Pazar 1 lira yevmiye

1 lira yevmiye

16.11.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Şişşt..."

1 lira yevmiye





İÇİMİZDEN BİRİ: AYDIN ALBAYRAK
1912 yılında Yugoslavya'da doğar. Yemen'de İngilizlerin eline esir düşen babası kurtuluşunun ardından Türkiye'ye yerleşmeye karar verir. Ailece önce İstanbul'a, oradan da Ayvalık'a gelirler. Hayrettin Paşa İlkokulu'nda ilköğrenimini tamamlar Aydın Albayrak. Önce babasının yanında marangozluk yaparak çalışmaya başlar, daha sonra da mermer ustası olur. Mermer atölyesinde geçirdiği yaklaşık 20 senenin sonunda 1977 yılında emekliye ayrılır. Altı ay Bursa'ya gittiği dönem hariç, çocukluğunu, gençliğini, hatta yaşamının tümünü geçirdiği Ayvalık'ta neredeyse girmediği villa, şöminesini yapmadığı ev kalmaz. Rumca ve Sırpça bilen Albayrak, Fatma Saniye hanımla evlenir ve dört çocukları olur. Ayvalık'ta, yıllarca aşkla çalıştığı ve şimdi çocuklarının çekip çevirdiği mermer atölyesinde görüştük Aydın ustayla…

Yugoslavya'da, Pirepol kasabasının Selane (Selende) köyünde doğdum ve orada hatim indirdikten sonra babam esaretten kurtuldu. İngilizler esaretten azletti onları. Sonra bizi de buraya getirtti. Kalktık İstanbul'a geldik, oradan Ayvalık'a geçtik. Babamın ismi Beytullah, annemin ise Hamide Albayrak. Dedesi babamı gönüllü Osmanlı ordusuna yollamış. Yemen'de İngilizlere esir düşmüş babam. Anadili gibi İngilizce konuşurdu. 'Mecburi öğrendim edepsizden' derdi. Rumlar henüz gitmişti. Çatalı, kaşığı, tabakları bile duruyordu adamların, sanki tekrar döneceklermiş gibi... Tabii müsaade etmediler, bir daha dönemediler. Birkaç hane, bir de bu cami vardı... Buraya gelir gelmez okula soktu beni babam, Türkçe bilmiyordum. Dördüncü sınıfta, Latince harflere geçtik. Yeni yazı daha kolay, eski Türkçe çok zordu... Babam da geldiğimiz yerde olduğu gibi marangozlukla uğraşmaya başladı. Bir dükkan bulduk. Bu arada göçmenler geldi, evvela Midilli göçmenleri, ondan sonra Giritliler geldi. Girit adasından gelenlerin şalvarlı, tuhaf kıyafetleri, bir de kalpakları vardı. Midilli'den gelenler daha düzgündü. Bu gelenlerle, kozmopolit oldu burası..."

Topa vurmaya giderdim
"O zaman baba-oğul ilişkisinde öyle geçim yoktu. Babam futbol yüzünden beni döverdi. Dükkanımızın arkasında Ahmet Mithat'ın bahçesi vardı, futbol sahamız orası idi. Seviyordum topu, babam cam takmaya gittiğinde ben de kapatıyordum dükkanı, iki sefer vuruyor topa, gene geliyor, babamın gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Eğer babam gelmişse, hemen eve gider anneme, 'Bana iki lokma ver, yiyeyim yatayım' derdim. Çünkü babamın beni dövmesini istemezdim." Bu arada Ayvalık Kimsesizler Yurdu'nun marangozhanesinde çalışan Musa bey, Aydın Albayrak'ı kurtarmak için babasına bir öneride bulunur. "Bana bırak, dövme, ben bu çocuğu dükkana bağlayacağım, yeteneği var" der. "O zamanlar ben kuşlarıma kafes yapardım. Musa efendi bana oyma takımı aldı. Hemen başladım, kafes yapmaya, kınalı (güvercin türü) tutmaya ve satmaya. Kınalının tanesini on kuruşa satardım... İşte burada ilkokuldan mezun oldum.. Babam okula devam etmemi istemesine rağmen devam edemedim. Başka okul da yoktu zaten." Musa efendinin keşfettiği marangozluk yeteneği artık geçim kaynağı olur Aydın Albayrak için. Babasıyla birlikte çalışmaya başlarlar.

Tapar gibi seven kızlar
"Gençliğimde bilardoya çok aşıktım, güzel oynardım. Geniş evlerin içinde hep konsollar vardı. Popüler evlerdi, zengindi herifler (mübadele ile gidenler). Ondan sonra devlet topladı o konsolları, ne yaptı bilmem, kaldırdılar onları. Daha sonraları kulüpte, böyle sevgi içinde, ahenk içinde bilardo oynardık. Bu şekilde vaktimiz geçerdi. Gençlik işte, şık giyinirdik. Siyahtı bıyıklarım, 'Üç kaş Aydın' derlerdi bana. Senelerce papyon kullandık. Topu topu 30 gençtik. Benden ilham alarak onlar da papyoncu oldu, papyonlarını da ben bağlardım çoğunun. O hayatımı anlatamam, çok seviyordu beni kızlar. Tapar gibi seven kızlar vardı. Ama ben evlilik taraftarı değildim." Bu arada altı ay kadar Bursa'ya gider Aydın Albayrak: "Siyah bir takımım vardı. Bursa'da Çelik Palas'ta, popüler bir yerdi, dans yapardık orada. Kapıda bir kavas durur, insanların resmi elbiseyle gelip gelmediğini kontrol ederdi. Ben eve yatmaya gelir, gardıroba elbiselerimi koyardım. Arkadaşlar gelir, alırlardı o elbiseyi. Onların siyah elbiseleri yoktu. Elbisem her gece dansa giderdi oraya." Son yıllarda gençliğinde kullandığı papyonunu kaybeder Aydın bey: "Sordum hanıma, 'Nerede papyonum?' diye. O da 'Kurcalama papyonu artık' dedi.

DP'li oldum
"Demokrat Parti Ayvalık'ta kurulduğu zaman bir hayli gerginlik oldu ama ben DP'li oldum. Muzaffer Samyeli hakim, Ayvalık hakimi, beni DP'li olarak, Bağözü köyüne sandık başına yolladı... Yevmiye veriyordu parti, DP tarafından hazır liste olarak yapılmış, hemen ismini yazıp oy kullanacak mühürlü listeler, reyler vardı... Buradan bana bir at verdiler, o zaman vesait yok, atla gittim. Fakat Bağözü köyü Halkçıymış. Halk Partisi'ne bağlıydılar. Haber almışlar, Demokrat Parti birini yollayacak diye. Adamlar yollamışlar, beni yakalayıp elimdeki reyleri alsınlar diye. Ama ben başka bir yoldan gittim oraya. Bir kahveye girdim. Kahvenin sahibi 'Rey getirdin mi?' dedi. 'Getirdim' dedim. Hemen benim cebimden reyleri alıp, küçücük bir pencere var böyle, pencereden çocuklara reyleri evlere dağıtsınlar diye verdi... Sonra biz kazandık, şişt... Demokrat Parti kazanınca, onlar başladı benden korkmaya. 'Korkmayın hiç' dedim, 'korkmayın, biz hep kardeşiz' dedim... O zaman yenilik doğdu. DP gençleri ayaklandırdı, e biz de genciz, o bakımdan DP'li olduk."
Marangozluk yaparak başladığı çalışma yaşamını, kurduğu mermer atölyesinde sürdüren Aydın bey 1972 yılında emeklilik işlemlerine başlar. 1977 yılında Bağkur'un ilk emeklilerinden biri olur ve ilk maaşını alır: "Şimdi 320 milyon lira alıyorum. Hayatım sanatla geçti, severek yaptım, yaptığım işte de ne bileyim böyle aşkla çalıştım. Son yıllarda sabahleyin dokuzda kalkıyorum, çıkıyorum balkona. Villadır evim, şahane..." 80 yıl önce göçüp geldikleri bu topraklarda yerleştikleri, Rumlardan kalan evlerini anne ve babasının ölümünden sonra satar: "İhtiyarlar ölünce, bana kalan evi sattım, parayı bir bankaya yatırdım. Orada da büyüdü, sonra o paradan temelli kurtuldum..."

"İlk yıllarda yalnız marangozluk yapıyorduk, tamirat yapıyorduk, başka işimiz yoktu. Evlerin doğrama kısımlarını tamir ederdik. Tek tük marangoz vardı o zamanlar Ayvalık'ta. Katiyen fazla para almazdım. Bir liraya senelerce çalıştım.
Bir lira yevmiye ama bir lirayla sekiz kişiyi yediriyordum. O şekilde, köle gibi taptım işime. Hep babamın dükkanında çalıştım, başka yerde çalışmadım. Babam işi bırakınca, ben başladım. Sonra döndüm mermerciliğe. Mermerciliğe beni işte mimar Fahrettin bey çevirdi. Ben bu işe dönünce, çocuklarım da başladı, gelişti; onlar mektepli. Yavaş yavaş onları da alıştırdım kendi yoluma. 'Fayansçıyım, mermerciyim, nakış fayans düzüyorum' derdim. Mermer yoktu ilk zamanlar, mermer sonradan İzmir'den geldi. Ben önceleri biraz korkarak başladım. Çünkü insan birden gelişemiyor, geliştikten sonra tabii. 1950 sıralarında mermerciliğe döndüm. Zenginler yaptırıyordu mermeri. Demek ki bende kabiliyet vardı. Nakışlı şöminelerim var çeşitli, İzmir'den tut, Bergama, Dikili, Burhaniye, Edremit, Akçay'daki deniz kenarında villaların iç kaplamaları benim. Atatürk heykelini yaptım. Söz verdim çocuklara çalışmayacağım diye... Çamlık'taki heykeli ben yaptım... Bir sanata aşıktım, bir sanata tapardım..."

"58 sene oldu evleneli... Köye Ragıp ağa isminde bir adamın, panjur kanatlarını yapmaya gittim. Ragıp ağanın hanımı da bizim memlekette komşumuzdu. 'Kerata ben seni evlendirecem' diyordu. Ben 30 küsur yaşlarındaydım ve evlilik aklımda bile yok, öyle..." Bir yandan çalışan bir yandan da kendisine gösterilen adaylara bakan Aydın bey hiçbirini beğenmez. "Biraz muzipliği severim. Tuttum 'Teyze ben bir güzel gördüm çeşmede, Şahin ağanın kızı. Sen onu hiç göstermiyorsun bana' dedim. Hovarda ruhlu bir kadındı, 'Ben onu da yaparım sana' dedi. Hayatımın cilve tarafı burası... Şişt... Ben marangoz tezgahında çalışırken, o, Şahin ağanın kızı getirir, çiçekleri pencereden bana verirdi. Şişt... O da bağlandı bana. Benim de hoşuma gidiyordu. Babasından istedik. Önce itiraz etti babası ama sonra evlendik. O benim yaptığım doğramaya aşık oldu ama ben de onu sevdim. Tatlı bir evlilik oldu, ben sanat dalında devam ettim, bu şekilde yuvamızı kurduk. 33 sene anne, baba beraber, gelin, kaynana beraber yaşadık. Dört çocuğum oldu. Mektebe gittiler. Oğullarım sanat okulu mezunu. Biri takıcı, öteki yapıcı."

Proje ekibinden
Proje kapsamda bize ulaşan kaynak kişi önerilerinin tümü büyük bir titizlikle dikkate alınmakta ancak kısa sürede değerlendirilmesi mümkün olamamaktadır.
Yaptığımız görüşmelerin tümü arşivimizde yer almakta, bu sayfa ise ancak içlerinden seçilen bazı yaşam anlatılarından derlenen yazılarla hazırlanmaktadır.
Esen kalın...



TARİH VAKFI
Tarih Vakfı sözlü tarih arşivi oluşturmak için tanıklıklarınızı kaydediyor. 70 yaş üzeri 1000 kaynak kişiye ulaşmayı hedefliyor. Ünlülerle değil, içimizden birileriyle... Sizin önereceğiniz kişilerle, dedelerimiz, ninelerimizle... Köylerde, kasabalarda, fabrikalarda geçen hayatlar... Hasatlar, vardiyalar, düğünler, seçimler, yemekler, camiler, kadın matineleri... Tarihe Bin Canlı Tanık Projesi, sözlü tarih görüşmeleri ile, günlük yaşamın, toplumsal geçmişin belleklerde kalmış ayrıntılarını içeren yaşam öykülerini kaydetmeyi hedefliyor. Bugüne kadar projeye destek olan Türk Tabipler Birliği'ne, İnşaat Mühendisleri Odası'na ve Kayseri Ticaret Odası'na maddi desteklerinden dolayı teşekkür ederiz. Siz de projeye destek olun, tarihe katkı da bulunun: Telefon: 0212 327 86 58
Faks : 0212 227 37 32 e-posta: tbct@tarihvakfi.org.tr

  • Danışmanlar: Doç. Dr. Aynur İlyasoğlu-Doç. Dr. Esra Danacıoğlu
  • Proje koordinatörü: Gülay Kayacan
  • Görüşmeyi yapan: Hakan Koçak
  • Deşifre ve redaksiyon: Sevil Üzrek
  • Görüntü kaydı: Tamer Üstel
  • Yayına hazırlayan: Tuba Çameli


  • Kaynak kişi önerilerinizi ve maddi desteklerinizi bekliyoruz:
    Tel: (0212) 327 86 58
    Faks: (0212) 227 37 32
    e-posta:mailto:tbct@tarihvakfi.org.tr

    www.tarihvakfi.org.tr