Gündem Hiçbir çocuk zalim doğmaz

Hiçbir çocuk zalim doğmaz

31.08.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

“Antalya Güzeloba’daki parkta, vicdansızın biri kesici aletle yavru kedinin derisini yüzdü”... “Sakarya’da Sude A. adlı genç kız gözleri oyulmuş bir kedi fotoğrafını sosyal medyada ‘En sevdiğim’ notuyla paylaştı”... “İzmir’in Konak ilçesinde bir köpek, makatına acı biber sokulmuş halde bulundu”... “Yağmurdan korunmak için İstanbul Arel Üniversitesi’nin kantinine giren bir köpek üzerine su dökülerek uzaklaştırılmak istendi”...

Hiçbir çocuk zalim doğmaz

Bunlar son günlerde hayvanlara yönelik işkencelerin basına yansıyan örneklerinden sadece birkaçı... Milliyet, taşıdığı sorumluluk gereği hayvanlara işkence yapan insanların ruh halini ‘Şiddetin anatomisi’ başlığıyla geçtiğimiz haftalarda sayfalarına taşıdı. Arkadaşımız Sevilay Ağar’a konuşan uzmanlar, işkenceden zevk alan bu insanlarda ‘anti sosyal tutum’, ‘kişilik bozukluğu’ ve ‘empati yoksunluğu’ saptandığının altını çizdi. Suç işlemeye yatkın olan bu kişilerdeki özelliklerin tedavi edilebileceğine dikkat çeken uzmanlar ‘aile eğitimi’nin önemine vurgu yaptı. Gelin konuya biraz daha yakından bakalım.
Üç ilişkinin türevleri
Kuşku yok ki hiçbir çocuk suç makinesi olarak dünyaya gelmiyor; aldığı ya da alamadığı eğitimin neticesinde zalimleşiyor. Çocuğun eğitiminin temelini de aile oluşturuyor. Bireysel psikolojinin babası Alfred Adler, ‘İnsanı Tanıma Sanatı’ adlı kitabında bir çocuğun anne, baba ve kardeşi ile geliştirdiği ilişkilerin önemine dikkat çekerek, çocuğun toplumsal hayatta yaşamı boyunca kurduğu diğer ilişkilerin bu üç ilişkinin türevi olduğunu belirtir ve şöyle devam eder: “Ruhsal anormalliklerin bize öğrettiği ilk şey insanın ruhsal yaşamının oluşumunda en güçlü dürtü ve uyarıların ilk çocukluk çağından kaynaklandığıdır. Bu nedenle çalışmalarımızı sürdürürken ilk planda dikkatimizi hastanın çocukluğuna yöneltmeyi her vakit kural edindik. Bir insanda gördüğümüz ruhsal hastalıklara ilk çocukluk yaşantısının izleri olarak bakarız. Çünkü insanlar çocukluklarında edindikleri yaşam modellerini genellikle sürdürür, kolay kolay da kurtulamazlar. Çocuğun ruh yaşamının gözlenmesi insanı tanıma sanatının bel kemiğini oluşturur.”
Öğrenmenin iki yolu
Toplumsal bir varlık olan insanın ana gereksinimlerinden biri de doğayla, insanlarla ve öteki canlılarla bir olarak kendi yalnızlık hapishanesinden kurtulma isteğidir. Bu isteğini gerçekleştirmek için gayret gösterirken aynı zamanda hem yaşamın hem insanların hem de doğadaki tüm canlıların gizemini çözme eğilimindedir. İnsanın bu gizemi çözmesinde ise iki yol vardır der psikanalist filozof Erich Fromm, ‘Sevme Sanatı’ adlı yapıtında. Fromm bu yolları da şöyle anlatır:
“Birincisi, bir başkasının üzerinde tam bir egemenlik kurmak, ona istediğimizi yaptıracak, istediğimiz duyguları hissettirip, istediğimizi istetecek güce erişmektir. Bu yol sadistliğin son evresidir. Karşıdaki canlı tartaklanır, çektiği acının sırrını ortaya koyması için baskı yapılır. Bu yolla bilgi edinmeye çocuklarda çok sık rastlanır. Çocuk herhangi bir şeyi ya da hayvanı bir köşeye çeker, tanıyabilmek için onu kırar, kelebeğin kanatlarını, onu tanıyabilmek için zalimce koparır. Bu zulmün kendisi, daha derinlerden gelen bir dürtüye bağlıdır; eşyaların ve yaşamın sırrını çözebilmek. Bu gizi öğrenmenin öteki yolu ise sevgidir. İnsan sevgide kendisini ve karşısındakini çözer. Bir insanı nesnel olarak tanıdıktan sonra değişmeyen özüyle ancak ve ancak sevgi eylemiyle tanıyabiliriz.”
Sevgi ise bir çocuk için ailede başlar; orada doğar. Doğumdan sonra da hâlâ tümüyle anneye bağlı olan çocuk günden güne bağımsızlaşır; yürümeyi, konuşmayı, tek başına dünyayı tanımayı öğrenir. Bu süreçte sevgilerin en özeli olan annenin koşulsuz sevgisiyle çevrilidir. Çocuğun her tür bakımını üstlenen, olası tehlikelere karşı koruyan anne ona yaşama sevgisi aşılamakla da mükelleftir. Fromm, çocuklardaki yaşama sevincinin ve bağlılığın anneden öğrenildiğini üstüne basa basa yazar. Baba ve çocuk ilişkisi ise sonradan gelişir. Baba insan varlığının diğer kutbunun; düşünceler dünyasının temsilcisi, çocuğun öğretmeni, yaşamdaki yol göstericisidir. Bütün bu anne ve baba sevgilerini eksiksiz yaşayan çocuk sonunda olgun bir kişiliğe dönüşür; yaşamı, doğayı, hayvanları, insanları sever, onların gizemini sevgi yoluyla çözmeyi seçer.

Kötülüğün temelinde sevgisizlik vardır

Yazar Lionel Shriver, birçok dile çevrilen ödüllü kitabı ‘Kevin Hakkında Konuşmalıyız’da annesi tarafından istenmeyen, sevgisiz büyütülen bir çocuğun nasıl suç makinesine dönüştüğünü; tek gecede tüm sınıf arkadaşlarını vahşice öldürüşünü çarpıcı şekilde anlatır.
Dünya edebiyatının başyapıtlarından Harper Lee’nin ‘Bülbülü Öldürmek’ adlı kitabında ise 1930’ların Amerika’sında ırkçılığa karşı mücadele veren iki çocuklu avukat bir babanın hikâyesi işlenir. Sorumlu ebeveyn olmanın en güzel örneklerinden birinin sergilendiği eserde çocuklarına iyi insan olmanın erdemlerini onların anlayabileceği bir dile ifade eden baba, küçük kızına empatiyi şöyle tarif eder: “Bir insanı anlamanın tek yolu dünyayı onun gözleriyle görmektir. Onun ayakkabılarını giyip onun bedeninde dolanmaktır...”
Ve o kadar basittir aslında karşımızdakini anlamak; kesilen bir gürgen ağacını, gözü oyulan bir yavru kediyi, arabanın arkasına bağlanarak sürüklenen bir atı...
Çocuk acımasızlığı da kendisi dışındaki canlıların yaşama hakkı olduğunu da, tüm varlıkların gizemine açılan kapıya sevgi yolundan gidileceğini de ailesinden öğrenir... Anne babaların birinci vazifesi de çocuklarına sevmeyi öğretmek olmalıdır.