Pazar “Baba bak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutluyoruz”

“Baba bak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutluyoruz”

18.04.2010 - 01:00 | Son Güncellenme:

Kanlı 1 Mayıs’ın tanıklarından, eski DİSK Başkanı Kemal Türkler’in kızı Nilgün Türkler Soydan: “Bu yıl Taksim Meydanı’nda gökyüzüne böyle haykıracağım.”

“Baba bak, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutluyoruz”

Bir ev...
Bir aile....
Anne, baba, çocuklar... İki kızları yani...
Kemal bey, Sabahat hanım, Nilgün ve Yasemin...
Sabahlardan bir sabah... Güneşli o gün... Pırıl pırıl...
Hazırlanıyorlar... Biraz sonra hep beraber evden çıkacaklar...
Aynı anda binlerce evde genç, yaşlı, çoluk çocuk onlar da kalkmış; yollarda...
Ali, Ahmet, Ayşegül, Meral, Oğuz, Arzu, Rasim, Yavuz, Timur, Tahir, Rıdvan, Cem, Hikmet...
Gidilmek istenen yer aynı... Bir meydan...
Hep beraber omuz omuza o meydana gidilecek ve bir bayram kutlanacak...
“İşçinin emekçinin bayramı”...
O gün 1 Mayıs 1977... Kemal bey sabaha kadar uyumamış... Yapacağı konuşmaya çalışmış...
Temelini 13 Şubat 1967’de attığı Türkiye’nin efsane sendikası DİSK’in önderliğinde Taksim Meydanı’nda büyük bir kutlama yapılacak.
Erkenden kalkılıyor. Arabaya biniliyor. Önce Beşiktaş’a... Maden-İş’in Genel Merkezi’ne...
Arabada herkes neşeli... Herkes umutlu... Şakalar, gülüşmeler...
Beşiktaş’ta baba eşinden ve kızlarından ayrılıyor.
O sendikanın üst düzey yönetimiyle ayrı bir grupla yürüyecek. Eşi ve kızları İlerici Kadınlar Derneği ile.
Taksim’e doğru yolculuk başlıyor...
O gün o meydana doğru yüz binlerce insan akıyor. Beşiktaş’tan Saraçhane’den... Düzenli, örgütlü...
Meydana girmek saatler alıyor...
Sabahtan başlayan yürüyüş akşamüstüne kadar sürüyor...
Kemal bey öğle saatlerinde meydana giriyor. Konuşma yapacağı kürsünün olduğu bölüme geliyor.
Gözleriyle meydanı tarıyor. Kalabalığa bakıyor. Sonra dönüp arkasına...
Göz göze geliyorlar... Eşi ve iki kızı... Gülümsüyor onlara...
Evet o bir işçi lideri ama daha da önce baba, eş...
O sırada Sabahat hanım eşine doğru yöneliyor. Elinde bir torba...
Torbanın içinde bir atlet ve bir de gömlek... Her zamanki gibi...
Kemal bey çok terliyor çünkü.
O yüzden eşi onun gittiği her yere yedek atlet ve gömlek götürüyor.
Kürsünün hemen altında eşinin üstünü değiştirmesine yardım ediyor Sabahat hanım. El ele göz göze...
Bir süre sonra Kemal beyi uyarıyorlar: “Başkan hava kararıyor. Konuşmaya başla yoksa müdahale edecekler”.
Saat 18.00 civarı...
Alana hâlâ giriş sürüyor ama o konuşmasına başlıyor.
Başlangıçta her şey normal...
Alkışlar, sloganlar...
Konuşmanın sonlarına doğru...
Önce Sular İdaresi’nin üzerinden...
Sonra Intercontinental’den kürsüye, meydana kurşun yağmaya başlıyor.
Adres sormayan, yaşa başa bakmayan, fraksiyon ayırmayan, provakatör kurşunlar...
Kemal bey ilk kurşunları görmüyor, duymuyor, bir-iki kelime daha ediyor.
Ama yanındakiler fark edip onu kafasından bastırarak kürsünün altına sokuyorlar...
O anda bir çığlık:
“Kemal!”
Eşi Sabahat hanım bağırıyor.
Sonra kızları: “Baba!”
Kürsünün oradaki çığlıklara meydandaki çığlıklar karışıyor.
İnsanlar panik halinde kaçmaya başlıyorlar. Kalabalığın arasına panzerler giriyor.
Meydana “tedbirli” gelmiş kimi gruplar da rastgele silahlarını ateşlemeye başlıyorlar.
Bir can pazarı yaşanıyor Taksim’de...
İnsanlar kaçışıyor. Bir kısmı Kazancı Yokuşu’na...
“Frigolar” panzerleri insanların üzerine sürüyorlar.
Yokuşta bir kamyon park etmiş. Yolu kapatmış...
İnsanlar birbirini ezerek kamyonun arasından geçiyorlar.
O sırada kürsü...
Belediye Başkanı Ahmet İsvan elinde telsizi belediyenin bir arabasını çağırıyor.
“Acele edin” diyor “çabuk”...
Amacı Kemal beyi meydandan kaçırmak. Yakındaki bir araç geliyor. Kemal bey kaportasına oturuyor...
“Kızlarım, onlar nerede?”
Hemen yanı başına geliyorlar....
İkisi de ağlıyor...
“Sakın” diyor, “sakın ağlamayın”...
Biraz sonra yakındakiler “Haydi başkan” diyor “gitmelisin”...
Belediye aracının arka koltuğuna ama koltuğa değil yere yatıyor Kemal bey...
Üzerine kağıtlar örtüyorlar...
Fark edilmesin diye...
Araba hızla gidiyor...
Maden-İş’in bir arabası geliyor kürsünün yanına bu kez...
Eşi ve kızları için...
Binip gidecekler...
Ama yollar yaralı dolu...
Durup iki yaralıyı arabalarına alıyorlar...
Biri zayıf bir işçi... Kaburgaları kırılmış...
Nilgün onun acıdan yanağından süzülen gözyaşlarını unutamıyor.
Diğeri karnından yaralı...
Önce hastaneye gidiyorlar...
Yaralıları bırakıyorlar...
Yollar yaralı insan dolu...
Ayakkabı, mont, ceket dolu...
Eve gidiyorlar... Babaları gelmiyor. Kulakları hep kapının zilinde... O gece çalmıyor...
O gece binlerce evde gözler hep kapıda...
Eve dönemeyen 34 kişi var. 28’i kalabalıkta ayaklar altında ezilmiş ya da boğulmuş, 5 kişi vurulmuş, bir kişi panzerin altında kalmış. 128 de yaralı...
O gün oradan kurtulan Kemal bey yani DİSK Başkanı Kemal Türkler üç yıl sonra, 22 Temmuz 1980 günü öldürülüyor.
1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nın yeniden “kutlamaya” açılacağını duyduğumda aklıma Kemal bey, eşi ve kızları geldi. Nilgün Türkler Soydan’ı telefonla aradım. “Biliyor musun?” dedi, “Şu anda ben o günü düşünüyorum. 1 Mayıs 2010’u...
O gün o meydana gideceğim kafamı gökyüzüne çevireceğim ve haykıracağım: Baba bak Taksim Meydanı’na girdik”...
Sustum. Bir şey söyleyemedim.


“Çizgi filmlere bayılırdı”
Yukarıda anlattığım 1 Mayıs 1977 gününü, o gün yaşadıklarını kısa bir süre evvel evinde anlatmıştı bize Nilgün hanım. Bana ve yönetmen arkadaşım Levent Semerci’ye... Levent geçen senenin izleyici rekoru kıran filmi “Nefes: Vatan Sağolsun”unu yarattı. Şimdi önemli bölümünde
1 Mayıs 1977 Taksim’in de yer aldığı bir film hazırlığında... Onun filminde o meydanlardakiler kadar, hatta belki de daha fazla onları evlerde bekleyenlerin hikayesini seyredeceğiz.
Nilgün Türkler Soydan’ı dinlerken düşündüm...
Başkanlık, örgüt liderliği, solculuk, sağcılık....
Adların önüne ya da arkasına eklenen her türlü unvan... Bir gün geliyor sona eriyor...
Hep başlıyor ve çabucak bitiveriyor...
Geriye sadece insanlık, insan öyküleri kalıyor...
Bu yazıyı yazarken kulaklarımda Nilgün Türkler’in şu cümleleri çınlıyor: “Biliyor musunuz, babam çizgi film izlemeye bayılırdı. Oturup hep beraber çizgi film izler gülerdik.”
1 Mayıs 2010’da Taksim Meydanı’nda mutlu bir ortamda buluşsak... El ele, omuz omuza, işçinin emekçinin bayramını kutlasak... Biz de o meydanda canını kaybetmiş herkese aynen Nilgün hanım gibi bağırsak: “Bak Taksim Meydanı’na girdik!” Kurşunsuz, ölümsüz, biber gazsız...Ve girdiğimiz gibi çıksak... Akşam evlerimize, sabah evden çıktığımız coşkuyla ulaşsak...