Kültür Sanat Öymen’den ‘yeni icat’ anılı kitap

Öymen’den ‘yeni icat’ anılı kitap

14.11.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

Öymen’den ‘yeni icat’ anılı kitap

Öymen’den ‘yeni icat’ anılı kitap





Öymen’den ‘yeni icat’ anılı kitap
Tandoğan denince aklınıza ne geliyor, şöyle bir düşünün. Ya da Saracoğlu Stadı? Ankara’da bir mahalle, İstanbul’da bir stad, değil mi? Ama öyle değil işte. Altan Öymen’in "Bir Dönem, Bir Çocuk" kitabını okuyunca, bunun böyle olmadığını, Saraçoğlu’nun (Şükrü) tek parti döneminin başbakanlarından, Tandoğan’ın da (Nevzat) yine aynı dönemin yüksek bürokratlarından (Ankara Valisi) olduğunu öğreniyorsunuz. Hatta, hatta.. Tandoğan’ın, dönemin Genel Kurmay Başkanı’nın (Kazım Orbay) oğlunun bir cinayete karışmasıyla patlak veren skandal sonrasında (daha doğrusu, Orbay’ın oğlu yerine cinayeti üstlenen arkadaşına, sorgu sırasında savcıyla birlikte baskı yaptığı iddiasıyla yargıç karşısına çıkarılmasından hemen sonra) intihar ettiğini de öğreniyorsunuz! Özetlersek, kitap akıcı ve son derece rahat üslûbuyla okurunu yakın tarihe, 30’ların sonuna, Mussolini, Hitler ve Stalin’li savaş yıllarına, Milli Şefli zamanlara sürüklüyor. Varlık Vergisi, ırkçılık, Turancılık davaları, Nâzım Hikmet, Sabahattin Ali, Tan Gazetesi’ne saldırı derken 1946’ya, Demokrat Parti’nin kurulduğu günlere götürüyor. Tam bu noktada "psikopat krizi" patlak veriyor ve kitap, bu krizle son buluyor. Bu kriz nedir, ne zaman ve kimler arasında patlak vermiştir, diyorsanız, acilen ve de derhal bu kitabı edineceksiniz, o kadar!

"Bir Dönem Bir Çocuk"u yazmaya başlarken niyet neydi? Bir dönem üzerinden anılar? Anılar üzerinden bir dönem?
Ben kendimin de yaşadığı bir dönemi anlatmak istedim. Hem kendi hikâyemin hem de benim etrafımdaki hikâyeleri... Nedeni şu: Sadece kendi hikâyemi anlatırsam, bazı şeyleri çok kimse anlamıyor. Hele benim çocuklarım dahil, gençler hiç anlamıyor. Örnek vermek gerekirse, ben yedi yaşındayken savaş başladı, çocuk olarak savaş anıları arasında bizim evin bahçesine kazılan sığınak var. "İstanbul’un boşaltılması"yla halamlar bize geldi. Çünkü o sırada Almanlar Bulgaristan’a girmişti. Türkiye’ye saldırmaları ihtimali fazlaydı. Peki Almanlar niçin Bulgaristan’a girmişti? Çünkü İtalyanları Yunanlılar’dan dayak yemekten kurtarmak istemişlerdi. İtalyanlar Yunanlılar’dan dayak mı yemişti? Evet, savaş diliyle öyle... Mussolini Yunanistan’a savaş ilan etmiş, Yunan topraklarına girmiş ama sonra Yunan orduları tarafından geri püskürtülmüştü. İşte böyle... Benim yaşadığım olaylarla birlikte onların nedenlerini de anlatmaya çalıştım. Onun için kitap sadece benim anılarımın kitabı değil. Zaten adını da "anılı kitap" koydum. Anılı kitap, hem de resimli kitap. Resimler, karikatürler, haritalar da kullandım yeri geldikçe... "Yeni icat" bir şey oldu yani.

İnsan kitabınızı okuyunca İtalya’nın o zamanki durumunu da hatırlıyor. Mussolini’nin saldırganlığını yani.
Mussolini, gerçekten Akdeniz bölgesinin "Ali kıran, baş kesen"i olmuş durumdaydı. "Ben Roma İmparatorluğu’nun mirasçıyım," diyordu. Türkiye’den de toprak istediğini belli ediyordu.

On İki Ada da İtalyanlar’daydı zaten, değil mi?
Tabii şimdi bu unutuldu gitti. Rodos dahil On İki Ada o zaman İtalyanlar’ındı. Onları silahlandırmışlardı. Bizi çok yakından tehdit ediyorlardı.

Kitabınızda o dönemin pek çok olayı var. II. Dünya Savaşı olayları... Savaş sırasında başlayan, savaştan sonra daha da hızlanan Türkçülük - komünistlik kavgaları, babanızın "mebus" oluşu, demokratikleşme zorlukları, Missouri’nin İstanbul’a gelişi... Ankara’daki Dil Tarih olayı... Ona bizzat tanık olmuşsunuz.
Evet, o zaman artık biraz büyümüştüm. Dil Tarih Fakültesi’nde kendilerine milliyetçi diyen öğrenciler, komünist diye suçladıkları hocalara karşı gösteriler yaptılar. Rektörü istifaya zorladılar ve elinden istifa mektubunu aldılar sonra da Gençler Derneği’ni bastılar. Gençler Derneği’ni bastıklarında ben oradaydım. "Kahrolsun komünistler" diye bağırdılar. Komünistlik propagandası var diye kitapları yırttılar, çiğnediler. O vakte kadar ben bu gibi tartışmaları gözlemci gibi izliyordum, ama o olayı gördükten sonra komünistliğe merak duymaya başladım.

Polemikten çekinmiyor musunuz peki? Çünkü ne de olsa anılar söz konusu olunca tartışmalar da oluyor. Kitap çocukluğunuzu kapsasa da, Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın intiharıyla sonuçlanan "Ankara Cinayeti" davasını anlatmanız, davanın savcısı Kemal Bora’nın kızını üzmüş mesela.
Kitapta "Ankara’daki Cumhuriyet savcısı Kemal Bora ile Vali Nevzat Tandoğan’a yöneltilen suçlama, Reşit’e (Genel Kurmay Başkanı Kazım Orbay’ın oğlu Haşmet Orbay yerine cinayeti üstlenen arkadaşı Reşit Mercan’a) gerçeği söylemesini önlemek için baskı yaptıklarıydı. Ben bunun "iddia" olduğunu özellikle ve bir çok defa vurguladım. Ankara Emniyet Müdürü, Reşit’in yakalanmasından sonra onu Valilik makamına götürmüştü. Vali onunla bir süre yalnız olarak görüşmüştü. Hamit Şevket İnce (Sanık Reşit Mercan’ın avukatı) soruyordu: "Sanıkların adli merciler yerine vali önüne çıkarılması diye bir usul var mıydı? Ayrıca Vali Tandoğan, Reşit Mercan’la neyi görüşmüştü". Bunları soruyordu. Ben bu soruları yazdım. Ama İnce’nin söylediklerini "iddia" olduğunu hep belirttim. Kemal Bora’nın kızı hassasiyet göstermiş, üzüldüm.

Kitap, 1950’ye yaklaşırken, psikopat kriziyle bitiyor. İkinci bölümde hangi yıllar yer alacak?
Demokrat Parti iktidara geçiyor ikinci kitapta ve ben de gazeteciliğe başlıyorum bir süre sonra. Gazeteciliğe başladığım gazete Ulus gazetesi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin yayın organı. Demokrat Parti iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi’nin mallarını almıştı o dönemde, Cumhuriyet Halk Partisi’nin binasını da. Bunun üzerine Cumhuriyet Halk Partisi bizim gazetenin, Ulus’un binasına taşınmıştı. İki kişi çalışılan odalar, 6 kişiyi alacak odalara dönüştürülmüş, İsmet Paşa dahil genel yönetim kurulu üyeleri bizim eski odalara yerleşmişti. Dolayısıyla her gün İsmet Paşa’ya ve öteki parti yöneticilerine rastlıyorduk. Çalışma ortamımız buydu. Sonra, Demokrat Parti iktidarı Cumhuriyet Halk Partisi’nden o binayı da aldı. Daha küçük bir binaya geçildi. O küçük binada koca gazeteyi çıkarmaya başladık. Oradaki gazeteci arkadaşlar da Cüneyt Arcayürek, Bülent Ecevit, Çetin Altan vardı. Nihat Erim de gazetenin patronuydu. Öyle geçti bir dönem. İkinci kitapta bunları anlatıyorum. Onun arkasından da 60 Devrimi’ni. Kurucu Meclis üyesi olmamı. Sonra, 1970’i.

12 Mart’ta Atatürk Kültür Merkezi’ni yakmaktan ya da uçak kaçırmak gibi komik bir davadan yargılanmıştınız değil mi? Bunları nasıl anlatacaksınız?
O dönemi nasıl anlatacağımı ben de çok merak ediyorum. İki ayrı davadan yargılanmıştım. Biri uçak davasıydı. Biz imza toplamıştık, idam cezalarına karşı. Deniz Gezmişler asılacak. Biz de asılmasınlar diye 10 bin civarında imza topladık. Biz derken, aramızda rahmetli Onat Kutlar var, Yaşar Kemal var. Ankara’da oturuyordum. Ama imza verenlerin çoğu İstanbul’da oturuyordu. Hareketin sözcüsü gibiydim. Dilekçe sunduk Meclis’e. Dilekçe sunmak, anayasal güvence altında, suç değil, bir hak. Cumhurbaşkanına, Meclis Başkanlığı’na, dilekçeyi verdim. İnönü’yü ziyaret ettik filan. İdam cezalarına karşı çıkan en organize hareketti. Ama idamlar gerçekleştirildi. Bu sırada Bulgaristan’a bir uçak kaçırıldı. Derken beni de aldılar. Uçak kaçırma olayına karıştığım iddiasıyla iki buçuk ay hapiste tuttular. Bunun hikâyesi hayli ilginçtir.

Anılı kitaplar hangi dönemlerle devam edecek?
Dediğim gibi, ikinci kitabı 1970’e doğru getirmeye çalışacağım. Sonrasını da üçüncü kitapta yazacağım. Fakat bu baştan tamamen planlanamıyor. Çünkü yazarken bazı şeylerin ilginç olduğunu fark ediyorsunuz, onları daha uzun yazıyorsunuz. İlk planınız değişiyor.

2000’lere kadar gelecek misiniz?
Ben önce üç kitapta 80’lere kadar geleyim, gerisini o zaman düşüneceğim.

Bir Çocuk
Altan Öymen
Doğan Kitap
606 s.
Fiyatı: 19.750.000 TL.