27.09.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
ELİF BERKÖZ ÜNYAY
Gidilen 12 diyetisyen, harcanan kayda değer epey para, verilen kilolar, geri alındıklarında yaşanan hayal kırıklığı ve pişmanlık. 42 yaşındaki tiyatrocu Nedim Saban 12 yıldır kilo vermeye uğraşıyor. 2008 Kasım’ında başladığı son kilo verme macerası ondan 40 kilo götürmüş. Artık kerli ferli, göbekli bir adam değil o, yaşını gösteriyor. Geçen hafta bir televizyon programında zayıflamış haliyle onu gördüğümde gözlerime inanamadım.
40 kiloyu nasıl verdiğini öğrenmek için sahibi olduğu Tatlıcı Tombak’ın Profilo Alışveriş Merkezi’ndeki şubesinde buluştuk. Saban “Hayatım boyunca diyet yaptım. Şimdi diyet yapmıyorum. Elimde şu kadar gram yiyeceksin, şunları ağzına koyma gibi bir liste yok. Diyeti bırakınca, mahrum kaldığım şeylere kavuşma duygusuyla daha çok şişmanladım. Oysa metabolizmanıza uyan yiyecekleri seçmek, vücudunuzla zıtlaşmamak son derece önemli” diyor.
132 kilodan 92 kiloya düşen Saban’a en son ne zaman bu kiloda olduğunu soruyorum. “Lisede, Robert Kolej’de okurken bu kilodaydım” cevabını veriyor.
“Topaç gibi” bir çocuk muydunuz?
İri bir bebek olduğum için 31 Aralık’tan 16 Ocak’a kadar bir türlü doğamamışım. Sonunda 3 kilo 850 gram doğmuşum. Ailede hem ilk çocuk hem de ilk torundum. Şişman olsun, şirin olsun diyerek büyütüldüm. Bir de düztaban olduğum için paytak paytak yürüyordum... Kilolu halim şirin bulunuyordu.
Okulda, mahallede şişmanlığınızla dalga geçilir miydi?
Sınıfın en şişmanı ve en kısasıydım. Okulun da mahallenin de maskotu gibiydim. Ortaokul 1’deyken lise 1’de okuyan bir kızla çıkıyordum mesela. Şişmanlığım kızlara sempatik gelirdi. Yine de kilom nedeniyle alay konusu olduğumu düşünüyordum arada sırada...
Vücudunuzla barışık mıydınız peki?
Mutlu değildim. Bol kıyafetleri tercih ediyordum. Yazın vücudumu saklar, güneşlenmez, denize hemen girer ve çıkardım. Vücudumla ilgili kusurları entelektüel kapasitemle örtmeye çalışıyordum.
“Çerezle şişmanlattığım papağanım öldü”
Şişmanlamanızı tetikleyen şeyler var mıydı? Annenizin size çok yemek yedirme ısrarı, genetik faktörler...
Annem biraz kiloluydu, babam zayıftı. Annem 4’te okuldan gelince börek, poğaça yedirirdi. Babam işten eve 20.30’da geldiğinde tekrar tam donanımlı bir sofra kurulurdu.
Çocukken günde beş saat yüzerdim. Sırt üstü yüzmede şampiyonluğum var. Yüzme okulunda da yanlış beslendim, o zaman farkında değildim tabii. Bir somun ekmeği tereyağı ve balla yiyorduk. 12 yaşımda tiyatroya başlayınca yüzmeyi, sporu bıraktım. Deli gibi yemeye başladım. Lahmacunlarla, fastfood’la tanıştım. Sonra tiyatro okumaya Amerika’ya gittim, orada az yedim. Hatta kilo bile verdim.
Türkiye’ye dönünce kilolar da döndü mü?
Bekar hayatı ile birlikte fastfood’a başladım. Pizzalar, tatlılar, çerezler... Gece tiyatro oyunlarından sonra işkembeciye, kokoreççiye gitmeler... Deli gibi Siirt fıstığı yeme hastalığım vardı. O kuruyemişler papağanımın da sonu oldu.
Nasıl yani? Şişmanlıktan mı öldü?
Papağanlar fındık fıstığı çok sever. Ben de devamlı yiyordum, ona da habire veriyordum. Bir gün hayvan fenalaştı. Veterinere gittik, veteriner “Bu hayvanı neyle beslediniz?” diye sordu. “Siirt fıstığıyla” dedim. “Hayvanın karaciğeri bitmiş” dedi. Sonra öldü hayvancağız.
İlk diyetisyene gidişiniz...
12 yıl içinde toplam 10-12 diyetisyene gittim. İlkinde 29-30 yaşındaydım, Dr. Stress’i yaptığım zamandı. Tartıda 100’ü gösteriyordum. “Beş kilo versem yeter” diyordum.
Diyetisyene gidip haftada 1,5 kilo veriyordum. 8-9 haftalık diyetten sonra yine yemeğe saldırıyordum. Diyetisyenlerin çoğu kahvaltıda kibrit kutusu kadar peynir önerisiyle başlıyordu söze. Diyet listelerini kafalarına atasım geliyordu. “Kibrit kutusu kadar yiyebilsem burada olmazdım ki!” diye geçiriyordum içimden. Yurtdışında da diyet kamplarına katılıyordum.
Yurtdışındaki yöntemler farklı mıydı?
Fransa’daki doktor günde bir küçük şarap izni verdi,”Yahu ben şarapçı değilim ki” dedim. İtalyan doktor haftada bir büyük pizza ve bir spagettiye onay verdi. Spagettiyle hiç aram yoktu. Amerika’daki kampta kolesterolle mücadele ediliyordu çünkü herkes fast food nedeniyle kalp problemi yaşamıştı.
“Doktoru baştan çıkardım, akşam rakı içmeye gittik”
Kamp maceralarınız sonsuz olsa gerek...
Tabii. Türkiye’de bir hastanenin kampına dört gün dayandım. Sonunda doktoru yemekle baştan çıkardım, birlikte rakı içmeye gittik.
Diyetisyenler “Her gün 45 dakika yürüyeceksin” diyordu ama ben eğilemiyorum bile. Haluk Saçaklı “Yavaş yürü o zaman” dedi. 7 dakikalık yolu 1,5 saatte yürüdüm, inanamadı. Ankara’ya akupunktur tedavisine gidiyordum. Dönüşte Bolu’da cızbız köfte molası veriyordum!
“Şener Şen ‘Rolün tehlikede kilo verme’ dedi. İşime geldi”
Karşınıza kilo vermenizi sağlayan bir doktor çıkmadı mı hiç?
Çıktı ama tekrar kilo alıyordum. İtalya’da Ferzan Özpetek ve Serra Yılmaz’ın doktoruna gittim. Bitkisel ilaçlarla beni zayıflatmaya çalıştı. Ayda bir İtalya’nın yolunu tuttum.
Sonuç ne oldu?
“İkinci Bahar”da Medet’i oynuyordum o dönem. Ciddi ciddi zayıflamaya başladım. Şener Şen “Ne yapıyorsun? Rolünü yansıtamayacaksın” dedi. İşime geldi tabii. Develi’de çekim yapıyoruz; Ali Sirmen, Güven Hokna, Şener Şen ve ben sabah çiğ köfte yiyerek güne başlıyoruz. Kebaplarla lahmacunlarla devam ediyoruz.
Bu arada, tartıya çıktığınızda gördüğünüz en yüksek rakam hangisiydi?
İki-üç yıl önce 132’yi gördüm. Boyumun 1,63 olduğunu hesaba kat! Oyuncu arkadaşım Zuhal Yalçın “Mideme kelepçe bağlattım” dedi. “Sen de bu tip bir yöntem uygulasana” önerisinde bulundu. Gittim balon taktırdım. 12 kilo zayıfladım 4,5 ayda. Ama vücut balona uyanıyor bir süre sonra ve kalori yakmamaya başlıyor. Vücut “Yemek ye” sinyali veriyor. Katılar kusturuyor diye, sıvı olabilecek bir şeylere sarılıyorsunuz. Ben de dondurma ve milkshake’e dayandım, bir haftada 7 kilo aldım. Başladım ağlamaya. Çıkarttım balonu. Kelepçe taktırdım.
“Kanımla uyuşan gıdalara uygun olarak besleniyorum”
Her yöntemi denemişsiniz.
Kelepçe ile rahat edemedim, midem bulanıyordu, sürekli kusuyordum. Doktorumla da uyumsuzluk yaşadım. Çıkarmak istedim. Çıkaracağım gün doktor randevuya gelmedi. Hastanedeyim, “Kelepçeyi çıkarın. Kendimi kötü hissediyorum” diye doktorlarla konuşuyorum. Bir doktoru ameliyattan çıkardılar. “Size Avusturya’da bir doktor ismi vereceğim. “Kelepçenizi orada çıkaracaksınız ve orada alternatif tıp yöntemiyle zayıflayacaksınız” dedi.
Hemen aklınıza yattı mı bu fikir?
Yattı. Ertesi sabah babamla Avusturya uçağına bindik. Önerilen kişi profesördü. Alternatif tıpla ilgileniyordu. O ve beni yönlendirdiği yaşam koçuyla birlikte sıfırdan başladık hayata.
Hangi yöntemler uygulandı orada?
Tamamen bana özel bir program uygulandı. O yüzden bu anlatacaklarımın kişiye özel olduğu lütfen unutulmasın. Kan tahlilleri yapıldı. Benim kanımla hangi gıdaların uyuştuğuna bakıldı. Onları tüketmeye başladım. Her ay kan tahlilim yenileniyor. Mesela bir ay domatesle salatayı birlikte tüketmem yasakken, önümüzdeki ay yiyebiliyorum. Ayrıca koçum “En önemli şey saat 05.00’te kalkıp bir şeyler yemen” dedi. Tüm mesele aslında şu: 05.00’ten başlayan, yedi-sekiz öğüne yayılan, ancak toplam tutarı 2.5 öğün bile olmayan beslenme biçimi. Metabolizmayı çok erken çalıştırmaya başlamak gerekiyor. Ve devamlı onu diri tutmak lazım. Yoksa alarma geçip sizi daha çok yediriyor.
“Şişmanken daha mutlu bir cinsel hayatım vardı”
Kilo verdikten sonra cinsel hayatınıza da sihirli bir değnek değmiş gibi oldu mu?
Şişmanken daha mutlu bir cinsel hayatım vardı diyebilirim. Cinsel yaşamla şişmanlığın hiçbir ilgisi yok.
Kişinin cinsel enerjisi, aurası, iç huzuru başka bir şey; dış görünüşü başka bir şey. Şişmanlıkla çirkinliğin alakası yok. Ancak “Ben kendimden memnunum, beni beğenen böyle beğensin” lafı da bazen büyük bir yalan olabiliyor. Zayıflayınca gördüm ki çok girişken, korkusuz olan ben, aslında vücudumla o kadar da barışık değilmişim! Şu anda aynaya baktığım zaman kendimi daha iyi hissediyorum ama daha güzel görmüyorum. Zayıf insanlar kendilerinde herkese yaklaşma hakkı gördükleri için, avuçlarını yalama riskleri daha yüksek! Hadlerini bilmedikleri için, reddedilme oranları çok daha fazla. Oysa şişmanken ister istemez daha utangaç davranıyor, doğal olarak çok daha az reddediliyorsunuz.
“Kırık kaldırım taşlarını artık görebiliyorum”
12 diyetisyen, yurtdışına gitmeler gelmeler, tahliller... Bir daire parası harcamışsınızdır...
Masrafımın bir kısmını sigorta verdi. Geriye kalan kısmı bütün
o dizilerden kazandığım paraları harcattı bana. Ajda Pekkan’ın yaptırdığı tüm estetiklerin parası kadar cebimden para çıkmıştır. Her şey imaj için (!).
40 kilonun ardından gardırobunuz baştan aşağı yenilendi mi?
Sekiz beden ufaldım. Önce “Acaba tekrar kilo alır mıyım?” diyerek hiçbir kıyafetimi atamadım. Sonra hepsini attırdım çünkü artık kilolarımı geri almayacağımı biliyorum. İlk defa eminim. Çocukluğumdan bu yana şort giymemiştim, belki 25-30 yıl sonra ilk kez şort giydim. İlk kez geçen hafta Mango’nun erkek reyonuna girip bir şeyler aldım. Yemekten sonra alışverişe sarmasam bari.
Kilo verdikten sonra önceden yapamadığınız hangi şeyi yapabilmek acayip keyif verdi?
Maçka’da oturuyorum. Teşvikiye’ye gidiyorum sık sık. Hiçbir taksi o mesafe için (yaklaşık 500 metre) yolcu almaz. Ben de numaradan Taksim’e gidiyordum. Sanki orada bir arkadaşıma bakıyormuş gibi yapıp, Teşvikiye’ye dönüyordum taksiyle. Şoföre desem ki size fazla para vereceğim, içinden “Yuh adama bak, 10 adım yürüyemiyor” diyecek. Şimdi rahat rahat yürüyorum. İstanbul’un kaldırımları kırıkmış, yeni fark ediyorum!
En büyük hayalim tekrar kayak pistinde olmaktı. Kışı bekliyorum kaymak için.
“İncelince sahnede pantolonum düştü”
* Üç beyazı çıkardım hayatımdan, bir şeker hastası gibi yaşıyorum. Ekmek, makarna, pilav, pizza... Hepsini kepekli yiyorum. Kırmızı etten uzak duruyorum. Az ve sık yiyorum. Çok çiğniyorum. Bir öğünümü 40 dakikada bitiriyorum. Gerekirse sofradan kalkıyorum, tekrar dönüyorum. Lokantalarda büyük porsiyonlu bir yemeğin dörtte üçünü tabakta bırakıyorum. Eskiden bir kilo gravyer peyniriyle
8 simit yediğimi düşününce bayağı ilerleme var yani! İçki olarak da rakı ve şarap içiyorum sadece.
* Çeşitli hareketleri gün içinde küçük dozlara yaydım. Yere bir şey düşürüp alıyorum, bilgisayarın fişini prize takıp çıkarıyorum, merdiven çıkıyorum, yürüyorum. Bunun dışında pilates yapıyorum.
* Tiyatrokedi’de konuk oyuncu olarak “Figaro’nun Düğünü”nde oynuyorum. Kilolar gittikten sonra Kadıköy Parkı’nda sahneliyoruz, seyirci önünde dans ederken pantolonum düştü. Hemen toparlandım. Rol sanıldı, alkış koptu.