Pazar Ağrı Dağı günlüğü

Ağrı Dağı günlüğü

09.09.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Milliyet muhabiri Ayten Görgün, İstanbul Üniversitesi Dağcılık Kolu öğrencileri ile Ağrı’nın zirvesine çıktı

Ağrı Dağı günlüğü

Ağrı Dağı günlüğü

Milliyet muhabiri Ayten Görgün, İstanbul Üniversitesi Dağcılık Kolu öğrencileri ile Ağrı’nın zirvesine çıktı

AYTEN GÖRGÜN

28 Ağustos Salı
İstanbul Üniversitesi Spor Birliği Dağcılık Kolu Avcılar Şubesi Başkanı Yardımcı Doç. Dr. Yıldırım Güngör, onun öğrencileri ve ben birazdan 1404 kilometrelik 22 saat sürecek Ağrı yolculuğuna çıkacağız. Saat 15.30, yolculuk başlıyor!

29 Ağustos Çarşamba
Saat 13.30’da Doğubayazıt’tayız. Saatim 1580 metrede olduğumuzu gösteriyor. Otogardan otele yürüyoruz, iki dakika mesafe ben daha şimdiden bittim. Hotel İsfahan’a yerleşim ve Merkez Jandarma Karakol Komutanlığı’na gidiş. Doğubayazıt Kaymakamlığı yakında kendi bünyesinde Sivil Dağcılık Bürosu oluşturacak. Resmi işlemler tamam, kendimizi Doğuş Restoran’a atıyoruz. Yarın bizi Eli Köyü’ne çıkartacak kamyonu kiralıyoruz. Çarşıda kısa bir yürüyüş. Otelde sıcacık bir duş, malzeme paylaşımı, kişi başı çantalara ortalama dört buçuk litre su konması. Çay içiyor, televizyon seyredip uyuyoruz.

30 Ağustos Perşembe
Sabahın 07.00’sinde kalktık. Kahvaltı yaptık. Kamyona bindik, Jandarma Komando Bölüğü’ne isim listemizi bırakıyoruz. Bölük her gün sabah ve akşam saat 08.00’de aranacak. Kamyon bizi 2 bin 170 metreye kadar çıkarabiliyor. Gözlerimiz ve ağzımızın içi toz doldu. Kamyonun lastikleri çıplak ve toprak yumuşak. Kamyon yolu çıkamıyor, arkasını taşla dolduruyoruz, üç beş manevra ve pes. 2 bin 200 metrede saat 10.30’da çantalarımızı sırtlayıp yürümeye başlıyoruz. Yol üstünde saçları taranmamış kız çocukları el sallıyorlar bize. Kara lastik giymiş erkek çocuklar kamyona binmeye yelteniyor. Atlar, taylar, gevenler... Ortalık tezek kokuyor. Saatte ortalama 200 metre irtifa alıyoruz. Ağrı’ya bakmak bile istemiyorum. Bu bebek adımlarıyla bu dağ yürümekle nasıl biter? Yanımda katırlı iki çocuk yürüyor, çantamı vermeyeceğim işte. 2 bin 735 metreye kadar bizimle geliyorlar. Yağmur yağacak, saatlerdir gök gürüldüyor. Telsiz ile yaptığımız görüşmede federasyonla gelenlerin zirve yaptığını öğreniyoruz. Yağmur başladı, 2 bin 860 metrede rastladığımız yaylacıların Kızılay çadırlarına emrivaki misafir oluyoruz. İkram ettikleri ayran ve sapsarı renkteki çayı içiyoruz. Gök delindi. Dolu yağıyor. Elleri yüzleri kabuk bağlamış, kat kat rengarenk elbiseler giydirilmiş çocuklar analarının bacaklarına yapışmış burunların çeke çeke bizi seyrediyor. Hava açtı. Tekrar yürüyüş. Ve 3 bin 275 metrede ilk kampı atıyoruz. Burada federasyon ile gelen dağcılarla karşılaşıyoruz. Kamp ana baba günü, çadır tarlası. Bazıları katıra koymuş yüklerini inişe geçmiş bile. Biz ise katır kullanmadık, tam bir ekspedisyon yaptık. Federasyonda 96 kişiden 71’i zirve yapmış. 11 ayrı ülkenin dağcısı bu kampta. Türkiye Dağcılık Federasyon Başkanı Alaaddin Karaca’yı çadırında buluyoruz. Karaca, Ağrı Dağı’nın dört tarafının da dağcılığa açılmasından yana ve federasyona İstanbul bölgesinin yeterince katkı vermediğinden yakınıyor. Yemekte mantarlı et sote, bulgurlu köfteli pilav yiyoruz. Çorba ve çay bir de Murat’ın muhteşem aşuresi. Sohbet ve uyku.

Ağrı Dağı’nın bağrına kimi kabul edeceği kimi etmeyeceği son ana kadar belli değildi. Yalçın tepesine yalnızca ben ve üç arkadaşımın ayak basmasına izin verdi.
31 Ağustos Cuma
Ağrı’ya ağır ağır ve ağrılı bir şekilde çıkıyoruz. Ne kadar da yorgun olsanız gece 02.00 gibi uykunuz bitiveriyor. Saat 06.30’da ayaktayız. Gece ipini koparmış bir at çadırların arasında koşup durdu. Katırcılar gece çok üşümüşler. Battaniyeler ve teneke içinde yaktıkları ateş yetmemiş. Federasyon faaliyetlerinde onları da düşünüp yedek çadır getirmeli. Dağda bir de çöp sorunu var. Herkes suçu birbirinin üstüne atıyor. Everest’te olduğu gibi Ağrı’da da çöp toplama kampanyası başlatılmalı. Ağrı dağ turizmine açıldığında kirlilik, önüne geçilmeyecek bir sorun halini alacak. 4 bin 200’e ortalama kişi başı 25 kiloluk çantalarımızla çıkıyoruz. Artık dokuz kişiyiz. Yıldırım, Ercan, Murat, Cem, Bener, Cem, Neslihan, Barış ve ben. Tempolu sonsuza dek yürüyormuş gibi yürümeliyim. Ama yükseldikçe yorgunluğum artıyor. Fırtına çıktı, hava buz gibi. Katır yolundan gidiyoruz. Saatim artık kaç bin metrede olduğumuzu göstermiyor. Saat 14.30’da 4 bin 200’deyiz, soğuk kavurma, ekmek yiyoruz öğlen yemeği olarak. Bir de sıcak çay ve bisküvi. Şiddetli rüzgar çadır kurmamızı zorlaştırıyor. 17.30’da uyku tulumlarımızdayız. Baş ağrımız baş edilmez halde. Aşağıda doğu kentleri ışıklarını çoktan yakmış, pırıl pırıl dolunay bizi gözetliyor. Küçük Ağrı pırıl pırıl, Büyük Ağrı yine kendini bir gösteriyor bir kapatıyor.

1 Eylül Cumartesi
Sabah 06.00’da tulumların içinden fırladık. Hava pırıl pırıl. Zirve ilk kez böylesine berrak. 08.10’da zirve denemesine başlıyoruz ama beş kişi. Diğerlerinde mide bulantısı, baş ağrısı, ishal gibi dağ rahatsızlıkları baş gösterdi. Murat 4 bin 900’de geri dönüyor. Artık dört kişiyiz: Yıldırım, Barış, Neslihan ve ben. Limonlu sıcak su içiyoruz. Biraz fındık ve üzüm. Saat 13.30’da buzuldayız. Kramponlarımızı giyiyor, ipe giriyoruz. Buzul platosunda hava güneşli. Yukarı çıktıkça soğuk hava rüzgarla birlikte etkisini gösteriyor. Ve 15.00 zirve. Manzara muhteşem. Her taraf açık. Süphan Dağı bile yanı başımızda. Doğu kentlerinin üzerindeki bulutları görüyoruz.




PAZAR