Gündem Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - Osman Baydemir de umutlu ve temkinli

Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - Osman Baydemir de umutlu ve temkinli

29.05.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Süreci sekteye uğratmak isteyen kesimlere karşı tedirginlik ve temkin mevcut. Aynı yaklaşımı Baydemir’de de görüyorum. “Dikkatli olmalıyız, süreci bozmak isteyen odaklar olacaktır” diyor

Tarihi uzlaşma yolunda Türkiye - Osman Baydemir de umutlu ve temkinli

Kürt siyasi hareketinin barış sürecinden beklentilerini Diyarbakır Sur Belediyesi Başkanı Abdullah Demirbaş’la konuşurken bana, “ilk defa sana anlatıyorum” diyerek bir fıkra anlatıyor. “Diyarbakır’ın siyasi ağır ağbilerinden biri bir gün kabadayıları toplayıp bir seminer vermiş. Güya illegal yoldan nasıl çıkmaları gerektiğini, daha önce o yoldan çıkmış olan bir örnek üzerinden anlatıyor. İki saat boyunca konuştuktan sonra dönüp içlerinden birine “ne anladın?” diye soruyor. Adamcağız da duruyor, düşünüyor ve sonunda ayıp olmasın diye cevap veriyor: “Valla başkanım, anladığım odur ki bu bahsettiğin adam ayık oğlu ayıktır!”. “İşte, diyor Abdullah Demirbaş, PKK de hükümet de barış istemeyenlere karşı ayık oğlu ayık olmalıdır. Uyanık olmalıdır”.

Olumlu bir beklenti
Barış süreci bölgede öyle olumlu bir beklenti yaratmış ki, süreci sekteye uğratmak isteyen kesimlere karşı büyük bir tedirginlik ve temkin mevcut. Aynı umutlu ama temkinli yaklaşımı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Osman Baydemir’de de görüyorum. “Mutlaka dikkatli olmalıyız, bu süreci bozmak isteyen bir sürü odak olacaktır” diyor konuşmamız sırasında. Diyarbakır Belediyesi son yıllarda bu konuda özen ve özveriyle çalışmakta olan bir Belediye. Başkanın amacı şehri uluslararası bir seviyeye çıkarmak, bunun önkoşulu da elbette barış. Bundan uzun yıllar önce Diyarbakır’a gittiğimde her parmağında ayrı marifet olan gençler bana “hocam burada bir konservatuar olsa, biz de sanatla müzikle uğraşmak istiyoruz” demişlerdi. 2010 yılında kurulan Aram Tigran Konservatuarı hem kültürler arası bir köprü kurmakta, hem de bu ihtiyaca karşılık vermekte son derece önemli adımlar atmış. Ben oradayken Zürih Yaylı Çalgılar Orkestra’nın gençleri DBB Aram Tigran Konservatuarı’nın davetlisi olarak gelip bir konser verdiler. Şimdi artık buradaki Kürt gençlerin savaş ve dağa gitmek dışında bir hayatları daha var. Barış süreci Diyarbakır başta olmak üzere önce bölgede, sonra bütün Türkiye’de çok önemli bir normalleşmeyi de beraberinde getirecek: Hem siyasal, hem sosyal, hem ekonomik, ama belki de en önemlisi psikolojik normalleşmeye hasret kalmış bir ülke Türkiye.

CHP’yi katma ısrarı
Kürt siyasi hareketinde gözlemlediğim bir diğer rahatsızlık da Ana Muhalefet Partisi CHP’nin süreç dışı kalması. Bu sebeple Murat Karayılan’ın CHP’yi de sürece dâhil etmek için ısrar ettiğini görüyoruz. Zira sürecin toplumsal seviyede meşruiyetinin artması için mutlak surette CHP’nin de bu sürecin bir parçası olması gerekli. Kürt siyasi hareketi de, Kandil de bunu net bir şekilde görüyor.
Geçtiğimiz günlerde Güney Afrika’nın barış deneyimini yerinde incelemek için giden heyetten Ahmet İnsel’in 12 Mayıs’ta Radikal İki’de yayınlanan “Dersimiz Güney Afrika” yazısında, Afrika Ulusal Kongresi’nin (ANC) istihbarat örgütünü yönetmiş ve yeni polis ve istihbarat örgütlerinin oluşması müzakerelerini yürütmüş Moe Shalk’la temaslarından aktardığı şu sözler önemli: “Politikacılar olarak bir kişiye silah vermek, savaş demek kolaydır. Asıl zor olan silahını bırak demektir. Çünkü savaş içinde askeri yapılar belli haklar elde eder ve bunları kaldırmak her iki tarafta da darbe riski yaratır”. Bu görüşmelerden Türkiye’nin de örnek alabileceği bir takım çıkarımlar elde etmek mümkün. Misal askerden arındırma ve korucuların durumunun yeniden düzenlenmesinde hem Sinn Fein ve IRA’nın, hem de ANC’nin benzer deneyimlerinden faydalanılabilir. Kürtler içi Öcalan’ın cezaevi koşulları büyük önem taşıdığına göre bu koşullarda da bir iyileştirme söz konusu olabilir elbet ancak bu durumun önündeki en büyük engel hiç kuşkusuz “bebek katili, terörist başı” tanımlarından “Kürt müzakereci” statüsüne bir anda yükselen Öcalan’ın konumunun Türkler tarafından algılanmasında haklı olarak- yaşanacak kayma olabilir.

Nefret dili bitmeli
Bu noktada elbette medyaya da büyük rol düşüyor. Özellikle kullanılan nefret dilinin önüne geçilmesi gerekli. Uzun yıllar televizyon ekranlarından yansıtılan görüntüler ve kullanılan şiddet içeren dilin, belli bir standart ve nefret yasası çerçevesine alınması büyük önem taşıyor. Sırrı Süreyya Önder’in birçok siyasal mecrada tekrarladığı “Beğenseniz de beğenmeseniz de Öcalan Kürt Özgürlük mücadelesinin siyasi önderi” sözleri, Kürtlerin Türkiye medyasının Öcalan’a yaklaşımındaki hassasiyetlerinin bir kez daha altını çiziyor.
Türkiye kamuoyunun bu süreci içselleştirmesi konusunda akil insanların da işlevi çok büyük elbette. Sivil Dayanışma Platformu Başkanı ve Akil İnsanlar Heyeti Doğu Anadolu grubunda yer alan Ayhan Ogan, 13 Mayıs 2013 tarihinde Yeni ™afak’tan Murat Aksoy’a verdiği röportajda bölgelerde akillere yönelik hırçın tepkilerin sürece desteği arttırdığını söylüyor. Ogan, “Pek çok araştırma çözüme desteğin arttığını ifade ediyor. En büyük şansımız da bu” derken, Doğu Anadolu Bölgesinde insanların çözüm sürecine desteğinin diğer bölgelerle kıyaslanamayacak düzeyde yüksek olduğunu, neredeyse toplumun tamamında bu sorunun askeri ve silahlı yöntemlerle çözülemeyeceği konusunda bir mutabakat bulunduğunu da ekliyor. “Öcalan’ın etkisinin bilinenden çok yüksek olduğunu söyleyebilirim. Sözlerine dini vurguların hâkim olduğu insanlarda bile kimlik vurgusunun ön plana çıktığını gördüm. Acıları en fazla çeken bölge insanları barışa susamış durumda. Burada çözüm süreci sonuna kadar destekleniyor. (Ö) Alevi kesim süreci desteklemekle birlikte özellikle Cemevlerine ibadethane statüsü tanınmasıyla ilgili taleplerini dile getirdiler. Aleviler çözüm sürecini destekliyorlar ama kendileriyle ilgili taleplerini de her fırsatta ifade ediyorlar” diyerek bölgedeki durum hakkında net bir kanı ortaya koyuyor.

Dinamikler zorluyor
Bütün bunların bilançosu olarak şunu söylemek mümkün: Hem iç hem de dış dinamikler Türkiye’yi artık çözüme zorluyor ve bu çözümün silahlarla elde edilemeyeceği ortada. Siyasal ve demokratik yollarla yapılacak bir barış, herkesin barışı olacak. İşte bu yüzden her kesimden insanın kendisini bu barışa ait hissetmesi çok önemli. Evet şu an silahların susmuş olması çok kıymetli bir ilerleme, ancak demokratik adımlar atılmadan, devletin niteliği, kültür ve dillerin korunması, temel haklar konularında eşitlikçi ve özgürlükçü yeni bir Türkiye yaratılmadan sürecin ilerlemesi mümkün olmayacaktır. O yüzden, 1908’de New York’ta 128 kadın işçinin can verdiği bir fabrika yangınının ardından yürüyüşe geçen 15 bin kadın işçinin haykırdığı “Ekmek istiyoruz, ama güller de istiyoruz!” sloganını hatırlayarak, “barış istiyoruz, ama demokrasi de istiyoruz” diyerek sözlerimizi bitirelim.