Kültür Sanat Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

28.03.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

Hayat atölyesi

MURATHAN MUNGAN

1987 yazıydı
Assos’ta Kadırga’da deniz kıyısındaydık. Benim "Kırk Oda" kitabım çıkmıştı. Şehir Tiyatroları’dan ayrılmış, adı "Söz" olan yeni bir gazetenin "Kültür ve Sanat" sayfasının editörlüğünü yapmak üzere Ercan Arıklı ile anlaşmıştım. Kadırga’da "Bayram’ın Yeri"nde kalıyorduk. Şerif Gören, o zamanki eşi Aliye Turagay, Okay Gönensin, Behiç Ak, Leyla Özalp, Serra Yılmaz, Şule Malhan, Atıf Yılmaz da bizimle aynı yerde kalıyorlardı. İnsanda gelecek duygusu uyandıran bir yazdı.
Ömer Faruk ve Arslan Kahraman ile deniz kıyısında güneşleniyor, sohbet ediyorduk. Sonbaharda bir yayınevi kuracaklarından söz ediyorlardı. Ya biz daha gençtik, ya her şey şimdi olduğundan daha ümit vericiydi. Nitekim ertesi yıl "Ayrıntı Yayınları" çıktı ortaya. İnceleme, araştırma türleri başta olmak üzere birbiri ardına önemli kitaplar kazandırdılar Türkçe’ye. ‘80 sonrasında yeni bir aydınlanma kitaplığının oluşmasında, dünyanın tartıştıklarını bize aktarmada, medyadan çevreciliğe kadar düşünce hayatımız için yeni sayılacak alanlarda dikkatler geliştirmede tek başına bir kültür hizmeti gördüler.
Anıları benim için önemli olan o yazdan söz ederek, sınırlı tanıklığımla onlar için bir yazı yazmak istemişimdir hep. Son olarak, yüzüncü kitaplarının yayımını beklediğim ve adını "Yüzüncü Ayrıntı" koyduğum bir yazıya başlamıştım. Onlara sürpriz yapmak istiyordum ama, hayat her niyete şans tanımıyor. Gündeliğin hızı kayıplarla dolu.
Yüzüncü kitapları, Murray Bookchin’den "Özgürlüğün Ekolojisi" idi.
Geçende, "300. kitap 15. yıl" diye bir kuşakla Ursula LeGuin’in "Hep Yuvaya Dönmek" adlı ütopik romanını yayımladılar. Size dün gibi gelen bir 15 yıl! Sistemli bir biçimde hayatımız karartılıp yoksullaştırılmaya çalışılırken, hayatımızı "ayrıntı"larla zenginleştirenlerin yolu açık olsun!
"Hep Yuvaya Dönmek", her şey bir yana, kurgusu ve mimari tasarımıyla çok heyecan verici, imrenilecek bir kitap. Ursula K. LeGuin, çok sevdiğim, benim için özel yazarlardan biridir. Her kitabını ayrı bir zevkle okumakla birlikte, özellikle yazar olmak isteyenlere, denemelerinin toplandığı "Kadınlar Rüyalar Ejderhalar" adlı kitabını salık veririm. Ufuklarını açacaktır.

Küçük Şeylerin Tanrısı
Geçenlerde bir gazetenin kültür sanat sayfasında Arundhati Roy’un tutuklandığı haberi gözüme çarptı. Merakla devamını okudum. Tutuklamanın bir günlük olduğuna bakılırsa, sembolikti ve Roy’un eroin pazarlarlamak gibi bir suçtan yakalanmadığı kesindi ama neden tutuklanmış olduğu konusunda bilgi yoktu. Aynı sayfa yetkililerinin buna benzer birkaç vukuatını daha hatırlıyorum. Yani onlar bunu hep yapıyor. Haber verirken en basit gazetecilik kurallarını atlamanın bir uyarı konusu olduğunu gazete yöneticilerine hatırlatmak isterim.
Sonra Internet’e girip öğrendim işin aslını. Hindistan’daki bir baraj yapımını protesto eden çevrecilere destek vermekten ötürü tutuklanmış.
Bu eksik habere sinirlenen birkaç arkadaşıma daha rastladım aynı gün. Belli ki Roy, ne yapsa haberdi artık. Hatta, ona ilişkin bir haberin eksik verilmiş olması bile konuşma konusuydu. Tek bir roman yazarak, dünyanın dikkatini üzerine toplamak kolay iş değildir. Bu Hintli yazarın İlknur Özdemir’in çevirisiyle yayımlanan "Küçük Şeylerin Tanrısı", önemli, güzel bir roman. Bu haber nedeniyle, okumamış olanlara hatırlatmak istedim. Aslında bu tür karşılaştırmalar yapmaktan hoşlanmam ama, Salman Rüşdü’nün bütün o postmodern yapmacıklığının yanında ilaç gibi kalıyor kadın.
"Küçük Şeylerin Tanrısı", İlknur Özdemir’in çevirisiyle Can Yayınları’ndan çıktı.

"Bu kadar cehalet ancak tahsille olur"
Hayat atölyesi
İnsan kimi durumlarda bazı atasözlerini şiddetle hatırlar. Kavram ve terimleri, yanlış öğrenmelerin ve kullanmaların kirinden, yağından kurtarmak gerekir. Bir romanın, filme uyarlanması ayrı bir şeydir, "Hollywood" klişelerine tercüme edilmesi ayrı. İlki, sanatsal disiplinler arasında dil farkından kaynaklanan sorunları yaratıcı bir biçimde çözümlemeyi amaçlar. Yönetmen, malzemeden tasarrufta kişisel tercihlerini kullanır, bize kendi "okumasını" gösterir. Bu uyarlamayı beğenir ya da beğenmezsiniz.
İkincisinde, yani "Hollywoodöda ise, sorun "yalnızca" bir uyarlama sorunu değildir. "İlle de" bildik kalıplara, formüllere, klişelere uydurma sorunudur. Bu da ancak azaltmak, eksiltmek, sığlaştırmak, basitleştirmekle mümkün olur. Her şey ortalama algıya, ortalama beğeniye, ortalama duyarlığa çekilir.
Asla ticarete karşı değilim. Yalnızca adını koyalım.
"Akıl Oyunları", kotarılamamış, kötü bir film. Kötü olmasının nedeni, sanatlar arası uyarlama sorunlarıyla değil, düpedüz bir Hollywood yapımı olmasıyla ilgili. İlk yarıda gösterdiklerinin, ikinci yarıda birer "sanrı" olduğuna inanmamızı isteyen beceriksiz senaryosu tutarsızlıklar ve boşluklar taşıyor. Hayatının anlatıldığı iddia edilen adam hakkında hiçbir şey bilmeseniz de, bunları söyleyebilirsiniz. Ama işin aslını bildiğinizde daha da eğlendirici olduğu doğru. Paranoya krizleri üzerine inşa ettiğiniz bir karakterin, Mc Carthy döneminde yaşaması da, eşcinsel ilişkileri de tayin edici önem kazanır.
Benim için en büyük hayal kırıklığı Russell Crowe oldu. "Oscar"ı rahatlıkla alabilir, çünkü kötü oynuyor. Akademi üyelerinin "hasta, sakat ve anormal" kişiliklerden beklentilerine karşılık verecek bütün ucuzluklara başvuruyor. Erken yaşta girdiği bir an önce Marlon Brando olmak paniğinden olsa gerek, oynadığı karakteri, Brando kuşağının 50’li yıllarda kullandığı Stanislavski oyunculuk tekniğiyle yaratmaya çalışıyor. Oyunculuğunun bütün teknik çizimi görülüyor, her hareketini otuz saniye önceden tahmin edebiliyorsunuz. Bence canlandırdığı Nash’den çok, Metin Erksan’ın "Süreyya" filmindeki Cüneyt Gökçer’e benziyor.
İyi oyuncu olmakla, kötü oynamak her zaman çelişmez. Crowe, gerçekte büyük bir oyuncu tabii. "Los Angeles Sırları"ndan, "Köstebek"e harika karakterler yaratmış biri. Bu filmde bile, yaşını oynadığı kimi zamanlarda çok parlak anları var. Filmlerinin hemen hepsini görmüş bir Russell Crowe hayranı olarak, bunları yazmanın benim için keyif olmadığını tahmin etmelisiniz.
Kendi kendinin taklidi ya da bir zamanlarki kendinin gölgesi olmak, oyunculuk mesleğinin en büyük tuzaklarından biridir. Düşen de var düşmeyen de...
* * *
Bir kez daha gördüm: Ridley Scott gerçek bir sinema dahisi. "Kara Şahin Düştü", seyri zevkli, başarılı bir film. Benim bu çeşit filmlerde gıcık olduğum "insaniyet sahneleri", ya da "onlar da insandı, onların da evi, yuvası vardı" gibi klişelere mümkün olduğunca başvurmadan, odaklandığı konuyu kaydırmadan, tanımadığı yabancıları tanıyormuş gibi anlatmaya kalkışmadan ünlü Mogadişu baskınını anlatıyor.
Üniformanın bir örnekleştirdiği, kimliksizleştirdiği askerlere, kişisel bir derinlik, hepsine bir hikaye vermeye kalkışıp içimizi şişirmiyor. Bütün gürültüsü, karmaşası, hesaplanamaz yanlarıyla "Ben bir savaş anlatıyorum," diyor ve anlatıyor. Savaşı yüceltmiyor, destan yazmaya, kahramanlar yaratmaya çalışmıyor. Gittiği topraklar hakkında neredeyse oraya giden askerler kadar bilgisiz davranıyor.
Ama sonuçta kamera onların elinde, onlar kendi hikâyelerini, savaşa katılan kendi insanlarını anlatıyorlar. Uydudan koca bir savaş yöneten Sam Shepard’ın yaralılara bakmaya hastaneye gittiğinde, eğilip yerdeki kanı silmeye çalışması, filmin anahtar sahnelerinden biri. Her şey kamera ile ekran arasında cereyan ediyor.
Filmin en güzel yanı acıyı anlatmada, bulunduğu yabancı toprakların müziğini, "öteki"nin sesini, duygusunu kullanması. Amerikan askerlerinin bulunduğu bütün iç mekân sahnelerinde gürültülü bir müzik kullanılırken, bütün duygu anlarını o toprakların çığlığıyla anlatması.

Zeliha İyidoğan Babayiğit ile Nedret Tanyolaç Öztokat
"Neuzubillahimineşşeytannirracim!" demek istiyorum. Yan yana yazılınca bu adlar, ilk Türk sumo güreşçisi iki kadının güreş ilanına benziyor. Az sonra birbirlerine girişeceklermiş gibi.... Kadro geniş, sürdürelim: Belkıs Çorakçı Dişbudak, Arzu Etensel İldem, Gülümser Ağırer Çuhadar, Ayşe Gül Güre, Zehra Aksu Yılmazer, Çiğdem Erkal İpek ve son olarak Ayşe Şirin Okyayuz Yener.
Kitap kapaklarındaki adların hepsi bu kadar değil, yalnızca ben başınızı fazla ağrıtmayayım, dedim.
Sonuçta kitap çeviriyorsunuz arkadaşlar, bu ne gürültü!

Hayat zengin de atölye kesat sanki
"Hayat Atölyesi" için kısır zamanlar aslında. İyice eve kapandım. Romanın sonuna geldiğim için, pek bir yerlere çıkmıyorum, çağrıldığım yerlere gidemiyorum, pek kimseleri göremiyorum. Telefonları bile kısa tutuyorum. Bunalıp şöyle bir hava almak istediğimde, çeşitli mekânlara uğrayıp çıkıyorum yalnızca. Kafamı dağıtmak için sinemaya gidiyorum.
Talimhane’de "Berger" açılmış. "Eski Yeşil"in tam karşısında. Geçen gece oraya gittik. Seda Akay işletiyor. Yalın, zevkli, dinlendirici bir aydınlatma, iyi renklendirilmiş bir mekân. Bir duvara boydan boya geniş, yumuşak bir kanepe yerleştirilmiş. Bütün gece o lacivert kanepeye yayıldım. "Bir oda, bir salon" kulüplerden sıkılanlar için ferah bir yer. Safran’da dj Yakuza’nın müzik yaptığı partiye çağrılıydım. Aslı Altan, Güllü Aybar, Zeynep Tunuslu, Kezban Arca Batıbeki ve Gündüz Vassaf’ın masasına oturdum. Zeynep Tunuslu çok şık bir eski zaman kıyafetinin içindeydi. Nar suyuyla "Absolut" votka tavsiye ederim.
Rock barların eski tadı yok. Canlı müzik yapan grupların sahne aldığı "rock barlarda" şöyle bir temel hata yapılıyor: Çoğu kez ünlü yabancı toplulukların bilinen parçalarını "kendi kısıtlı imkânlarıyla" seslendiren bu arkadaşların ardından ya da program arasında, tutup bu parçaların "orijinal" halleri çalınıyor. Ee, tabii olmuyor.
Ya siz kendi şarkılarınızı söyleyeceksiniz, ya onları başka bir yorumla seslendireceksiniz, ya da orijinal hallerini dinleteceksiniz.
Son zamanlarda her gittiğim yerde bana en çok sorulan iki soru: Romanın ne zaman bitiyor? Yakında. Yeni bir sevgilin var mı? Yok.
Bu durumlar için gene de romanımdan bir cümle: "Açıklamaların hayatı kolaylaştırdığını kim söylemiş!"

Newroz Bayramınız kutlu olsun!
O toprakların çığlığı dedim de...
Sizden sonra, "Ay bizde de nevruz varmış meğer kardeş, hatta aslında bizim bayramımızmış," diye sahip çıkmaya kalkışanlara rağmen kutlu olsun!
El koyarak değil, paylaşarak sahip çıkanlara da kutlu olsun!







KÜLTÜR & SANAT