Gündem Küllerinden doğan ‘üç kız kardeş’

Küllerinden doğan ‘üç kız kardeş’

13.03.2018 - 01:30 | Son Güncellenme:

İclal Aydın bağlılık ve kardeşlik temalarının öne çıktığı yeni romanı 'Üç Kız Kardeş'i anlattı.

Küllerinden doğan ‘üç kız kardeş’

İclal Aydın’ın, birbirine bağlı üç kız kardeşin Ayvalık’tan İstanbul’a uzanan hikâyelerini anlattığı ‘Üç Kız Kardeş’ romanı Artemis Yayınları tarafından yayımlandı. Türkan, Dönüş ve Derya’nın tüm sıkıntılara rağmen toparlanıp birbirine bağlandıkları hikâyeleri, mutluluğa en büyük korkulardan sonra ulaşıldığının tasviri niteliğinde. Aydın’la romanını, kardeşliği ve başlattığı yardım kampanyasını konuştuk.

Haberin Devamı

- Kitaptaki karakterlerin gerçek hayatta karşılığı var mı? Nasıl kurguladınız kitaptaki karakterleri?

Tamamen kurgu. Ben ‘Üç Kız Kardeş’i aslında bir dizi projesi olarak yazmıştım. Dolayısıyla hikâye hazırdı. Ama romana oturduğum zaman o kişilerin geçmişleri, davranışları, alışkanlıkları, kendi aralarındaki çıkmazları, çatışmaları ortaya çıktı. Yazarken öyle bir şey oluyor ki hiç tanımadığım birisi geliyor ve kendi hikâyesini yazdırıyor. Ben de bazen “Nasıl oldu böyle bir şey?” diyorum. Herhalde yıllar içinde biriktirdiğim şeyler bir yerlere gelip oturuyorlar, sonra vakti gelince uyanış başlıyor, geliyorlar ve kendi hikâyelerini anlatıyorlar.

- Adına yardım kampanyası başlattığınız Mesut Mutlu karakterini çok merak uyandırıcı. Mesut Mutlu Hediyeleri Projesi nasıl hayata geçti?

Haberin Devamı

Kitabı yazmadan bir süre önce Küçükçekmece’deki bir özel eğitim okulunun müsameresinde down sendromlu, otizmli pek çok çocuğun olağanüstü bir gösterisine tanık oldum ve çok etkilendim. Mesut galiba o gün geldi yanıma Balıkesir’in bir dağ köyünden Ayvalık’a kadar yürüye yürüye. Ertesi gün Akçay’da yeni açılan bir özel eğitim kurumunun öğretmenleriyle karşılaştım. Sohbet ederken “Okulumuz var ama çok eksiğimiz var” dediler. O anda “Mesut için bir şeyler yapabilirim” dedim. Bunu birkaç iş adamı arkadaşımla paylaştığımda “Hemen yapalım!” dediler. Beni çok mutlu eden başka bir şeyse ben “Firmanın adıyla yapalım” dediğimde bana “Bir iyilik hem alkış hem dua için yapılmaz, sen firmanın isminden hiç bahsetme, biz elimizden geleni yapalım” demeleriydi. Tabii bunlar sembolik şeyler. Amacımız hediyeden ziyade kaynaştırma sınıflarının ve eğitimin öneminin altını çizebilmek.

Genetik hafıza

- Romandaki karakterler, olaylar ve hisler psikolojideki aile dizimi kavramını anımsatıyor. Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

Bunu bir önceki romanım ‘Unutursun’da da sıkça söylediler. Ben tüm canlıların bir genetik hafızası olduğuna inanıyorum. Mesela kedilerimden Behlül kadar titiz bir kedi yok. 2 aylık bebekken eve gelir gelmez o kumu temizlemesi, kendini temizlemesi, mamanın yerini görmesi… Evde şimdi ondan daha küçük başka bir dişi kedi var. Aynı anda aynı mamayı yemek için kaba koşturuyorlar ama Behlül mamasını ona veriyor. Onun karnı doyduktan sonra yiyor. Bakınca ürperiyorum ve “Bu nasıl bir içgüdü” diyorum. İnsan olarak da yaşadığımız hayatta yalnızca kendimizden sorumlu değiliz. “Aman hiçbir şey umrumda değil, yaşarım, bedelini de ben öderim” dersin. Şanslıysan o bedeli bu hayatta ödersin. Yoksa senin çocuğuna, onun çocuğuna da gidebilir. Ben sadece bedellere inanıyorum. Bugün ya da yarın.

Haberin Devamı

İçgüdüsel koruma

- Aslında kitabınızda özetlemişsiniz kardeşliğin içinde hem rekabeti hem de sonsuz sevgiyi barındırdığını. Sizin kardeşlik kavramınız nasıldır?

Biz çok düşkünüz birbirimize. Zorluklarıyla beraber güzel geçti hayatımız. Yan yanaydık, birlikte büyüdük. Ben 10, Hilal ise 5 yaşındayken gençlik parkına götürmüşlerdi bizi. İlk defa roller-coaster gelmişti o zamanlar. Nasıl korktu anlatamam. Ben de çok korkmuştum ama ona sarılıp “Korkma kardeşim ben senin yanındayım” dediğimi hatırlıyorum. Ne kadar içgüdüsel bir koruma arzusuyla oluyor bu. Yaşadığımız zor yıllar da bizi birbirimize bağladı.

Haberin Devamı

‘Sanat bir zincirleme’

- Kitapta şiirlere, şarkılara, romanlara sıkça yer vermişsiniz. Gerçek hayatta edebiyat size ne kadar ilham veriyor?

Çok. Ben hep çok okuyan bir çocuktum ve bunun insanın ifadesini şekillendirdiğini düşünüyorum. Sanat bir zincirleme. Ben bir şey yazıyorum. Benim yazımı bir müzisyen okuyor ve bir müzik besteliyor. Sonra bir başkası resmini yapıyor. Sonra birisi ona bakıyor, belki ağlıyor. Ya da diyor ki “Tam da bu, o zehir dışarı çıkmış”. O yüzden hayatın her anı ve her yeri bence esin dolu. Her romanın bir şarkıları var mesela. Bu kitabın da var. Göksel Baktagir, Erdal Güney, Nazan Öncel, Zülfü Livaneli, ister istemez 70’lerin, 80’lerin şarkıları… Minnet doluyum.