Ankara Memur-Sen'den Referandum Değerlendirmesi

Memur-Sen'den Referandum Değerlendirmesi

21.04.2017 - 14:03 | Son Güncellenme:

.

Memur-Senden Referandum Değerlendirmesi

Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, Türkiye’nin 16 Nisan referandumuyla çok önemli bir adım attığına dikkat çekerek, “Şimdi yeni sözler söylemek, yeni eylemler geliştirmek gerekiyor. En büyük temennimiz, yeni sistemin kurumsal düzeydeki yansımaları da, en az güçlü irade kadar sağlam zeminde olmalıdır. Özgürlüklerin genişletilmesi, gücün yeniden tahkim edilmesi, paylaşım sisteminin adil bir şekilde düzenlenmesi ve sivil alanın iradesinin önünün sonuna kadar açılması için yeni hamleler yapılması gerekiyor” dedi.
Ankara’da medya mensupları ile bir araya gelen Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, başta 16 Nisan referandumu olmak üzere 1 Mayıs ve Ağustos ayında gerçekleştirilecek olan 4. dönem toplu sözleşmesine dair değerlendirmelerde bulundu. Programa Memur-Sen Genel Başkan Vekili Metin Memiş, Genel Başkan Yardımcıları Günay Kaya, Hacı Bayram Tonbul, Mehmet Emin Esen ve Kültür Memur-Sen Genel Başkanı Mecit Erdoğan da katıldı. Konuşmasında Türkiye’nin “evet-hayır” ayrımı yapmadan güçlü bir iradeyi ortaya koyarak hükümet etme biçimini değiştirdiğini belirten Memur-Sen Genel Başkanı Ali Yalçın, “Milletimiz sistem değişikliğine ‘evet’ demiştir. Yüzde 51.4 ile millet iradesi, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini Türkiye’nin yeni hükümet etme biçimi olarak belirlerken, istikrarın kurumsallaşmasını sağlamıştır. Biz de vesayeti ortadan kaldıracak bir sistemin oluşması için çalıştık. Bütün örgütlerimizle sahaya indik” diyerek, 81 il ve 350’yi aşkın merkezde yaptıkları programların detaylarını aktardı.

“Daha adaletli bir düzenin kurulması için çalışıyoruz”
Referandum sürecinin ilk günlerinde “Sorularla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” başlığı taşıyan bir kitap hazırlattıklarını belirten Yalçın, “Bu kitaptan 100 bin adet bastırdık ve dağıttık. İkinci olarak, üç ayda bir çıkan Kamuda Sosyal Politika dergisinin son sayısını bu konuya ayırdık. Uzmanlardan görüşler alarak dergimizi sistemin ne getireceğine ilişkin tartışmalara açtık. Bizim derdimiz belliydi. Bizim derdimiz, küresel ve yerel vesayete karşı insanın özne olduğu, emeğin hakkının verildiği ve adaletin sağlandığı bir sistem için uğraş vermek. Bunun için de ilk önce kendi ülkemizdeki vesayetin ortadan kaldırılarak, bu aziz milletin iradesinin devlet bazında tam tecellisinin sağlanmasıydı. Aslında Türkiye’de oluşmuş vesayetin temelinde küresel vesayet vardır. Özellikle referandum sürecinde Avrupa’dan yükselen sesler bu gerçeği görünür kılmıştır. Almanya, Hollanda, Avusturya gibi ülkelerin süreç içinde neler yaptığını hatırlayın. Biz şimdi ülkemizdeki vesayeti besleyen yurt dışındaki kollarını kesmiş olduk. Bunu söylerken sadece ‘evet’ yönündeki iradeden bahsetmiyoruz” ifadelerini kullandı.

“PKK ile ilişkili gözlemcilerin raporu güvenilmez”
16 Nisan’da yapılan referanduma katılımın yüzde 85 olduğunun altını çizen Yalçın, “Demokratik olgunlukla geçen sürecin bunda elbette etkisi büyüktür. Bizce bu konunun en önemli yanı, milletin farklı görüşte olsa da ülke sevgisi ve kendi iradesine sahip çıkma ilkesiyle birlik duygusuna sahip olmasıdır. Sandıktan ‘evet’in çıkması, bu katılımın küresel etkisini, hiçbir dış baskıya boyun eğmeyen ve iradesini sonuna kadar bağımsızlık ilkesi çerçevesinde tecelli ettiren Türkiye fotoğrafını bir kere daha tescil etmiştir. PKK ile ilişkisi tescillenmiş üyelerden oluşan AGİT’in raporundaki ifadelerin en büyük sebebi budur. Artık bütün kurumlarıyla çökmüş bir sistemin raporuna kim güvenir. Onlara ancak ’hadi oradan’ diyebiliriz. İrade kullanan bir ülke fotoğrafı bazıları tarafından hala kabullenilmiş değil fakat alışacaklar. Türkiye, değerleriyle, tarihiyle bir öznedir. Milletimiz özne olma bilincini ortaya koymuştur. Hatta öyle ki, Türkiye sadece Türkiye’den ibaret değil, sözümüz de bu güçlü iradeyle dosta düşmana gösterilmiş oldu. Özellikle Avrupa’nın tüm aksi propagandalarına rağmen Avrupa ülkelerinde yaşayan insanımız, güçlü Türkiye için yüzde 60’lık bir evet iradesi ortaya koymuştur” açıklamasını yaptı.

“Türkiye, Batı’nın dümeninden çıktı, kendi kararlarını alıyor”
Son süreçteki “kamplaşma” söylemlerini de değerlendiren Yalçın, “Şimdi kimileri, bu sonuçtan sonra ‘evet-hayır’ kamplaşmasının keskinliği üzerinden cümle kurmaya çalışarak, Türkiye’nin yönetilebilir bir ülke olmaktan çıktığını söyleme cüreti gösteriyorlar. Bu tam bir körlük ifadesidir. Evet, Türkiye, Batılılar tarafından yönlendirilecek ülke olmaktan çıkmıştır. Fakat, Türkiye kendi demokratik birikimiyle, tarihten gelen kardeşlik hukukuyla içtihat farkı diyebileceğimiz tercihleri aşacak güçtedir. Ezbere takılıp kalanlar bu hukuku ve birikimi anlayamazlar. Onlar, kafalarında oluşturdukları şablonun dışındaki bir olayı, durumu yok sayma ya da karartma derdi olanlardan ibaret. Tabi bir de proje ürünü oldukları gerçeğini de burada vurgulamamız gerekiyor. Sokağa çıkanlar üzerinden aşırı yorumlarla gezi sürecine atıf yapanları da burada not etmek gerektiğini düşünüyorum” şeklinde konuştu.
“Sistem değişmiştir" diyen Yalçın, şunları söyledi:
"Türkiye, artık bu aşırı yorum yapan, asıl amaçları karartma olan yabancılaşmış tipleri de tarihin çöplüğüne atmıştır. Bu böyle bilinsin. Bir hususu burada açık ve net belirtmek gerekiyor. Büyük değişimlere onayı yüksek rakamlar üzerinde okuma çabası boş bir hayaldir. Toplumlar, genel itibariyle statüyü koruma eğilimindedir. Tarih, birçok değişim projesinin toplum tarafından alınmadığını gösterir. Israrla bu gerçek ıskalanarak anayasa değişiklik paketinin düşük yüzdeyle galip geldiği söylenmekte. Bir hatırlatma yapalım o zaman. Aradaki fark sistemi değiştirecek kadar büyüktür. Kimse küçümsemesin bu gerçeği. Küçümsemesin ki, yeni oluşan düzenin de dışında kalmasın.”

“Şimdi yeni sözler söylemek gerekiyor”
“İstikrar dönemlerinde ülkeler dış operasyonları püskürtecek güce ulaşır” diyen Yalçın, Türkiye’nin son altı, yedi yıldır devamlı operasyona maruz kaldığını vurguladı. Yalçın, “Gezi, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz süreçleri bu operasyonların en büyükleriydi. Hamdolsun siyasetçisiyle, toplumuyla bu badireleri hep birlikte atlattık. Bugünkü konjonktürde hala kıpırdanmaya çalışanlar var. Fakat o günler eskide kaldı. İrademizle gerçekleştirdiğimiz sistem değişikliği, vesayet odaklarının kirli çarkını kırma imkanı verirken, onların aparatlarını da sonlandıracak gücü bize verecektir. Tabiri caizse olayların nesnesi değil öznesi olmaya namzet bir ülkede, artık kirli çarkların oluşması mümkün değildir. Şimdi yeni uğraşlar zamanıdır. Eski sözler bit pazarında kıymetlidir. Yeni söz söylemek, yeni eylemler geliştirmek gerekiyor. En büyük temennimiz, yeni sistemin kurumsal düzeydeki yansımaları da en az güçlü irade kadar sağlam zeminde olmalıdır. Biz her zeminde bir şeyi dile getirdik. Bu değişiklik paketi Bismillah niteliğindedir. Millet üzerine düşen görevi yerine getirdi. Sıra siyasette. Bahane kalmadı. Şimdi güçlü bir restorasyon yapmanın vaktidir. Emek tarafı olarak dün olduğu gibi bugün de her olumlu girişime omuz vermeye devam edeceğiz. Biz istişareye açığız. Reform ve restorasyonda bize ihtiyaç olduğunda topa gireceğiz. Hatta, doğrudan katılım ilkesi gereği, biz kendi görüşlerimizi her zemin ve şartta açıklamayı da taahhüt ediyoruz. Yeter ki, yeni sistemin kurumsal bazdaki dönüşümleri hakların ve özgürlükler merkeze alınarak yapılsın” dedi.

“1 Mayıs’ı tarihte ilk toplu sözleşmenin yapıldığı Kütahya’da kutlayacağız”
Memur-Sen olarak 1 Mayıs’ı örgütlü gücünü çatışma cephesi, emek örgütü konumunu kamplaşma ve çekişme mevzisi yapmaya odaklanmış ideolojik sendikacılığa hiç itibar etmediklerini kaydeden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Toplumsal farkındalık üretmeye dönük söylemlerde ve eylemlerde ötekileştirmeye, diğerini yok etmeye, kendisinden olmayana zarar vermeye, yakmaya, yıkmaya, hayatın olağan akışını tarumar etmeye ne tevessül ne teşebbüs ettik. Her kulvarda, her zeminde Memur-Sen farkını hissettirmiş, Memur-Sen’in farklılığı tescillenmiştir. ‘Hak aramayı’, ‘Kamu görevlileri için daha çok kazanmayı’, ‘Emeğin değerini artırmayı’, ‘Yasakları bitirmeyi’, ‘Demokratik hakları genişletmeyi’ esas alan cümlelerin, söylemlerin, eylemlerin doğal ve mutlak öznesi sendikacılık alanında Memur-Sen olmuştur. Memur-Sen’i farklı kılan hiç kuşkusuz 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’ne yüklediği anlam, kutlamalar için tercih ettiği şehirler, mekanlar ve temalar olmuştur. Bu anlamda 1 Mayıs’ı Taksim’i kutsama ayinine dönüştürenlerin, evlerinde, genel merkezlerinde geçirenlerin aksine Memur-Sen, her yıl farklı bir şehirde farklı bir temayla emeğin dayanışmasına dönük hassasiyetini ortaya koymuştur” dedi.
“1 Mayıs’ı neden Kütahya’da kutlayacaksınız?” sorusuna da cevap veren Yalçın, “Bu yıl da emek örgütü kimliğimize bakan yönüyle tarihteki ilk toplu sözleşmenin imzalandığı, milli ve yerli duruşumuz yönüyle milletimizin diriliş çağrısının ilk yankılandığı Kütahya’da olacağız. 1 Mayıs Emek ve Dayanışma Günü’nü Kütahya’da Zafer Meydanı’nda kutlayacağız. Kütahya, emek tarafıyla ilk toplu sözleşmenin, mali haklara, çalışma şartlarına, sosyal haklara dair bizim medeniyetimizin idrakinden ve kaleminden çıkan ilk toplu sözleşmeye ev sahipliği yapmış bir zemin” şeklinde konuştu.

“1 Mayıs’ın çatışma alanı, kavga alanı olmasından son derece rahatsızız"
Bir gazetecinin “1 Mayıs’la ilgili ciddi spekülasyonlar var; sokak hareketleri başlatmak, 1 Mayıs’ta da devam ettirmek isteyenler var. Buna karşı ne söylemek istersiniz?" sorusuna Yalçın, şu cevabı verdi:
“Biz bir defa 1 Mayıs’ın çatışma alanı, kavga alanı olmasından son derece rahatsızız. Bu alamda Türkiye’de bazı sol marjinal kurumlar ve sol sendikalar 1 Mayıs’ı bir meydan okuyuş bu anlamda marjinal gruplara bir alan açış, şiddete, teröre, anarşizme, vandalizme bir mekan kılış gibi bir yanlışın içindedirler. Biz yaptığımız kazanımlarla, ülkeye sunduğumuz katkılarla gündeme gelmeyi seçmiş bir kitleyiz. O yüzden 1 Mayıs’a ilişkin kaos tasarımları veya benzer arayışlar varsa buna ilişkin devletin güvenlik güçleri var, İçişleri Bakanlığı var, çeşitli birimleri var. Devlet bu anlamda kendisi önlemini alsın çalışanlara haksızlık edileceği o anarşist ortamlara fırsat vermesin diyoruz.”

“ILO’da temsil yetkisi Memur-Sen’de”
ILO Anayasası’na göre ILO’da temsil yetkisinin en fazla üyeye sahip kuruluşa ait olduğunu anımsatan Yalçın, şu bilgileri verdi:
"En fazla üyeye sahip olması dolayısıyla Türk-İş, 1952’den bugüne kadar ILO’nun Uluslararası Çalışma Konferansı’nda Türkiye’nin emek kesimini temsil ediyordu. Üye sayısı bakımından Türk-İş’i geçtiğimiz için Haziran ayında Cenevre’de yapılacak 106’ncı Uluslararası Çalışma Konferansı’nda ülkemizin emek kesimi delegeliğini Memur-Sen olarak biz temsil edeceğiz."

“4. dönem toplu sözleşme görüşmeleri için çalışmalarımız başladı”
Ağustos ayında yapılacak olan 4. dönem toplu sözleşme görüşmeleri hakkında da değerlendirmelerde bulunan Yalçın, “1 Ağustos’ta başlayacak görüşmeler için teşkilatlarımız, sendikalarımız ve konfederasyonumuz şimdiden sahadan masaya, üyeden genel merkeze anlayışıyla tekliflerin alt yapısını oluşturacak talepleri, beklentileri, şikayet ve sitemleri toplamaya başladı. Beklentilerin ve taleplerin farkındayız. Sorunlu alanlara, mağduriyet oluşturan konulara dair hazırlıklarımızı bir önceki toplu sözleşmeden bugüne devam ettiriyoruz. Memur-Sen olarak taşıyacağımız teklifler, tartışıp pazarlık yapacağımız hususlar, pastadan pay kapma değil emeğin ürettiğinden, Türkiye’nin büyümesinden hakkımızı alma odaklı olacak” dedi. Yalçın, şunları kaydetti:
“Hakkımız olanı almaktan imtina etmeyeceğimizi, hakkımız olmayanı almaya tevessül etmeyeceğimizi bir kez daha göstereceğiz. En çok bize verilsin, sadece bize pay aktarılsın gibi bir bencilliğin de, biz fedakarlık yapalım, bize gerek yok gibi bir teslimiyetçiliğin de Memur-Sen’in kitabında yeri olmaz. 1 Ağustos’ta Kamu İşveren Heyeti ile masaya oturduğumuzda, 3. dönem toplu sözleşmesinin çalışma konularının tamamının çözüme kavuşturulmuş, kesin hüküm içerenlerinin ise kazanıma dönüşmüş olması gerekiyor.”

“İşçi-memur statüsünde bu işi toplayalım”
Çok fazla istihdam biçimi olduğunu ve bunun karmaşaya sebebiyet verdiğini belirten Yalçın, “Birçok özel hizmetli çalışanlar var. Belediyelerde farklı statülerde çalışanlar var. Bu anlamda çok istihdam biçimi var, bu çok fazla karmaşa oluşturuyor. Bunun mevzuatını bile takip etmek zor. Hem kamu işvereni açısından hem de sendikalar açısından o yüzden ‘gelin bunu tevhit edelim’ diyoruz dolayısıyla işçi memur statüsünde bu işi toplayalım aradaki geri kalan istihdam biçimlerini bu alamda devre dışı bırakarak, ya işçi ya da memur diye tanımlayalım bu işi bitirelim. Bizim buradan beklentimiz bu. Ama iş güvencesi konusu devletin de güvenliği açısından son derece önemli diyoruz. Çünkü bir işgal hareketi ile karşı karşıya kaldı. Dolayısıyla bu işgal hareketinde biz Türkiye’yi FETÖ’nün şerrinden 657 korudu dediğimizde bazıları bunu iddialı buldular. Bu konuda biz tezimizin arkasındayız, çünkü bu konuda esnek istihdam biçimleri ve tamamen yetkinin amirin iki dudağı arasında verildiği istihdam modellerinde FETÖ’nün nasıl paket çıkarttığını millet net olarak görmüş oldu” dedi.