Kültür Sanat Türkiye hala mümkün

Türkiye hala mümkün

05.05.1999 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiye hala mümkün

Türkiye hala mümkün


Kulis


Ayça ATİKOĞLU


Seçimler üzerinizden buldozer gibi geçmiş olabilir, Türkiye'den artık doğru dürüst bir şeylerin olacağına inancınız hiç kalmamış olabilir ama Orhan Alkaya "Türkiye hala mümkün" diyor.
Orhan'ın Patika Cep kitapları arasında çıkan siyasi polemikleri bir nefeste okunuyor ve çok da eğlenceli. Yerim yeterli olmadığı için sadece "Acil demokrasi acil ahlak"tan birkaç alıntı yapacağım:
İslami görüş yanlılarıyla "demokratik" bir ortak zeminde "demokrasi" içeriğine ulaşmanın, İslamın fıkhında demokrasi persfektifinin yer almamasından ötürü mümkün olmadığını biliyor; gene de "şimdilik / somut hal muvacehesinde" müzakerelerde bulunurken, kendi "demokratik monizm"inizi onaylatacak şaklabanlar arıyor musunuz?
Alevilere sempati duyup, sünnileri sevmiyor musunuz? Ya da tersi mi?
Halktan (kitlelerden) kopmamak gerekçesiyle, onun en geri talep ve özlemleriyle, kavramanın ve açıklamanın ötesinde bir yakınlık kurmak gerektiğine inanıyor musunuz?
Onurlu yaşamak için bir bedel ödememiz gerektiğine ve bunun normalliğine inanıyor musunuz?
"Bencil hesapların buzlu sularında" boğulmamak için can yeleği kullanma ihtiyacı duyuyor musunuz? Can yelekleri tavanda ve siz yorgun olduğunuz için uzanmaya üşeniyor musunuz?
Suç işlemeden krallık yapmanın mümkün olmadığını biliyor, ama bunu açıkça telaffuz etmeye yanaşmıyor musunuz?
Yapabilme sınırlarınızın, yapmanıza izin verilenlerin sınırını zorlamakla elde edilecek bir üst marj olduğunu mu düşünüyorsunuz?
Sartre'ın, "Başkaları cehennemdir" sözü, sizin için, "Gizli Oturum'umun dışındakiler cehennemdir" anlamını mı taşıyor?
Tartışmasız doğrular ve tartışmasız yanlışlar olduğuna ve bunların hakikaten tartışılmaması gerektiğine inanıyor musunuz?
Basılı ve görsel / işitsel medyanın, günümüzün çaprık / kirletilmiş, iletişim formülasyonunu yaratan başlıca müsebbiblerden olduğunu düşünüyor, ama gene de, muhtelif medya yaratıklarını önemsemekten kendinizi alıkoyamıyor musunuz?
Kendinizi de bir medya yaratığı olarak sunmak ister miydiniz?
Şiirini Grek mitologyası ve Elen tarihi üzerine kuran komünist şair Yannis Ritsos'u seviyor musunuz? Sevenler için: Orta Asya'dan ya da Osmanlı'dan el alan Türk şairleri, yazarları sizce, faşist ya da gerici olmak zorunda mıdır?
Sizce, Lenin'in inşa ettiğini Stalin mi bozdu? Stalin'in sürdürdüğünü Kruşçev mi dinamitledi? İşler yolunda izinde gidiyordu da Gorbi mi hain çıktı?
Ve tüm bu sorular, size, sosyalizmin meselelerini orjininden başlayarak tartışmaktan daha mı cazip geliyor?
Hala "kahramanlara muhtaç bir ülkede" mi yaşıyorsunuz?

Başarısızlık

Bu hafta, İstanbul'da gerçekleşen iki uluslararası önemli etkinliği geride bıraktık: Uluslararası İstanbul Film Festivali ve Uluslararası Kitap Fuarı. Biri başarıyla sonuçlandı, diğeri başarısızlıkla...
Başarı ile sonuçlanan Uluslararası İstanbul Film Festivali'nin bu yılki programı Doksanlar'ın en güçlü ve renklisi olarak kabul edildi. Filmler kadar, konuklar da renkli idi, renkli ve etkileyici. En etkileyici ise (kadınlar arasında) kuşkusuz İranlı yönetmen Abbas Kiarostami'nin Altın Palmiye'li filmi "Kirazın Tadı"nın başrol oyuncusu Homayan Ershadi idi. Özden Çetin, Yeşim Ustaoğlu, Tuna Erdem, Alin Taşçıyan ve çevirmen Bike'den oluşan bir grup ilgili ve bilgili kadın Ershadi'yi oyuncu karizmasını aşan bir karizmada buldular.
İki yıl önce Cannes'da Altın Palmiye ödülünü alan ancak İran'da gösterilmesine hala izin verilmeyen (İntihar temasını işlediği için deniliyor) "Kirazın Tadı"nın oyuncuları da Kiarostami'nin tüm filmlerinde olduğu gibi amatör. (Yönetmen bugüne değin tek bir filminde profesyonelle çalışmış ve pişman olmuş). Bu filmi için başrol oyuncusu ararken "kırmızı ışıkta yanında duran arazi tipi Mitsubishi'yi kullanan adama ilişmiş gözü. Hemen atlayıp "Ben yönetmenim, filmimde oynar mısın?" demiş. Mimar olan genç adam önce "Ne münasebet" diye çıkışmış. Sonra da konuya sıcak bakmış. Ershadi şimdi hayatından çok memnun, İran'da bir televizoyn dizisindede oynamış.
Festivalin ilginç olaylarından biri de İspanyol yönetmen Juan Manuel Cotelo'nun yarışma bölümündeki filmi "Bülbüllerin Teni"nde yaşandı. Jüri üyelerinin bir kısmı filmi pek sıkıcı bulmuş ve öğleden sonraki tekne gezisini de düşünerek film bitmeden tüyüyorlarmış ki o sırada salona giren Cotelo ile karşılaşmışlar. İspanyol yönetmen alınmış olacak kapanış gecesine gelmedi.
Bir türlü uluslararası olamayan (bu gidişle ulusal olması bile şüpheli) CNR Kitap Fuarı'na gelince: Geçen yıl olduğu gibi bu yıl da fuar başarısızlıkla sonuçlandı. İstemihan Talay'ın açtığı fuarı 8 yerden kaldırılan otobüslere, okullardan getirilen öğrencilere rağmen 17 bin kişi izledi (bu sayı TÜYAP'ta 250 - 300 bine çıkıyor). Bu başarısızlığın birkaç sebebi var. Birincisi, CNR'nin Yayıncılar Birliği ile işbirliğine girmesi ve birlikten ancak Altın, Kelebek, İnkilap gibi birkaç büyük yayınevinin katılıp diğerlerinin katılmaması, ikincisi fuarın merkezi bir yerde değil Yeşilköy'de olması. Üçüncüsü Desmond Morris dünya çapında yazarların son anda fuara gelmekten vazgeçmesi. Yani konuk profilinin sönük olması.
Buna rağmen yükselen siyasi tansiyondan olsa gerek Erdal İnönü, Fikri Sağlar, Ali Kırca ve Oğuz Aral'ın önünde uzayıp giden imza kuyrukları vardı. Bu arada belirtelim CNR durumu gözden geçirecek ama zarar etse de prestij olarak kitap fuarı düzenlemeye devam edecek.

Neşesiz yüzler: İngilizler

Evlilikten bezmiş asık kadın suratları. İfadesiz ama huzursuz erkekler ve çocuklar... Londra'da ilk kez bir arada sergilenen Millais portreleri İngilizlere ironik ve sarkastik bir bakış fırlatıyor.

İngilizler ancak 14. yüzyılın ikinci yarısında bir yüze sahip olabilmişler. O tarihe kadar kral, kraliçe, şövalye ve din adamlarına ancak giysileri resmedilebilmiş. Portresinin yapılmasına ilk izin veren kral VIII. Henry olmuş. Henri'nin bu kararını tarihçiler kötü kalpliliğine veriyor ve sık sık değiştirdiği karılarını kıskandırma çabası olarak yorumluyorlar.
Sonra giderek, siyasi ve sosyal nedenlerle resim yaptırma modası İngilizleri o kadar sarmış ki bugün Londra dünyadaki tek Ulusal Portre Galerisi'nin (National Portrait Gallery) sahibi. Burada, Shakespeare'den Tom Stoppard'a, Anna Bolena'dan Diana Spencer'a istediğiniz tüm İngiliz yüzlerini bulabilirsiniz.
Geçtiğimiz günlerde ise 16. yüzyılın ünlü portre ressamı John Everett Millais'in portreleri ilk kez toplu halde sergilenmeye başlandı. 6 Haziran'a kadar açık kalacak sergi neşesizliği ile gezen herkesi şaşırtıyor: Evlilikten bezmiş, asık kadın suratları, kütüphanecinin hüzünlü karısı Emily Patmore, sanat eleştirmeni John Ruskin'in ağlamaklı suratlı karısı Effie Gray. Cladstone gibi politikacılar, bekarlar, dede torun, anne çocuklar, Vittorie yıllar... Hepsi ama hepsi tatsız tuzsuz, renksiz, mutsuz yüzler.
Meğer İngilizler dünyanın neşesiz toplumu imiş, Allahtan şimdi Hintli, Pakili, Afrikalı, Çinlilerle karıştılar da yüzleri hem renklendi, hem neşelendi demekten başka bir şey kalmıyor.