Pazar “Babamın yanında çırak olamam hâlâ”

“Babamın yanında çırak olamam hâlâ”

14.02.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Portakal Kültür ve Sanat Evi’nin üçüncü kuşak temsilcisi Raffi Portakal, Enis Batur’la yaptığı nehir söyleşiden oluşan “Portakal’ın Yüzyılı” kitabında ailesinin ve kurumun tarihini anlatıyor. “Babam müthiş bir yetenekti. Onun yanında çırak olamam hâlâ” diyor

“Babamın yanında çırak olamam hâlâ”

Portakal Kültür ve Sanat Evi’ne ilk kez lisedeyken bir kış günü, Renoir’nın tablolarını görebilmek hevesiyle gitmiştim. Gittiğimiz sergi, Türkiye’de ilk kez düzenlenen “Batı Resminin Büyük Ustaları” isimli sergiymiş, yıllar sonra öğrendim. Ve yine yıllar sonra o zaman o tabloları anlatan Raffi Portakal’ı hattatların karalamalarındaki güzelliği, bazen bir tuzluğun ya da unutulmuş bir eserin kıymetini anlatırken dinledim...

Haberin Devamı

“Babamın yanında çırak olamam hâlâ”

Raffi Portakal’ın hüneri eser anlatışındaki nezaketinde değildi sadece. Arkasındaki 100 yıllık aile birikiminde, kızında ve aileye yeni katılacak torununda gördüğü gelecek özlemindeydi. Şimdi bu uzun hikayeyi, Türkiye tarihine bir müzayede ve kültür sanat evi penceresinden tanıklık eden bir kitapla bizzat Raffi Portakal’ın ağzından dinliyoruz. Kendisi, Doğan Kitap etiketiyle Enis Batur’un sorularını yanıtladığı “Portakal’ın Yüzyılı” adlı kitapla karşımızda. Portakal Kültür ve Sanat Evi 1914’te ilk dükkanın kuruluşunun 100’üncü yılı vesilesiyle hazırlanmış üç kitap daha çıkardı. Bu kitapların ikisinde tarihten iki sanat tüccarının hikayesini, diğerinde ise Osman Hamdi Bey’in günlüklerini bulacaksınız. Kitaplar vesilesiyle Raffi Portakal’dan hikayesini dinledik.

Haberin Devamı

“Kıymetin bilincindeyim”

- Bu kitapların arkasındaki fikir bulunduğu coğrafyayı, içinden geldiği tarihi anlama çabası gibi geliyor. Siz ne düşünürsünüz bu konuda?

Nilüfer Göle ile konuşuyorduk. Dedi ki “Raffi, sen insan sosyolojisini eşya üzerinden anlatıyorsun, bize de onu öğretiyorsun”. Ona, “Estağfurullah” dedim ama insan düşününce, bu doğru geliyor. Kitabı hazırlarken uzun söyleşiler beni belli bir noktaya getirdi. Her sohbetten sonra neden bu kadar yoruldum diyordum. Anladım ki suallere doğru cevap vermeye yönelik bir gayretim oluyor. Bir de o sualin cevabını oluşturan meselelerin neler olduğu, hangi kültürel ve ekonomik şartların böylesi modaların oluşmasına sebep verdiği de anlatımıma giriyor. Yaşadığımız toprakların ne kadar kıymetli olduğunun bilincindeyim. Osmanlı kültürü içinde büyüdüm ama bir yandan da Cumhuriyet’in getirdiği moderniteyi yadsımadan, Batı’yla da ilişki kurarak bizim kültürü daha iyi tanımlamaya çalıştım. Önemli bir çevrem oldu; Mithat Sertoğlu, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Sabri Berkel’in bulunduğu. Bir de gençliğimin birlikte geçtiği, hâlâ süren dostluklarım oldu. Mehmet Güleryüz, Komet, rahmetli Ömer Uluç, Alaaddin Aksoy, Burhan Doğançay, Utku Varlık, Aziz Çalışlar’a, az da olsa Onat Kutlar’a varıncaya kadar Ferit Edgü’nün de olduğu bir çevre içinde yedik, içtik, konuştuk. Bugünü iyi anlamak için dünü iyi bilmek lazım diyordum, şimdi evvelki günü de bilmek lazım diyorum.

Haberin Devamı

- Kültürün korunmasına nasıl katkınız olduğunu düşünüyorsunuz?

Portakal Ailesi hem korumacılık görevinin doğal bir parçası oldu hem de eşyanın bir elden diğerine geçmesine aracılık etti. Babamın elinden çıkan şeyin farklı olduğu zaten bilinirdi. Her eşyanın da kullananın da bir öyküsü vardır. Sahibinin isteğine göre onu yeni alana da aktarabilirsiniz. Bizim görevimizin içinde avukatlık, psikologluk ketumiyeti de vardır.

- Neden satıldığının bilinmesini istemiyorsa o sizde kalır

Kalır. Ben bile unuturum.

- Nasıl bir evde, dükkanda büyüdünüz? Yazları Yeşilköy’de olurduk. Tatilin en az bir ayında dükkanda babama yardım ederdim. Telefonlara bakardım o minik sesimle, çay-kahve söylemeye giderdim, toz alırdım. Meraklıydım, kurcalar, bakardım. Bizim mesleğe dışardan bakanlar “Oh ne iyi hep güzel şeylerle ilgileniyorsunuz” derler. Evet, o tarafı var ama şu da var ki satan da, alacak olan da insan. Bir taraf ucuza mı satıyorum, diğeri pahalıya mı alıyorum endişesi taşır. Onlar arasında doğru durmak gerekir. Satmak da zordur, parayı tahsil etmek de kimi zaman. Babam akşamları telefonla konuşurdu müşterilerle, sırasında söz verirdi aldığı parayı vermek üzere, onları alamaz, sıkıntısını yaşardı. “Oğlum” derdi bir aralık, “Sen bu işi yapma, bu zor iş.”

Haberin Devamı

- İşe nasıl başladınız?

Biraz kader... Pazar günü müzayedemiz olacağı bir hafta poker oynuyorduk. Babam kalp krizi geçirdi, müzayedeyi düzenlemesi mümkün olmadı. Bu işe öyle başladım.

- Müzayede sunarken sahneyi nasıl kullanıyorsunuz?

Diyelim ki 15 numara bir fincan ama sen o fincanın öneminin ne olduğunu, markasını, öyküsünü biliyorsun. İçselleştirmişsen, zekiysen ve yetenekliysen bir saniyede tüm hikayesini anlatabilirsin. Babam müthiş bir yetenekti bu anlamda. Ben onun yanında çırak olamam hâlâ. Sen bunu almalısın diyerek kaç defa müşterinin aklında olmayan şeyi aldırdığını ben biliyorum. Dahası var. Bir keresinde Osman Hamdi Bey tablosu satıyoruz. Asım Kibar bey de Yıldız Sarayı’nın oradaki Silahhane Salonu’ndan çıkıyor. Babam bağırıyor, “Asım bey ben bunu size alıyorum” diye. Asım beyin hiç haberi yok ne alındığından. O günün parasıyla 240 bin lira mı 260 bin lira mı babam alıyor. Asım bey ertesi gün geldi. Ben de korkuyorum “Ben bunu istemedim” diyecek diye. “Oğlum ben bunu baban için aldım” dedi. Bugün çok mutlu böyle bir Osman Hamdi Bey’i olduğu için. İşte bu yetiyor bana.

Haberin Devamı

“Kızım iyi bir gözlemci ve zorlu günleri de yaşadı”

- Siz şu an dedelik heyecanı içindesiniz, kızınız Maya hanım bebek bekliyor. Dedeniz, babanız, siz, Maya Portakal ve şimdi beşinci kuşak geliyor. Kuşaktan kuşağa aktarım nasıl gelişti?

Eskiden antikacılarda en fazla üç kişi, bir de haftada bir, 15 günde bir gelen muhasebeci vardır. Bunu daha kurumsal hale getirmeye çalıştım. Bir de disiplin. Eskiden antikacı dükkanları toz yeriydi, benim dükkanlarım veya galerilerim pırıl pırıldı. Ustanın ayak izlerinden beğendiklerine basıp hem de geliştirmek zorundasın. Maya’yı ben yetiştirdim diyemem, o kendini yetiştirdi. Hamurunda var kızımın. Çocukla beraber çalışmak da istiyor. Ben bunu da yapacağına eminim. Kolay bir iş değil ama alır çocuğu gelir buraya, hem çocuğuyla oynar hem işini yapar. Şimdi beşinci kuşak da kız geliyor.

- Babanızın dediği gibi siz hiç “Yapma bu işi, çok zor” dediniz mi?

Demedim ona işi sevdirmek için hep iyi yanlarını göstermeye çalıştım. Ama o iyi bir gözlemci ve zorlu günleri de yaşadı hep gül bahçesi olmadığını da gördü.

“Müzayede tam bir pazar işi”

- Neden çağdaş sanat eserleri satılan müzayedeler düzenlemiyorsunuz?

Bizim kurumumuz 1995’te Türkiye’de çağdaş sanat müzayedesini ilk başlatan kurum oldu. Ancak bu müzayedede koyduğumuz eserlerin sadece yarısını satabildik. Bu durum sanatçı dostlarımızı üzdü. Böyle bir şeye alışık değillerdi. Onlar galeri satışına alışıktı, galerilerin bir büyüsü vardır. Orada izleyici, koleksiyoncu bilgi alabilir, sırasında evine götürüp bakabilir. Halbuki müzayede tam bir pazar işidir. Onun kendi sert kuralları var. Sırasında çok meraklı duymamış, katılamamış olabilir, değerli bir eser bu yüzden satılamayabilir. Esasında bu normal olmakla beraber, özellikle sanatçıların hoşuna gitmez. Bundan zarar görürler. Bir şeyden daha zarar görebilirler bence. Bir eserin fiyatını iki tane inatçı alıcı inatla artırmaya devam ederse o zaman eserin fiyatı anormal yükselebilir ve de sanatçı eserin fiyatının o olduğunu zanneder, bu da ona zarar verir. Dolayısıyla biz o yollardan uzakta kalmayı tercih ettik.