Pazar “Anadolu’nun kültür mirasçısıyım”

“Anadolu’nun kültür mirasçısıyım”

04.10.2015 - 02:30 | Son Güncellenme:

Ünlü ressamlarımızdan Devrim Erbil “Antik Yunan yapıları, Bizans, Selçuklu, hat gibi birçok bileşen ve onu yaratan kültürler benim ilgimi çekti. Bu yönüyle ben Anadolu coğrafyasının kültürel bir mirasçısıyım” diyor

“Anadolu’nun kültür mirasçısıyım”

Türk sanatının önemli isimlerinden Devrim Erbil, “Akademi’de 50 Yıl” isimli bir sergi hazırladı. Yaklaşık 15 ayrı koleksiyondan derlenen eserlerinden oluşturulan sergide Devrim Erbil’in çoğunluğu yağlıboya olmak üzere halı, pleksi, marküteri, seramik, vitray ve abanoz üzerine sedefle yaptığı eserleri izleyici karşısına çıkacak. Tophane-i Amire’de sergilenecek eserler 1960’lardan bugüne Erbil’in farklı dönemlerden eserlerini kapsıyor. Küratörlüğünü Beste Gürsu’nun üstlendiği sergi öncesi, sanatçı ile bu uzun süreci ve sanatının dönüm noktalarını konuştuk.

-Manisa, Salihli’de doğmuşsunuz, ailenizde sanata ilgi duyan birileri var mıydı veya sizin sanata ilginiz nasıl başladı?

Ben Salihli’de doğmuşum ama oralı değilim. Annem bir ziyaret dolayısıyla oraya gitmiş ve orada yedi aylık dünyaya gelmişim. O zaman babam Uşak’ta demiryollarında memurmuş. İki yaşımdayken de Afyon’a taşınmışız.

Üç yaşında da Balıkesir’e taşındık. Daha sonra tüm aile Balıkesir’de toplandı. İlk, orta ve liseyi Balıkesir’de okudum. Hayatımdaki en önemli kişilerden biri annemdir. Dikiş nakış öğretmenliği yapmış biriydi. Yastıklar yapar, üzerine kuş motifleri koyardı. Ondan gelen bir yeteneğim olduğuna inanıyorum.

-Akademi’ye gitme kararını nasıl aldınız?

Doğuştan gelen bir sakatlığım mevcuttu. Altı yaşımda bununla ilgili bir ameliyat geçirdim. Sanırım bu yüzden hep içime kapalı yaşadım, bu nedenle kitap ve şiirle dost oldum. Ortaokul üçüncü sınıfta resimle karşılaştım. 70 yıl önce Balıkesir’deki imkanlar böyleydi. Edebiyat bana kendini tanıma ve iyi ifade edebilme konusunda çok faydalı oldu. Sanat ise bu tarihten sonra duyguları harekete geçirebilmeyi öğretti. Beni ortaokul öğretmenlerim keşfetti. Lise ikinci sınıfta sergiler açmaya, üçüncü sınıfta ise daha ciddi sergiler yapmaya başladım. Bu tarihten sonra aklıma ressam olmayı koydum. Bunun için de Akademi’ye gitme kararı aldım.

“Bir düşünceyi paylaşabilmeyi Bedri Rahmi’den öğrendim”

-Neden Bedri Rahmi Atölyesi’ni seçtiniz?

Bunda Bedri Rahmi’nin popüler bir isim olmasının payı var. Cumhuriyet gazetesinde her hafta yazılar yazıyordu. O dönemde Bedri Rahmi Atölyesi’nden bir resim öğretmeni okulumuza gelmişti. Bedri Rahmi’yi yazı ve şiirlerinden tanıyordum. Öğretmenimin de anlattıkları ile “Akademi’ye gideceğim ve Bedri Rahmi’nin öğrencisi olacağım” demeye başladım. Sonra İstanbul’a gelip sınavlara girdim ve kazandım. Anadolu’dan gelen çocuklar daha çok Gazi Eğitim’e giderlerdi. Hatta Akademi’de Balıkesir’den geldiğimi duyduklarında zengin çocuğu olduğumu düşünmüşler. Benimki bir tutkuydu. Topluluk karşısında konuşabilmeyi,
bir düşünceyi paylaşabilmeyi, dünyayı yaşayan birisi olabilmeyi Bedri Rahmi’den öğrendim. Onun şiirle, edebiyatla, resimle kurduğu birliktelik benimle ortak özellikleriydi ve bu yüzden onun atölyesine gitmeyi tercih ettim.

-Birçok mimari yapıya seramik pano ve vitray uygulaması yapıyorsunuz, bu bir Bedri Rahmi etkisi midir?

Bedri Rahmi’nin bütün mozaik çalışmalarında ekip başı olarak çalıştım. Mesela 1958 Brüksel Dünya Sergisi’ne giden 200 metrekarelik bir mozaik için çalıştım. O mozaikler de Salı Pazarı’ndaki evinin dördüncü katında yapılıyordu. Bir yıl sadece bu mozaik için çalıştım. Mozaik ve çeşitli teknikler ile karşılaşmamda Bedri Rahmi’nin payı olduğunu söylemeliyim.

-Bedri Rahmi’nin en büyük düşü Anadolu motifleri ve kültürlerinden yola çıkarak üretilen yapıtlar yaratılmasıydı. Sizin bu yolda devam ettiğinizi söyleyebilir miyiz?

Bedri Rahmi, Anadolu’ya kendi gözüyle bakmaya sevdalı biriydi. Anadolu motifleri onun için önemliydi, Anadolu uygarlıkları da. Ama
o buradan bir sentez çıkarma yoluna gitmedi. Halk sanatının değerlerine değil de kültürlerin ve uygarlıkların temelindeki bu toprağa özgülüğü ortaya çıkarmak isteyen bir yapıyla eserlerimi ortaya çıkarıyorum. Antik Yunan yapıları, mozaik döşemeleri, Akdamar Kilisesi’ndeki bir rölik, Bizans, Selçuk, Ahlat, kümbetler, hat gibi birçok bileşen ve onu yaratan kültürler benim ilgimi çekti ve çalışmalarımı oluşturmamda bana güç verdi. Bu yönüyle ben Anadolu coğrafyasının kültürel bir mirasçısıyım. Bedri Rahmi ile aramızdaki fark budur.

“Artık İstanbul resimleri yapmak istemiyorum”

-İstanbul resimleriniz 1970’lerin başından itibaren beliriyor ancak 1980’den itibaren üslup olarak oturuyor. Bugün herkes sizi İstanbul resimlerinizle tanıyor. Bu nasıl bir duygu?

Herkes beni İstanbul resimlerimle biliyor. Oysa video eserlerim var, halılarım var, vitraylarım var, seramik panolarım var, ahşap panolarım var. Bu yapıtlarım da bilinsin istiyorum. Artık İstanbul resimleri yapmak istemiyorum ama yeni fikirlerim olduğunda da kendimi İstanbul resmi yapmaktan alıkoyamıyorum. Şimdi İstanbul’un simge yapılarını onların planlarıyla birlikte aynı düzlem içinde veren eserler yapmanın zevkini yaşıyorum. Bu da sürekli İstanbul resmi yapmaya benim içimdeki tepki.

“Tırnaklarımla kazıyarak bu noktaya geldim”

-Türkiye’de bir ressam olarak 60 yıl geçirdiniz, geçmişe dönüp baktığınızda çok yıprandığınızı düşünüyor musunuz?

Yaşamın zorluklarını ve fırtınalarını içimde hep hissettim. Ben varlıklı bir aileden gelip güllük gülistanlık bir ortam içinde bulunmadım. Tırnaklarımla kazıyarak bulunduğum bu noktaya geldim. Baba ocağından Akademi’de okumak için ayrıldığımdan bu yana hayatımı kendim kazandım. Tüm üniversite hayatım boyunca fuarlarda dekorasyon yapanlara yardımcı oldum, boya işleri yaptım, demiryollarında saati 60 kuruştan işçilik yaptım, Bedri Rahmi’nin yanında çalıştım. Hayatı zor tarafından yakaladım. Bu bana bir direnç verdi. Şu an geldiğim noktaya çok kolay gelmedim. Çok çalışmak her daim en önemli kuralım oldu. Andre Gide “Gerçek sanatçı güçlüğü sıçrama tahtası yapandır” der. Benim hayatım da sanıyorum biraz öyle oldu.