Gündem Normalleşmenin yarım asırlık tarihi

Normalleşmenin yarım asırlık tarihi

22.12.2014 - 02:30 | Son Güncellenme:

Küba’da Che Guavera ve Fidel Castro’nun efsaneleşen sosyalist devriminin ardından ABD’nin sert ambargosuyla kesilen ilişkiler, kardeş Castro ve Obama’nın girişimiyle 53 yıl sonra normalleşme sürecine girdi Yarım asırda ABD’nin Fidel Castro’ya 8 ayrı suikast girişimi ve 1961’te yılında Başkan Kennedy döneminde Domuzlar Körfezi fiyaskosundan sonra Küba, konunun uzmanı gazeteci Ann Louise göre ‘düşmanı’ndan istediği her şeyi aldı

Normalleşmenin  yarım asırlık tarihi

ABD Başkanı Barack Obama ve Küba Devlet Başkanı Raul Castro geçen hafta, 53 yılın ardından ilişkileri normalleştirme kararı aldı. ABD böylece geçtiğimiz yarım yüzyılda ambargo, darbe, işgal ve suikast girişimleriyle deviremediği rejimle masaya oturmayı kabul etmiş oldu. Öyle ki Raul Castro cumartesi günü yaptığı konuşmada anlaşmayla ilgili “Savaşı kazandık” dedi. Ancak, ABD’de Küba kökenli birkaç siyasetçi ve vatandaş dışında çok az kişi bunu bir yenilgi olarak yorumladı. Zira artık Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler yıkılmış ve Küba ile husumet bir alışkanlıktan ibaret kalmıştı.
Elbette durum her zaman böyle değildi. CNN’in 1983 yılında yaptığı bir ankette Amerikalıların yüzde 90’ının Küba’yı tehdit olarak gördüğü ortaya çıkmıştı. Halkın yüzde 29’u 110 bin kilometrekarelik komünist adanın “çok ciddi” bir tehdit olduğuna inanıyordu. Bir zamanlar ABD’nin arka bahçesi olan Küba, Fidel Castro’nun elinde Sovyetler Birliği’nin müttefiki ve Amerikan olan her şeyin düşmanı olmuştu. Üstelik dünyanın dört köşesinde bağımsızlık mücadelesi veren gruplara destek veriyordu. Küba komünistti, ayaktaydı, popülerdi ve Amerikan topraklarından yalnızca 145 kilometre uzaktaydı.

Adaya şeker müdahalesi
ABD’nin Küba’da devrimle gelen değişimden bu kadar hayal kırıklığına uğramasının nedeni belki de bu küçük adayı başından beri kendine ait görmesiydi. ABD kurulduktan yalnızca 50 yıl sonra dönemin dışişleri bakanı Küba’nın “yarım yüzyıl içinde” Amerikan topraklarına katılacağını söylemişti. Küba’ya 1854 yılında 130 milyon dolar değer biçilirken yüzyılın sonunda bu rakam 300 milyon dolara çıkmıştı. Ama adayı satın almak bir türlü mümkün olmamıştı. ABD ancak 1898 yılında, İspanya’yı savaşta yendikten sonra Küba’da hâkimiyet kurabilmişti. Amerikan askerleri dört yıl sonra adadan ayrılırken Küba anayasasında Washington’un “gerektiğinde” ülkeye siyasi müdahalede bulunmasına izin veren bir madde eklenmişti.
ABD bu tarihten itibaren Küba üzerinde tam bir hegemonya kurdu. Çıkarlarına uygun olmayan her gelişmede ülkeye asker gönderdi. 1906’daki müdahale üç yıl sürdü. 1917’de seçimlerin ardından silahlı direniş başladığında ABD askerleri “Amerikan şirketlerini korumak” için Küba’ya girdi. “Şeker Müdahalesi” olarak anılan ve beş yıl süren bu operasyon başarılı olmuştu. 1926 yılına gelindiğinde Küba şeker sanayinin yüzde 60’ını Amerikan şirketleri kontrol ediyordu. 1950’li yıllara gelindiğinde ülkedeki ekilebilir arazilerin yarısından fazlasının yabancı şirketlerin kontrolünde olduğu tahmin ediliyordu.

Devrim ve ambargo
ABD-Küba ilişkileriniz bozulmasını tetikleyen de zaten ülkeyi kimin yönettiğinden ziyade Amerika’nın adadaki ekonomik çıkarlarının tehlikeye girmesi oldu. Fidel Castro, Che Guevara ve diğerleri, 1959 yılında üç yıl süren bir gerilla savaşının ardından diktatör Fulgencio Batista’yı devirerek yönetimi ele geçirdiğinde Washington, yeni hükümeti hemen tanıdı. Castro’nun aynı yıl Washington’a yaptığı ziyaret de son derece olumlu geçti. Ancak, devrimciler petrol rafinerileri de dahil Amerikan şirketlerini kamulaştırmaya başladığında gerilim arttı. ABD önce kısıtlı bir ambargo ilan etti. Ardından 1961 yılında büyükelçiliğini kapatarak diplomatik ilişkileri sona erdirdi. Sonunda 1962 yılında ekonomik ablukayı tüm ürün ve seyahatleri kapsayacak şekilde genişletti.

Che’nin ‘Domuzlar’ teşekkürü
Washington bu sayede Castro’yu devirmeyi umuyordu. Ayrıca 1960-65 yılları arasında en az 8 kez Castro’ya suikast düzenlemek için harekete geçmişti. Ancak, hiçbir girişim Domuzlar Körfezi fiyaskosu kadar yankı uyandırmadı. Amerikan Haberalma Teşkilatı’nın (CIA) eğittiği 1500 Küba göçmeni, 1961 yılında Domuzlar Körfezi’ne çıktığında Che Guevara’nın eğittiği milisler tarafından büyük yenilgiye uğratıldı. ABD’nin karşı devrim projesi başarısız olmuştu. Che Guevara daha sonra bir yardımcısı aracılığıyla ABD Başkanı John F. Kennedy’ye gönderdiği teşekkür mesajında “Çıkarmadan önce devrim zayıftı. Şimdi hiç olmadığı kadar güçlü” diyecekti.
ABD’nin Küba’da yönetimi değiştirmek için giriştiği çabalar devrimi sağlamlaştırmakla kalmayıp adanın Sovyetlere yaklaşmasını da hızlandırdı. Artık ABD’nin Küba’dan korkması için daha çok neden vardı. ABD, 1962 yılında Sovyetlerin Küba’da füze üssü kurmakta olduğunu fark ettiğinde dünya 14 gün boyunca nükleer savaşın eşiğinde yaşadı. Kriz ancak Sovyetler Birliği’nin adadaki füzelerini geri çekmesi, ABD’nin ise Küba’yı işgal etmeme ve Türkiye’deki Jüpiter füzelerini kaldırma sözü vermesiyle aşılabildi.
ABD’nin Küba’daki yönetimden rahatsız olmasının tek nedeni adadaki gelişmeler değildi. Gerilla savaşıyla yönetimi ele geçiren Castro, Guevara ve diğerleri bu başarılarını dünyaya ihraç etmek istiyordu. Küba’dan Gana, Nikaragua, Yemen ve Angola’da isyancı gruplara askeri yardım gidiyordu. Ancak, Küba’nın gözünde özgürlük savaşı verenler ABD’nin gözünde teröristti. Washington 1982 yılında Küba’yı “teröre sponsor olan ülkeler” listesine aldı. Fidel Castro, 1992 yılında Küba’nın artık yurtdışındaki isyancılara destek vermeyeceğini açıkladı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2012 yılında yayınladığı raporda da ülkenin terörist gruplara destek verdiğine dair bir kanıt yoktu. Ancak Küba listeden çıkarılmadı.

Komünizm devam edecek
Ekonomik abluka altındaki 11 milyon nüfuslu bu adanın yarım yüzyıla yakın süre nefes almaya devam etmesini Sovyetler Birliği sağlamıştı. Küba’nın ABD ile ilişkileri normalleştirmeye ikna olmasına giden süreç de Sovyetler Birliği’nin zayıflaması ve çöküşüyle başladı. Küba, 1990 yılında ticaretinin yüzde 85-88’ini sosyalist ülkelerle yapıyordu.
Fidel Castro, 1990 yılında yaptığı bir konuşmada bu ülkelerin ticaret ortağı olarak güvenilirliği belirsiz hale gelince “barış zamanında özel bir döneme” girdiklerini söylemişti. Sovyetlerin tamamen çökmesinin ardından adada açlık, yokluk ve elektrik kesintileri olağan hale geldi.
Yine de Amerikalı ve Kübalı temsilciler 18 ay önce ilişkilerin normalleşmesi için pazarlığa oturduğunda Havana tamamen çaresiz değildi. Aksine birçok analiste göre anlaşmadan karlı çıkan taraf Küba oldu. Nitekim Raul Castro cumartesi günü yaptığı konuşmada ilişkilerin normalleştirilmesi ile ilgili Başkan Obama’ya teşekkür ederken komünizmden vazgeçmeyeceklerini ısrarla tekrarladı.
Kariyerinin büyük bölümünü Küba’yı araştırmaya ayıran gazeteci Ann Louise Balbach, gelişmeleri Milliyet’e değerlendirirken “Raul Castro pazarlık yapabilecek konumdaydı ve (ABD’den) istediği her şeyi aldı” yorumunu yaptı ve ekledi: “Castro’lar kazandı, hem de çok büyük kazandı!”

Haberin Devamı

Normalleşmenin  yarım asırlık tarihi

Fidel Castro ve Che Guavara liderliğindeki gerillalar, 1 Ocak 1959’da Santa Clara ve Santiago de Cuba şehirlerini ele geçirerek 1953’te başlayan devrimi kesin olarak sonuçlandırdı.

Fidel nerede?

ABD-Küba ilişkilerinin normalleşmesi kararına iki ülkeden gelen sayısız yorumda bir kişinin sesi eksikti. Küba Devrimi’nin mimarı Fidel Castro (88) yönetimi 2006 yılında geçici olarak, 2008’de temelli kardeşi Raul Castro’ya bırakmıştı. Küba basınında zaman zaman fotoğrafları ve yazıları yayınlansa da artık halka ya da basına konuşmadığı için bilincinin ne kadar yerinde olduğu bilinmeyen Castro, en son 8 Ocak’ta bir sergi açılışında görüntülenmişti. Küba’daki gelişmeleri Milliyet’e değerlendiren araştırmacı gazeteci Ann Louise Bardach “Fidel’in sağlığı sendeliyor” derken kontrolün artık tamamen Raul Castro’da olduğunu söyledi.

Haberin Devamı

Buzlar daha önce de erimişti

ABD ve Küba arasındaki buzlar ilk kez erimiyor. İki ülke ilişkilerinin kopmasından sadece birkaç yıl sonra, 1964’te, Fidel Castro dönemin ABD Başkanı Lyndon B. Johnson’a bir mektup yazarak farklılıklarına saygı duyabileceklerini umduğunu söylemişti. Takip eden 10 yılda iki ülke vatandaşlarının karşılıklı uçak kaçırma eylemleri işbirliğini mecburi hale getirdi. 1974 yılında Amerikalı yetkililer adaya gidip geliyordu. Jimmy Carter döneminde ise iki ülke birbirlerinin başkentinde temsilcilikler açmıştı. Carter seyahat yasağını da kaldırmıştı. Ancak, 1980 yılında Castro’nun dileyen herkesin adayı terk edebileceğini söylemesiyle 125 bin kişi ABD’ye giderek bir göçmen krizini tetikledi. Küba’nın çeşitli ülkelerdeki ayrılıkçı ya da devrimci gruplara yardım etmesi de Washington’daki hassasiyeti artırdı. Başkan Ronald Reagan, 1981 yılında ambargoyu sertleştirdi ve tekrar seyahat yasağı getirdi.

Son fırsatı kullandılar

ABD’de Barack Obama daha başkan adayıyken Küba ile diyalog kurulması gerektiğini söylemişti. Yönetime geldikten sonra Amerika’dan Küba’daki aile üyelerine gönderilebilecek havale miktarını yükseltti, seyahat izni almayı kolaylaştırdı. Ancak ABD’de Küba kökenli Amerikalıların oyları seçim sonuçlarını değiştirecek kadar kritik olduğu için asıl büyük adımı Beyaz Saray’daki son iki senesine sakladı.
Küba’da ise Raul Castro iktidarı ağabeyinden aldığı andan itibaren küçük ama sembolik ekonomik reformlara imza attı. Mülk alım satımı serbest bırakıldı, özel girişimlerin önü açıldı. Birçok analiste göre başkanlıkta ikinci dönemin sonunda, yani 2018 yılında görevi bırakacağını açıklayan Raul Castro (83) yaşını da hesaba katarak Amerika ile ilişkileri bir an önce düzelterek adadaki değişim için gerekli adımları atmak istedi.