Pazar Asıl eşyalar Galina'da

Asıl eşyalar Galina'da

15.02.2008 - 00:00 | Son Güncellenme:

Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık harika bir iş yapıp Nâzım'ın Moskova'daki evinden bazı eşyaları İstanbul'a getirdi ve sergiledi. Büyük ilgi gören bu sergiden sonra Yapı Kredi'ye bir önerim var: Lütfen Galina'nın evindeki eşyalarla da ilgilenin. Onda kalan eşyaları alıp kalıcı bir Nâzım Hikmet Müzesi kuralım

Asıl eşyalar Galinada

Ada Nâzım'ın Vera'nın evindeki eşyaları sergilendi ama... can.dundar@e-kolay.net Nâzım Hikmet'in Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'taki "Moskova'dan İstanbul'a" sergisini, onun şiirler okuyan sesi eşliğinde gezerken bunları düşündüm.Serginin adı: "Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu..."Bu canyakıcı mısraya, 2000 yılında Moskova'da onun şimdi buraya getirilen evinde de rastlamıştım. Daha doğrusu Vera göstermişti.Nâzım'ın, dışarıdaki kestane ağaçlarına bakan çalışma odasındaydık.Masasının üzerinde, emektar Olivetti daktilosunun yanında, duvara asılı Picasso tablosunun hemen altında iki ciltlik bir kitap duruyordu. Vera, kitabın kırmızı kapağını açmış ve Nâzım'ın kaleminden çıkan şu ithaf satırlarını okumuştu:"Vera'cığıma... şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu / bir gül bahçesinde dinlendim, senin sayende..."Şiirin -o kapakta yazılı olmayan- devamı şöyleydi:"...senin sayende, içeri sokmuyorum / en yumuşak urbalarını giyip / büyük rahatlığa çağıran türküleriyle kapımı çalan / ölümü."Oysa kimilerine göre, tersine, Nâzım'ın o "büyük rahatlığa" ulaşmasını hızlandıran, kendisinden 30 yaş küçük Vera ile evlenmesi olmuştu.Hasta yüreği bu heyecana dayanamamıştı.Ama o yürek, "saman sarısı saçlar"ın sahibine karşı hissettiği o heyecan sayesinde son dönemin o güzelim şiirlerini üretmişti. Ceketi alıp çıktığı her kurulu evde bir hayat bırakır insan... Ortak alınmış bir tablo, birlikte serilmiş çarşaflar, hatıraları kaydetmiş bantlar, muhtemelen ortasından ikiye ayrılacak fotoğraflar ama en çok da anılar... Bir ömür boyu peşini bırakmayacak anılar... İşte o evin küçük parçaları getirilmişti sergiye...Nâzım'ın değişik ülkelerden toplanmış rozetlerle bezediği battal radyosu... Kendi sesinden şiirler okuduğu plakları... Fotoğraf albümü... Polonya pasaportu... Kemik mektup açacağı... Kalem kutusu... Kasketi... Az giyilmiş gri takım elbisesi... Çok kullanılmış bavulu... Altın yıldızlı ipliklerle örülmüş ayakkabıları... Üzerine notlar düştüğü 1963 takvimi... Oyunlarının afişleri... İmzaladığı kitapları... "Cüzdanından astronomik miktarlar alan" telefon faturaları...Hepsi... Hepsi oradaydı.Picasso tabloları gelememişti ama Abidin Dino'nun çizimleri gelmişti. "Ç" klavye Olivetti'si getirilmişti ama üzerinde asılı duran Pablo Neruda'nın adresinin yazılı olduğu kağıt yoktu.Son cüzdanı da oradaydı. Cüzdanından çıkan bir otobüs bileti... Ve yanında bir not; muhtemelen birlikte çektirdikleri bir fotoğrafın arkasına yazılmış:"Sen bin kat dilbersin, bu resimden; amaben de hiç olmazsa iki kat daha az maymunum." "İki kat daha az maymun" Nâzım'ı yakından incelemiş bir araştırmacı, aynı zamanda Vera'nın aile dostu, sırdaşı olan Melih Güneş'in katkısıyla hazırlanan sergide beni en çok heyecanlandıran şiirlerinin el yazısı orijinalleri oldu.En ünlü mısralarından birine, "İşte geldik gidiyoruz / Hoşçakal kardeşim deniz... / Çakılından aldık biraz..." diye başlamış; sonra "biraz"ı daire içine alıp mısraın başına taşımış:"biraz çakılından aldık" olmuş; "biraz da masmavi tuzundan..." "Biraz" yer değişikliği Bir de şapka kutusu vardı; gardırobun üstünde... Kutuyu görür görmez hatırladım, onun öyküsünü:Nâzım ölmeden, evin bazı gizli köşelerine küçük pusulalar bırakmıştı.Bunlar, kendisi göçtükten sonra bulunmasını umduğu hediyelerdi. O pusulalardan biri, şapka kutusunun içinde bulunmuştu. İçinde şu notla:"Vera'cığım, sana 34 yaş hediyesi bu... Kocan."Pusulanın yanında Vera'nın sevdiği bir esans vardı. Şair, eve dul eşinin her yaşı için ayrı bir hediye ile yanına bir de "geleceğe mektup" bırakmıştı.Vera onları en umulmadık anlarda bulsun, kendisini ansın diye...Bu yolla onun için ölümsüz olma isteğiyle... Şapka kutusundaki sır Nâzım'ın Vera'yla yaşadığı evinden gelen eşyalar ne kadar heyecan verici olsa, ne kadar büyük ilgi görse de "bir şeyler"in eksikliği hemen hissediliyor.Kütüphanesi... Yazı masası... Büstü... Bibloları... Karnaval maskeleri... Kimi fotoğraflarında göründüğü gemici fanilası... Yaşanmışlık kokan eski giysileri... Okunmuşluğu belli kitapları... Yaşam öyküsünü bilenler biliyor: Onlar, başka bir evde kaldı.O ev, Galina'nındı.Rus doktor Galina Kolesnikova ile 1953'ten 1960'a kadar yedi yıl birlikte yaşamış, her şeyini onunla paylaşmıştı.Ama sonra bir gün sıkılmış ve Moskova'daki en yakın dostu Ekber Babayev'le bir plan hazırlayıp kendi evinden kaçmıştı.Hem de bir "ajan" gibi her adımını izleyen Galina'dan habersizce...Pijama ve terliklerle... Galina kuşkulanmasın diye, evlerine ziyarete gelen Ekber'i uğurlama bahanesiyle kapıya çıkmış ve Babayev'in arabasına atlayıp Peredelkino'daki evlerinden hızla uzaklaşmıştı.Gidiş o gidiş...Geride sadece kendisini seven bir kadını ve yedi yıllık bir ilişkiyi değil, bütün eşyalarını da bırakmıştı; kütüphanesi, çalışma masası, notları, daktilosu ve Türkiye'deki karısıyla oğlunun fotoğrafları, mektupları da dahil... Galina'nın Müze-Ev'ini de taşıyalım Nâzım o evi terk ettikten 40 yıl sonra peşine düşmüştüm Galina'nın...Ve onunla Urallar bölgesindeki Votkinsk kasabasında bulmuştum.Çok katlı sosyal konutları andıran, bir hayli eski bir apartmanın giriş katında...Artık 82 yaşında bir ihtiyardı Galina...Ama hâlâ diri, hala Nâzım'a karşı sevgi doluydu.Nâzım Hikmet Vakfı'ndan Kıymet Coşkun'la beni içeri buyur ettiğinde gözlerimize inanamamıştık.Binanın dışıyla, evin içi inanılmaz bir tezat halindeydi.Bu küçük, basık, bakımsız daire, adeta bir Nâzım Hikmet müzesiydi.Nâzım, evi terlikleriyle terk ettiğinden beri Galina bu "müze-ev"i yanında gezdiriyordu. Nereye gitse o koca kütüphaneyi, onca şiirin yazıldığı uzun masayı, Nâzım'ın Pekin'den getirdiği, üzerinde çini mürekkebiyle çizilmiş bir kadın resmi olan büyük beyaz ruloyu, ikonaları, açık renk tahtadan koltuğunu, ağaçtan oyma vazosunu, seramik saksılarını, süet kürkünü, İtalyan makosenlerini, köpeği Şeytan'ın tüylerinden örülmüş çoraplarını, belki Münevver'den gelen mektupları ve irili ufaklı yüzlerce eşyasını da beraberinde taşıyordu.O eşyalar Galina'yla birlikte epeyce yer dolaştıktan sonra Urallar'ın bu ücra köşesine gelip yerleşmişti. Müze-Ev'de Sanki Nâzım o evden dün çıkmış gibiydi.Güleç yüzlü Galina eşyaları bunca zaman özenle saklamıştı. Nâzım'ın hediyesi tahta oyma broşu hâlâ üzerinde taşıyordu.Kekeleyerek "Bu eşyalar..." diye sordum:"Nâzım'dan kalanlar" dedi. "Yıllardır nereye taşınsam, onları da taşıyorum."Ama yorgundu, yaşlanıyordu.Kendisinden sonra eşyaların ne olacağını bilemiyordu.Daha da kötüsü, geçim zorluğundaydı ve darda kalırsa "eşyalardan bazılarını satmak zorunda kalabilir"di."Peki birileri tüm bu eşyaları satın alıp bir müzede toplamak istese?""Ne iyi olur" demişti Galina...Buna hazırdı.O günden sonra bu konuyla ilgilenebilecek olanlara, Rusya'da ticaret yapan işadamlarına, Türkiye Kültür Bakanlığı yetkililerine, Nâzımseverlere bundan çok söz ettim.Galina'nın önceki yıl yayımlanan anılarına ("Nâzım'la 7 Yıl", Halkevleri, 2006) yazdığım önsözde de bu konuyu dile getirdim.Beklediğim ilgiyi göremedim.Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık'ın son sergisi, bu konuda yeni bir umut verdi.Buradan kendilerine açık çağrı yapıyorum:Sıra "öbür ev"de...Lütfen Galina'nın evindeki müzeyi de satın alıp Türkiye'ye taşıyın!Gerçek ve kalıcı bir Nâzım Hikmet müzemiz olsun. Satmak istiyor