Pazar "Benden korkma yenge"

"Benden korkma yenge"

01.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Onları görüyoruz. Görünce üzülüyoruz. Ama eğer içimize bir şekilde değmezlerse; o aynı masada oturma, birlikte TV izleme, iki çift laf etme, o temas yani eğer bize tesadüf etmezse onları hiç kaydetmeden unutuyoruz

Benden korkma yenge

Ben altı yaşındaydım. Annem, abim, ben -herhalde hafta sonu ama babam yok, demek ki hafta sonu değil, ya da bilmiyorum, her neyse bir şekilde- biz üçümüz evdeyiz. Dışarıda hava kar. Abim kitap okuyor. Ben masanın altında, bebeklerime ev yapmışım, oynuyorum. Annem çay demliyor. Öyle pek poğaçaydı, kurabiyeydi, kekti yapan bir anne değil. İkindi kahvaltısı yapacağız belli ki. O yüzden simitçinin sesini duyunca seviniyor. Simit almak için camı açıyor. Sonra işte yüzü karışıyor. "Bu soğukta..." diyor, "öğrencim" diyor, "bu çocuk benim öğrencim" diyor; simitçinin getirdiği simitleri almak için kapıyı açmaya giderken.Bir dolu ısrar sonucu, o çocuk, 13-14 yaşlarında olmalı, bizimle birlikte kahvaltı etti o öğleden sonra.O öğleden sonra ben bazı çocukların yağmur, çamur, kar demeden soğukta, dışarıda olduklarını idrak ettim. İhtimal, bunu zaten biliyordum. Ama o gün, o çocuk tanıdık çıktı diye, annemle bir bağlantısı var diye, orada, masada, öğretmeninin evinde olduğu için biraz şaşkın, çokça utanmış, tabağındakileri didikleyip, doğru düzgün yiyemeden, küçük küçük yudumlarla çay içti, en çok da gitmeden evvel büyük adam gibi yanağımdan bir makas aldı diye... İdrak ettim. Mutlu bir öğleden sonraydı diye hatırlıyorum. Mutluluk tabii, sonradan tanımlanan bir şey. Dönüp de tekrar o ana bakınca, hatırlayınca... Yaşarken öyle gelmiyor. Sıradan bir gün işte. Kötü bir şey yok belli ki. Demek ki çoğu şey iyi. Yani mutlu bir zaman dilimi. Çok sonra, yıllar sonra, yine hava kar, yine öyle mutlu bir geceydi diye hatırlıyorum şimdi hatırlayınca, eğlenmişiz etmişiz, üşümüşüz artık, eve dönerken, yanımıza yaklaşan bir tinerci çocuktan basbayağı korktum ben.Çocuk sevgilime sarıldı. Hal hatır sordular birbirlerine. Biraz bizimle yürüdü. Tanıştık. Seray Severvari olacak biraz ama adımı es geçip "Yenge" dedi bana, "Benden korkma" dedi, "Benim adım Muzaffer" dedi... Gitti. Sonra sık sık karşılaştık. Hep geceleri, hep sokakta. Ben artık ondan korkmadım, o artık bana "Yenge" demedi. Bazı çocukların sokakta sadece çalışmadıklarını, sokakta yaşadıklarını da Muzoyla idrak ettim. Sokakta yaşamak istemediklerini, tinerle yaşamak istemediklerini, geceleri üşüdüklerini ve herkesin onlara kötü davrandığını, kötü davranmasalar bile onlardan korktuklarını, bu korkunun onların içine büyük bir yalnızlık ve terk edilmişlik korkusu saldığını, kimseye kötülük yapmak istemediklerini, ah keşke tineri bırakmak istediklerini, bir iş bulmak istediklerini ama sokaklarda büyümüş birine kimsenin güvenmediğini, zaten onların da başka türlü bir hayata alıştıkları için böyle bir hayatı yadırgadıklarını, bizim gibi ev düzeninde büyümüş insanların kanıksadığı kurallara uyamadıklarını, ah keşke, nasıl da kurallara uymak istediklerini... Öğrendim.Muzo sonra tineri bıraktı. Bir iş buldu. Beyoğlunda berbat bir otel odası tutuldu ona. Bazen banyo yapıp televizyon izlemeye bize geldi. O zaman niye evden kaçtığını, üvey annesini, babasının onu hiç sahiplenmediğini, hep hep hep dayak yediğini, o yüzden evden kaçıp İstanbula geldiğini, sokaklarda yattığını, hırsızlık yaptığını, başına gelen türlü fenalıkları anlattı.Derken askere yolladık onu. Dondu, yün çoraptı, fanilaydı, havluydu, işte ne lazımsa bir asker çantası hazırladı ona Bige ve Ercan birlikte. Ama daha çocukken bırakıp kaçtığı bu nizam, disiplin alemine dayanamadı Muzo. Bacağına sıktı bir tane. Bacağa doğru giren çiviler falan, böyle ağır mı ağır bir alçıyla bizde kaldı bir süre. İşin aslı yardım edemedik ona. Bizim de kendimize göre dertlerimiz vardı, işsizdik vesaire. Bir bacağı diğerinden kısa, topallaya topallaya, önce dönüp birliğine askerliğini tamamladı, sonra bir gemide iş bulduğu haberi geldi, kayboldu gitti. "Benim adım Muzaffer" Sokaklarda çocuklar olduğunu biliyoruz. Kimi evden kaçtığı için, kimi eve para götürmek zorunda olduğu için sokaklarda. Onları görüyoruz. Görünce üzülüyoruz. Ama eğer içimize bir şekilde değmezlerse; o aynı masada oturma, birlikte televizyon izleme, iki çift laf etme, o temas yani, eğer bize tesadüf etmezse; onları hiç kaydetmeden unutup gidiyoruz.Unutmayalım diye, onlara değelim diye Diyarbakırda sokakta çalışan çocukların cümleleriyle bir kitap yazıldı: "Düşler ve Sokak". O kitapta Mazlum şöyle diyor: "Benim yaşımdaki çocuklar sokakta oynarken ben ayakkabı boyamak istemiyorum. Ben kendi kendime düşünüyorum. Benim onlardan ne farkım var diye. Hayal kurmaya çalışıyorum. Ama hayallerimin gerçek olmayacağını biliyorum."Muzo da bir mektubunda şöyle yazmıştı: "Yaşadığım bu hayatla mücadelenin sonunda ben mutlu oldum ama kafayı da yemek üzereyim. Yanlış anlamayın; sinirli ve asabi bir insan olduğumu fark ediyorum ama hiç kimseye zararım olduğunu zannetmiyorum. Ben bunun üstesinden gelmeye çalışacağım. Bana yardım eden herkese minnettarım." "Onlardan ne farkım var?" Bilimsel olarak yok. Zira hiç kimse bir günde kızağıyla 120.8 milyon km. yol kat edip 91.8 milyon çocuğun evini ziyaret edemez. Tabii kızağı saniyede 1040 km. hız yapıyorsa ve saniyede 822 eve giriyorsa; başka. Elbette başka! Mucizelerin ne işi olur rakamlarla? Noel Baba var. O kadar! Noel Baba... Bugün bir şey daha idrak ettim. Ben manik halde dolanırken depresif şeyleri idrak ediyorum. Ya da tam tersi. Diyelim depresyondayım, o zaman da beni mutlu edecek şeyleri fark ediyorum. Daha tuhafı, depresyondayken yazılarımda komiklik yapıyorum. Manikken depresif yazıyorum. Tersim işte. İki dakka aynı ruh halinde kalamıyorum. Maniktim, şu yazıyı yazdım, depresif oldum; ve şu anda hem manik, hem depresif, basbayağı manik-depresifim! manik depresif köşe "Saatler" filmi biraz bayıktı. Bütün kadınlar lezbiyen, bütün kadınlar bunalımda... Bir AIDS, iki intihar. İnsanı bunaltıyor yani bu kadarı da. Fakat orada, Merly Streepin kızına söylediği birkaç parça şey vardı ki, güzeldi. Hani 18 yaşında, "pırıl pırıl, insanın içini acıtacak kadar berrak, cıvıl cıvıl" bir sabahtan bahsettiği, o sabah havuz başında Richardla öpüştüklerini, sonra yürüyüş yaptıklarını anlattığı sahne. Şöyle dedi: "Mutluluğun başlangıcı gibi görünmüştü bu bana. 30 yıldan daha uzun bir zaman geçtikten sonra bugün anlıyorum ki o mutluluğun ta kendisiydi."Yılbaşı akşamları size de mutluluğun başlangıcı gibi gelmez mi? Herkese mutlu yıllar...* Mutlu yıllar "İstasyonların bekleme salonlarında yattım, bir-iki gün... Sonra tren yolunu takip ederek gittim. Ondan sonra yürüdüm, yürüdüm, yürüdüm..." "Sokakta" belgeselinde S.Y. anlatıyor. Sokak çocuklarıyla ilgili bir de belgesel çekildi: "Sokakta". Yönetmenliğini Enis Rıza Sakızlının yaptığı belgeselde; İstanbul, Ankara, İzmir, Gaziantep, Diyarbakır sokaklarında yaşayan 60 çocuk yaşadıklarını anlatıyor: Sabah kalktığımda annem başımda bekliyordu. Ütüyü kızdırmış böyle, başımda bekliyor. Kafama, ağzıma, nereme gelirse ütü bastı.Kardeşlerimi kurtarmak istiyorum. Ailemi kurtarmak istiyorum. Kendimi kurtarmak istiyorum. Sokakta yaşayan arkadaşlarımı da... Yardım etmek istiyorum onlara.Bir adam gelip çocuğuna hamburger alıyor. Çocuğunu kucağına kaldırıyor. Üzülürdüm, ağlardım... Diyordum, "Babam da böyle yapsaydı, bu hallere düşmezdim."Sokakta kalan insanların hayali yoktur. Çünkü orada çamura batmışsındır. Herkes seni görür ama kimse yardım etmez. O zaman da sen hayal mi kurarsın yahut da ümit mi edersin? Etmezsin yani. Orada film kopmuştur. tubakyol@yahoo.com "Sokakta kalan insanın hayali yoktur. Orada film kopmuştur"