Pazar "Abarth" çocuklar

"Abarth" çocuklar

03.02.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Abarth" çocuklar

Abarth çocuklar

"Abarth" çocuklar

60’lı yılların İtalya’sında küçük silindirli arabalar süslenir, Fiat 600’lerin kaputlarının içine abartılı motorlar takılırdı. Bunu, aslında çok da zengin olmayan ve tek amaçları bir şekilde kızları etkilemeye çalışmak olan gençler yaparlardı. Bu arabalar isimlerini, Porsche’lar için özel ve güçlendirilmiş bir motor icat etmiş olan Signor Carlo Abarth’tan alıyorlardı. Arabaların büyük bir kusuru vardı: Çok ses çıkarır ama az dayanırlardı.
Aileler ve okullar sanki işbirliği yaparcasına, yavrularımızdan maksimum performans ve mükemmeliyet bekliyorlar.
Evet... Çevremizde, küçük beyinleri herkesten önce ve daha iyi olmaya, en hızlı gitmeye programlanmış sonsuz sayıda "Abarth" çocuklar büyüyor. Kapasitelerinin üstünde ve herkesten daha iyi. O çocuklar ki, eve döndüklerinde babalarına 3 aldıklarını söyledikleri zaman şu cümleleri duymaya alışkınlar: "Ama sen her zaman 5 almıyor muydun? Galiba vakit kaybediyorsun. Yoksa dikkatsiz mi davranıyorsun?"
Öğretmenler ise, "Çocuğun içtenlik duygusunun yok edilişi" konusundaki programlanmış dizaynı gönülden destekliyor ve hep klişeleşmiş cümleleri tekrarlıyorlar: "Oğlunuz zeki ama daha fazlasını yapabilir."
Eğer bir çocuk akıllıysa neden yetmesin? Neden daha fazlası gereksin? Neden daha fazlasını yapmalı? Ya yapmak istemiyorsa? Ve zekadan "daha fazla" olması gereken nedir?
Okulda hep iyi, hep sınıf birincisi olma zorunluluğu çocuklar için büyük bir çaba gerektirir. Önemli bir psikolojik risktir çocuklara yüklenen... Çünkü kendilerine sürekli verilen mesaj, aslında bu dünyada kabul edilmeleri ve sevilmeleri için tek yolun okuldaki başarıları olduğudur. Tabii velilerin de zamanla çocukların okuldaki başarısını, genel değerlendirmeyle bir tuttuğunu unutmamak lazım!
Tüm canlıların dünyaya gelmeleriyle kazandıkları temel haklar çocukların elinden alınıyor: "Sevme hakkı, anne-baba tarafından koşulsuz kabullenilme hakkı!"
Günümüz Türkiye’sinde de, karnını düzenli doyurabilen, düzgün bir işi olan, çocuklarını okutabilen insanların, diğer tüm gelişmiş ülkelerde olduğu gibi çocuklarına "rekabet sanatı"nı öğretme eğilimi gözlemleniyor.
Hayatlarının ilk yıllarından itibaren çocuklar, yürümeyi ve kendi dillerinde düzgünce konuşmayı öğretmeden onları farklı dillerin değişik seslerini öğrenmeye, kayakların üzerinde durmaya çabalamaya, göze görünür sporlar yapmaya ve özellikle yarışmaya, sanki diğerlerinin önünde yer almak ve rekabet, bu toplumda yaşamanın tek yoluymuşçasına zorlayan anne-babalarının hırslarının hedefi oluyorlar.
Ve şimdi kendime soruyorum: Hırslı, rekabetçi insanlar gerçekten huzurlu ve mutlular mı? Hayatta başarılı olabilmek için yarışmak ve bir şekilde kendi üstünlüğünü kanıtlamak gerektiği doğru mu?
Hayır. Sanmıyorum, çünkü rekabetin herkesin harcı olduğuna inanmıyorum. Aslında en iyileri değil de, yalnızca hassasiyet yoksunlarını ödüllendiriyor rekabet!
Belki de okurlarımın çoğu genç olduğundan, bu yazımı onlara ithaf ediyor, birkaç güne kadar kendileriyle birlikte pek çok aileye trajik sonuçları beraberlerinde getirecek karnelerin alınacağını izninizle ekliyorum. O, yalnız aptalca bir kağıt parçası... Hayatta mutsuz ve stresli bir avukat olarak yaşamaktansa, huzurlu bir tesisatçı olmak daha iyidir!






PAZAR