Gündem Kibirli kalpte sevgi ve merhamet yeşermez

Kibirli kalpte sevgi ve merhamet yeşermez

17.06.2017 - 02:30 | Son Güncellenme:

Bazı insanlar, çevresindekileri küçük görerek kendisinin ‘en üstün’ olduğu hissine kapılır ve böylece kibir hastalığına yakalanır. Kibirli insan kendini dev aynasında görür. Çevresindekilerin eleştirileri ve uyarıları onun için bir değer ifade etmez

Kibirli kalpte sevgi  ve merhamet yeşermez

Kibir, kişinin başkalarını küçük görerek kendini onlardan üstün saymasıdır. Kimi zaman soyluluk, güzellik, fiziksel güç gibi yaratılıştan gelen birtakım özellikler; kimi zaman da Allah’ın kendisine sonradan bahşettiği zenginlik, makam, ilim ya da nüfuz gibi nimetler, kıskançlığa ve bencil tutkulara meyilli olarak yaratılan insanı kendini beğenmeye sevk eder. Önceleri kendini beğenen kişi, zamanla sahip olduğu güzel özelliklerle övünmeye, başkalarından farklı olduğunu düşünerek büyüklenmeye başlar. Çevresindekileri küçük görerek kendisinin “en üstün” olduğu hissine kapılır ve böylece kibir hastalığına yakalanır.
Kibirli insan daima kendisinden yüksektekilere bakar, onları kıskanır, onlar gibi olmak, hatta onları geçmek için çabalar durur. Bu arzusuna ulaşamazsa hayattan zevk alamaz hale gelir ve sürekli halinden şikayet eder. Arzusunu gerçekleştirdiğinde de sonuç çok farklı değildir. Zira her yükselişinde daha üstün kimselerin olduğu düşüncesi elindekilerle yetinmekten, bunlarla mutlu olmaktan onu uzaklaştırır; doyumsuz hale getirir. Halbuki insanlığa rehber olan Hz. Peygamber, “Sizden daha aşağı olanlara bakın! Sizden üstün olanlara bakmayın! Allah’ın nimetini küçümsememeniz için en uygun olanı budur“ sözüyle haline şükreden kanaatkâr bir kul olmayı tavsiye etmektedir.
Onların kalbi perdelidir
Kibirli insan kendini dev aynasında görür. Çevresindekilerin eleştirileri ve uyarıları onun için bir değer ifade etmez. Getirdikleri emirleri beğenmedikleri için büyüklük taslayarak peygamberlerini yalanlayan ve hatta öldürenler gibi “kalbi perdelidir”, gerçeği göremez. Kendisinin her şeyi iyi bildiğinden emin olan, zekasına hayran bu kendini beğenmiş insan asla hata yapmayacağını, kendisine bir kötülük dokunmayacağını ve elindekilerin bir gün yok olmayacağını zanneder... Malına, makamına, nüfuzuna güvenerek bu nimetlerin geçici birer imtihan vesilesi olduğunu aklına bile getirmez. Kendisini var eden bu nimetlere sımsıkı sarılır, onları kimseyle paylaşmak istemez, cimrileşir ve bencilleşir. Dahası onları hak ettiğini ve hatta kendisinin elde ettiğini düşünerek kullara teşekkürü ve Rabbine şükrü unutur.
Kuran-ı Kerim böbürlenip duran bu şımarık insanların tavrını şöyle dile getirmektedir: “Eğer insana tarafımızdan bir rahmet (nimet) tattırır da sonra bunu ondan çekip alırsak şüphesiz o ümitsiz ve nankör oluverir. Ama kendisine dokunan bir sıkıntıdan sonra ona bir nimet tattırırsak, ‘Kötülükler benden gitti’ der ... “ Bu sevimsiz haliyle dostlarını da kaybeden kişi, kendisinden yararlanmaya çalışan dalkavukları dostu sanır. Allah Resulü kibri şöyle tanımlamıştır: “Kibir, hakikati inkâr etmek ve insanları küçük görmektir.”
‘Böyle bir kalpte kibir olmaz’
Kibir, kıskançlık, cimrilik, açgözlülük, nankörlük ve bencillik gibi müslümana yakışmayan pek çok kötü duyguyu hatta Hakk’a isyanı beraberinde getirir ki bu duyguların hakim olduğu kalpte müslümanlık alameti olan sevgi, merhamet ve güven gibi duyguların gelişmesi mümkün değildir. Bunun için Hz. Peygamber, güzel giyinmekten hoşlandığını ancak bunun kibir anlamına geldiğinden endişe ettiğini söyleyen bir kişiye kalbinin ne hissettiğini sormuş, o kimse Hakk’ı bilen ve onunla huzur bulan bir kalbe sahip olduğunu söyleyince, böyle bir kalpte kibir olmayacağını belirtmiştir.
Rabbimiz insana başkalarını küçümsemeyi ve büyüklük taslamayı yasaklamıştır. “Yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü sen asla yeri yaramazsın, boyca da dağlara asla erişemezsin” diyerek uyarıda bulunmuştur. İslam’a göre Allah’ın dışındaki her büyüklük geçici ve izafi olup gerçek büyüklük O’na mahsustur; O en yüce olandır. Müslümanlar da her gün ezanlarında, namazlarında ve zikirlerinde, ‘’Allahü ekber” diyerek O’nu tesbih etmekte ve Rablerinin yüceliğini dillendirmektedirler. (Hadislerle İslam, Diyanet İşl. Bşk.yay. c. III, s. 331 vd.)

ANKARA Hacı Bayram Camii

Ankara’nın Ulus semtinde Augustus Tapınağı’nın bitişiğindedir. İlk yapılış tarihi 831 H. (1427-1428) olan cami bugünkü haliyle 17. ve 18. asır camilerinin karakterlerini taşır.
Cami uzunlamasına dikdörtgen bir plana sahiptir. Kuzeyde ve batıdaki son cemaat yeri sonradan ilave edilmiştir. Türbenin güneydoğu duvarında kare planlı taş kaideli, silindirik tuğla gövdeli ve iki şerefeli minare bulunmaktadır.
Caminin son cemaat yerinin güneye bakan çıkıntı duvarında sülüsle yazılmış Kelime-i Tevhid mevcuttur.
Tek sahınlı iç mekân ahşap tavan ile örtülüdür. Tavanın ortasındaki altıgen biçimli büyük rozet altı sıra çiçekli bordürle çevrelenmiştir. Aynı rozet daha küçük ölçüde kadınlar mahfilinin batısındaki ek mekân tavanının ortasındaki dikdörtgen panoda da yer alır.
Caminin iç mekân tavanındaki pervazlarda çiçek desenleri yer almaktadır. Kadınlar mahfilinde de aynı tip pervazlar kullanılmıştır. Caminin alt pencereleri dikdörtgen biçimindedir ve demir parmaklıklıdır. Dışta sivri kemerli nişlerle kuşatılmıştır. Üst pencereler sivri kemerli, alçı şebekeli ve vitraylı olup etrafları kalemişi bitkisel desenlerle çevrilidir.
Camideki ahşap üzerine boyama nakışlar Nakkaş Mustafa’ya aittir. Caminin 1714 yılında Hacı Bayram Veli’nin torunlarından Mehmet Baba tarafından tamir edildiği kıble tarafındaki iki kitabede yazılıdır.
1429 yılına tarihlenen Hacı Bayram türbesi, caminin mihrap duvarına bitişiktir.

Zekât hesaplamasında havâic-i asliyye (aslî ihtiyaçlar) nedir?

İslam’da diğer bedenî ve malî yükümlülüklerde olduğu gibi, zekâtta da mükellefin durumu göz önünde bulundurulmuş, ona makul ve taşınabilir bir sorumluluk yüklenmiştir. Bu nedenle İslam bilginleri, zekât ve fitre ile yükümlü olmak için, kişinin ve bakmakla yükümlü olduğu aile bireylerinin temel ihtiyaçlarından fazla olarak nisap miktarı mala sahip olma şartını aramışlardır. Temel ihtiyaç maddeleri insanın hayat ve hürriyetini korumak için muhtaç olduğu şeylerdir. Bunlar, barınma, nafaka (yiyecek, giyecek ve sağlık giderleri), ulaşım, eğitim, ev eşyası, sanat ve mesleğe ait alet ve makineler, kitaplar, güvenlik amacıyla kullanılan aletler ve elektrik, su, yakıt, aidat vb. diğer cari giderler ve bu temel ihtiyaçları karşılamak için ayrılan paradır.

Lakaplarıyla anılan sahabiler

Bir kişinin tanınmasını kolaylaştırmak, meziyetlerini dile getirerek övmek ya da latife ile gönlünü almak gibi iyi niyetlerle lakap takmakta bir sakınca yoktur. Resulullah da ashabından bazılarına bu şekilde güzel lakaplar takmıştır. Ebu Hüreyre’ye latife olsun diye, “Ya Eba Hir” (Ey kediciğin babası!) şeklinde seslenen Hz. Peygamber, elleri uzun olduğu için “zü’lyedeyn” (iki elli) diye anılan birisine de bu ismiyle hitap etmişti. Hz. Ebu Bekir, “Atîk” (güzel, soylu, âzat edilmiş) ve “Sıddık” (çok samimi, çok sadık); Hz. Ömer, “Fârûk” (hak ile bâtılı birbirinden ayıran), Hz. Hamza, “Esedullah” (Allah’ın aslanı); Halid b. Velid ise “Seyfullah” (Allah’ın kılıcı) lakaplarıyla anılan sahabilerdi.

Kuran’dan bir dua
“Ey Rabbim! Bilmediğim şeyi istemekten Sana sığınırım. Eğer Sen, beni bağışlamaz ve bana merhamet etmezsen ben hüsrana düşenlerden olurum!” (Hûd, 11/47)

Sadi Şirazi’den
Başkalarının ayıbını senin önünde sayıp döken, senin ayıbını da mutlaka başkalarına söyleyecektir.

?
Bir ayet
“Ey inananlar! Allah’a karşı saygılı olun ve özü-sözü doğru olanlarla beraber bulunun.” (et-Tevbe 9/119).
?

?
İftar duası
“Allah’ım! Senin rızan için oruç tuttuk, senin verdiğin rızıkla orucumuzu açtık, bizden kabul buyur; çünkü sen her şeyi işiten ve bilensin.”
?

Yazarlar