Pazar "250 kentte sergi açtım, İstanbul gibisi yok"

"250 kentte sergi açtım, İstanbul gibisi yok"

04.09.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

Paris'te yaşayan uluslararası sanatçımız Sarkis, yeni sergisi için Raffi Portakal'ın sanat galerisinde yer alan anonim tablolara baktı, onlara içinden geldiği biçimde imzalar attı, bu imzaları neon ışıklarla resimlerin altına yerleştirdi. Bugüne kadar tüm dünyada yaklaşık 250 şehirde sergi açan Sarkis "Almanya'daki gençlerin eserlerimle ilgili ne düşündüğü umrumda değil. Beni İstanbul çok heyecanlandırıyor" diyor.

250 kentte sergi açtım, İstanbul gibisi yok

Anonim tabloların altına neon ışıklarla imza attı axpaz011.jpg Yemek sonrası birlikte galerileri geziyorlar. Sarkis "Bir hafta düşüneyim, bir fikir oluşursa kafamda, seni ararım" diyor. Dediğini de yapıyor. Her şey bir ay içinde olup bitiyor. Ve Sarkis'in Portakal Sanat ve Kültür Evi'ndeki "İmzalı Anonimler" sergisi hayata geçiyor. 5-25 Eylül tarihleri arasında görebileceğiniz serginin kalan hikayesini Sarkis'ten dinledik. Raffi Portakal bundan yaklaşık bir ay önce, Nişantaşı'ndaki galerisinden kızıyla birlikte çıkıp hemen yan tarafta bulunan restorana çay içmeye gidiyor. Tesadüf bu ya, içeride Paris'te yaşayan ve İstanbul'a o gün gelen, kavramsal sanatın uluslararası ismi Sarkis, karısı ve tasarımcı Bülent Erkmen yemek yiyorlar. Raffi Portakal ve kızının da katılımıyla masa genişliyor. Puf börekleri ve çaylar eşliğinde gittikçe koyulaşıyor sohbet. Raffi Portakal birden Sarkis'e dönüp "Burada iki tane galerim var; bize bir sergi yapar mısın?" diye soruyor. Önceden düşünülüp planlanmış bir soru değil bu. Aslında bir hayalin söze dökülüşü daha çok. Beş gün sonra şimdiye kadar aklıma gelmemiş bir fikirle uyandım. Daha önce yaptığım bir iş değildi. Çalışma şeklimden dolayı ben her zaman fikirleri itiveririm, tekrar gelecek mi diye. İteledim. Gece tekrar geldi. Baktım bu fikir kafamı kurcalıyor, derken Raffi'nin galerisindeki anonim işlere ışıklı imza atma fikri doğdu. Bir hafta sonra Raffi'ye telefon ettim. Elindeki anonimlerin kaç tane olduğunu sordum. Raffi Portakal size sergi teklifinde bulununca bir hafta zaman istemişsiniz düşünmek için. Sonra neler oldu? Bir tanesini görmüştüm. Pastanede buluştuk. Anonim işlere ışıklı imza atma fikrini söyledim. Durdu. Baktı baktı, müthiş heyecanlandığını gördüm, hissettim. Anonim yaşamaya mahkum edilmiş her yapıtın, ne kadar kötü olursa olsun, ne kadar karakterli ya da karaktersiz, ressam içine bir yere, bir sır koymuştur. Proje, Raffi'nin seçtiği 10 adet anonimdeki sırları keşfetmeye çalışıp ışıklı hale getirmekti. Galeriyi gezerken görmüş müydünüz birkaçını? "Yüzlerce imza denedim, ilk tablo çok uğraştırdı" Bir ressam var 16. yy.'dan Alman. Lucas Kalah. Çok sayıda sipariş tablo yapmış. Kadın figürleri var, böyle minyon, küçük göğüslü, ufacık, tefecik, cici cici dururlar. Ama gözlerine baktığınız zaman sanki kalkmak isteyecekmiş gibi olduklarını fark edersiniz. Yani ressam, siparişin bile siparişliğini detone eder. Bunu aradım resimlerde. Yüzlerce imza denedim. Bir tanesi "Benim!" dedi. İlk tablo için çok uğraştım. Nasıl araladınız sır perdelerini? Evet. Ama tabii o imzalar, tabloya ışık veriyor, onu da ortaya çıkarıyor. Ben sana bir şey katıyorum, sırrını gösteriyorum... Bu teşhirin tabloyu yapana yaşatacağı sevinç de var. Son sergilerime bir "iyileştirme" kavramı girmeye başladı. Yaralı bir yapıta dokunmak mesela... Her biri benim için çok nazik birer dantela gibi. İmzalarda neon ışıklarını kullanmanız olmayan imzaları ışıkla ortaya çıkarmak mı? Bülent katalogda her tablo için dörder sayfalık bir tasarım düşündü. İlk sayfada tablonun ismi var; "İmzalı Anonim 1" mesela. İkinci sayfada, makyajsız çıplak resmi, çerçevesiyle. Üçüncü sayfada benim çizdiğim imzanın neondaki hali, dördüncü sayfada da çalışmanın son hali...Yani her şey anlatılıyor. Her 10 tablo için bu süreç tekrarlanıyor. Ayrıca katalogda Ferit Edgü'nün de yazısı var. Tasarım Bülent Erkmen'in... "İstanbul sokaklarının kokularını bile bilirim!" Ben 1964'te Paris'e gittim eşimle. Her ikimizin de ailesi İstanbul'da olduğu için bir-iki senede bir gelmeye başladık. İlk yaptığım sergi 1986'daki "Çaylak Sokak" sergisidir. O sergi benim buradan hiç kopmadığımı gösteren bir sergiydi. Bu adam artık Parisli sanatçı olmuş diye önyargılar vardı. Böylece benim Parisli olmadığımı anladılar. Nereden geliyorsunuz, neyi inşa ediyorsunuz; bunlar her sanatçıda kalır. O sergide amcama bir gönderme yaptım mesela. Amcamın bir ayakkabı atölyesi vardı; iyi ayakkabı yapardı. Ben 7-8 yaşlarındayken o dükkanda çalışırdım yaz aylarında. Sokaklarda haylazlık yapmasın, bir iş mefhumu olsun diye gönderirlerdi. Kendinizi Fransız, Ermeni ya da Türk diye tanımlamıyor, "Ben İstanbul'a aitim" diyorsunuz. İstanbul ve İstanbullu denince aklınıza ne geliyor? Yere atılan eğri büğrü çivileri düzeltiyordum. Bir malın değerini, atılmayacak şeyleri ve sabrı öğreniyorsunuz. Metodu da... Ben İstanbullu bir Ermeni ailesinin oğluyum, bu durum bende kalmıştır. Bu bir heyecan demek. Annemin evi Çaylak Sokak'tadır. Satmadım. O sokağın adını verdiğim yerleştirmeyle orası yaşamaya başladı. Benim çocuklarım da İstanbul'a gidip gelmeye başladı. Kızım çağdaş sanat tarihi profesörü, oğlum felsefe doktorası yaptı. Onların da heyecanını görebiliyorum. Dünyanın 250 kentinde sergi açtım. Hiçbirinin verdiği heyecan İstanbul'unkine benzemiyor. Başka bir sorumluluğunuz var. Mesela burada kalkıp serginize gelecek gençlerin tavrı önemli oluyor. Almanya'daki gençlerin sergime nasıl baktıkları, kusura bakmasınlar, umrumda değil. Nostaljiye girmek istemiyorum ama İstanbul'un sokaklarının kokularını, Tarlabaşı bölgesinin her yerini su gibi bilirim; oralarda bir kedi gibi dolaşırım. Ne yapıyordunuz orada? "Hayatımı Zeki Demirkubuz çeksin isterim!" İlk sesi nerede duyuyorsunuz? İlk kokuyu nerede alıyorsunuz? İlk seksüel hazzınızı nerede yaşıyorsunuz? Bütün bunlar önemli. Bacak kadar çocukken Munch'un "Çığlık"ını gördüğümde çıldırdım. Neredeydim? İstanbul'da. Bu bende kaldı. Kalınan yer içinize işliyor. Bu heyecanın tek nedeni İstanbul'da doğmuş olmak mı? Benim hanım çok iyi yemek yapar. Yemekleri özlediğimi söyleyemem. En çok özlediğim şey, ufak vapurla Arnavutköy'den Anadoluhisarı'na gidip gelmek. Birtakım sokakları da çok özlüyorum. İstanbul'un en çok neyini özlüyorsunuz Paris'teyken? Yemekleri mesela? Severim futbolu. Gençken Fenerbahçe'yi tutardım. Şimdi takım tutamıyorum. Çok iyi bir maç varsa oğlumla birlikte izlerim. Sinema ve müzik tutkum vardır bu arada. Bach'ı her gün dinlerim. Sinema bilgim de çoktur. Komet'in futbol tutkusu gibi erkek egemen ilgi alanlarınız var mı sizin de? Burda benim en sevdiğim sinemacı Zeki Demirkubuz. Onun üç filmini gördüm bu sene. Ötekiler gücenmesin tabii. Yere bağlı, dili bakımından müthiş bir sinemacı. Biri filme alacak olsa hayatınızı, kim yönetsin istersiniz? "Sayat Nova"yı çeken Paracanof'un "Pirosmani Teması Üzerine Arabeskler" isimli bir belgeseli vardır. 90'da öldü Paracanof. Çağdaş sanatla pek yakınlığı yoktu ama herhalde birkaç sergimi görseydi benim de bir filmimi yapabilirdi. Ben aslında yabancı bir yönetmen söyleyeceğinizi düşünmüştüm... "1915'ten bugüne kadarki en orijinal Ermeni'yi öldürdüler; bilhassa sergi açmak lazım!" Her yerde sergi açmamız gerekiyor. En zor şartlarda bile buna cevap vermemiz... Herhalde çok kişi şaşıracaktır benim Raffi Portakal'ın yerinde sergi açmama. Çünkü ben aynı zamanda metayı da sorgulayan biriyim. Raffi'nin yeri aynı zamanda bir meta yeri. Dükkan diyor değil mi? Hülya Erdemci dün sergimi duyduğu zaman "Bu bir devrimdir" dedi. 1915'ten bugüne kadarki en orijinal Ermeni'yi öldürdüler; dil yaratması bakımından. Bilhassa sergi açmak lazım. Üstüne gitmek, konuşma ortamı yaratmak... Genç Ermeni sanatçılarla genç Türk sanatçılarının birlikte sergi yapmalarını çok istiyorum, öneriyorum. İstanbul'da, Erivan'da, Paris'te ya da başka bir yerde...70'lerdeki durum farklıydı. Ama şimdi aynı durum sözkonusu olsa, bir resmi mekanda yine sergi yapmazdım. Konjonktürlere ve durumlara göre değerlendirmek lazım. Yalnız, bu arada birtakım züppe alışkanlıklardan da kurtulmalıyız. Sarkis nasıl olur da Raffi'nin mekanında sergi açar ya da Raffi nasıl olur da Sarkis'e sergi teklif edebilir? Bu soruları züppe alışkanlıklar olarak değerlendiriyorum. 1971'de Resim Heykel Müzesi'nde sergi yapmanız isteniyor. "Hapishanelerin dolu olduğu bir dönemde özgür olarak sergi yapamam" diyerek reddediyorsunuz. Bugün 2007'de Hrant Dink'in öldürüldüğü bir Türkiye'de sergi açmak? "Louvre'da sergi açmak, dünyada tek başına kalmaya benzer" Bienal'de bir işim var. İstanbul Modern'de bienallerin tarihi üzerine yapılan sergide iki eski yerleştirmemi güncel bir icrayla bugüne taşıyorum. santralistanbul'da da bir projem var. Ayrıca orada bir yerim olacak. Bir tartışma mekanı hazırlayıp bırakacağım. Üç projeniz daha var bugünlerde... Onları anlatır mısınız? Bitmesini hiç istemediğim bir sergiydi o. Ama Louvre'da sergi açmak, dünyada tek başına kalmaya benzer. Louvre Müzesi'nde sergi açtınız bu yıl. Nasıl bir duyguydu Louvre'da sergi açmak? Değil tabii. 10-11 yaşlarımda geceleri uykumdan uyanıp bağırmamın nedenini anladım. Kozmos içindeki yalnızlığı... Yaşayan çok az sanatçı Louvre'da sergi açtı. Bu deneyimsizlik nedeniyle insan orada kendini yalnız hissediyor, uykusundan uyanıp bağıran bir çocuk gibi, Düşünün günde 20 bin kişi geliyor müzeye ve en az 2 bin kişi sergimin önünden geçiyor. Çok çarpıcı bir yalnızlık bu. Bu iyi bir şey değil...