları anlatmayı seviyorum’

Amerikalı yazar Elizabeth Strout’u ilk kez 2010 yılında ‘Kül Mevsimi’ (Olive Kitteridge) isimli romanı Türkçeye çevrildiğinde tanıdık. Ülkesinde 2008’de yayımladığı ‘Kül Mevsimi’ bir yıl sonra Pulitzer Ödülü’ne değer görüldü ve 2014 yılında HBO kanalı tarafından ‘Olive Kitteridge’ adıyla televizyona uyarlandı. Tüm aksiliğine ve kusurlarına rağmen Olive Kitteridge isimli başkarakterin insancıl yönlerini ön plana çıkaran yazar evlilik, yaşlılık, pişmanlıklar gibi temaları merkeze alan bir hikâye anlatıyordu. Strout’un bu ay Epsilon Yayınları etiketiyle Türkçe yayımlanacak son romanı ‘My Name is Lucy Barton’da ise Lucy’nin hayatına dahil oluyoruz. Küçük bir kasabada büyüyen, yetişkinlik döneminde New York’a taşınan ve evliliğiyle birlikte sınıf atlayan Lucy’nin geçirdiği bir operasyon sonrası hastaneye yatmasıyla açılan roman, başkarakterin geçmişiyle geleceği arasında mekik dokurken aile, evlilik, evlat sahibi ve yazar olma durumları üzerinden ilerliyor.

Haberin Devamı

Strout hâlâ çok konuşulan romanı ‘Kül Mevsimi’ başta olmak üzere ‘My Name is Lucy Barton’ ve yazar olma durumunu Milliyet Sanat dergisine anlattı...

Deney tüpüne koymuş gibi

Romanda Lucy, geçirdiği bir ameliyet sonrasında uzunca bir süre hastanede yatıyor. Biz de bu sırada sadece Lucy’nin geçmişi değil, geleceği hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Başkarakterin hikâyesini, ailesinden ve hatta diğer dünyadan kopararak bir hastane odasında başlatma fikri nasıl gelişti?

Lucy ve annesiyle ilgili sahneler yazmaya karar verdiğimde, hikâyelerini bir hastanede başlatmayı düşündüm ve baktım ki işe yarıyor, devam ettirdim. Daha sonra şunu fark ettim: Birbirini uzun yıllardır görmeyen iki insanı böyle bir ortamda buluşturmak doğru bir adımmış. Hastanede ikisi de tüm dünyayla bağlantılarını koparmaya başladı ve birbirlerine gittikçe bağlandı. Sonra ne yaptılar diye soracak olursanız, konuştular... Onları dünyadan izole ederek birlikte bir deney tüpünün içine koymuşum gibi hissettim. Ve sonra romana özel bir “hastane” bölümü yapmaya karar verdim.

Haberin Devamı

‘My Name is Lucy Barton’ aile, hastalık ve maddiyat gibi evrensel konular etrafında dönüyor. Bir önceki romanınız ‘Kül Mevsimi’nde de yine aynı konular öne çıkıyordu. Bu iki roman üzerinden bir değerlendirme yapacak olursak, sizin de karakterlerinizle aynı meseleler üzerine hassasiyetleriniz olduğunu söyleyebilir miyiz?

Romanlarım otobiyografik değil ama elbette hayatımdan bazı şeyleri kurgulayıp romanlarıma yerleştiriyorum.

Deneyimlediğim, başıma gelen ya da duyduğum birçok şeyi tekrardan kurgulayarak yazmayı seviyorum. Karakterlerimle aynı hassasiyete sahip olup olmadığımı bilmiyorum, ama hikâyesini anlattığım tüm karakterilerimi severek yazdığımı biliyorum. Yazarken en çok sevdiğim şey ise, yaratacağım karakterlerim hakkında fikir yürütmek ve bilgi sahibi olmak. Gerçek hayatta, ben de dahil olmak üzere, insanları yargılarız. Ama elime kalem aldığımda, yazdığım kişiler ne kadar zavallıca davranırsa davransın hepsini çok seviyorum, onları yargılamıyorum. Sıradan hayat yaşayan sıradan insanlar hakkında yazıyorum, çünkü beni sıradan insanlar ilgilendiriyor.

Haberin Devamı

Amerika’daki sınıf meselesine eleştiri

Doğa tasvirleriniz ‘Kül Mevsimi’nde büyüleyiciydi. ‘My Name is Lucy Barton’da ise başkarakter taşrada büyüyor ama yetişkinliğinde New York’a yerleşiyor. Doğadan vazgeçip bir ‘şehir hayatı’ anlatmaya nasıl karar verdiniz?

Her insan ve her karakter için mekân her zaman çok önemlidir. Bir hikâyede zaman ve mekân kavramı, onu özel kılan unsurlardandır bana göre. ‘My Name is Lucy Barton’da da Amerika’daki sınıf meselesinin üstüne gitmeye çalıştım. Lucy’nin taşrada izole ve belli bir sınıfta başlayan hayatı daha sonra büyük bir sıçramayla değişiyor. New York’a yerleştikten sonra üst orta sınıfa dahil oluyor ve oraya adapte olma sürecini gözlemliyoruz. New York bir taraftan da büyük imkânlar sunuyor Lucy’ye. Çocukken katlanmak zorunda kaldığı izole hayatı, şehir yaşamında ona yeni ufuklar açmasında yardımcı oluyor.