Pazar Berlin'de bir hafta sonu

Berlin'de bir hafta sonu

27.07.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

Berlin canlanmış, renklenmiş. Şehir talebe dolu. Sokaklarda açık hava kitap sergileri açılmış, nadide parçalarla dolu bitpazarı tezgahları kurulmuş, kafelerin sayısı artmış

Berlinde bir hafta sonu





Son yüzyılda yükselen ulusçuluğun ve zenginliğin anıtsal başşehri olarak düşünülmüştü; kuşkusuz olamamıştır... Berlin'in temelindeki esas tutarlılık; 18'inci yüzyılda komşu Fransa'nın zulmettiği ve kapı önüne koyduğu Fransız Protestanları yani Huguenot mültecilerdir. Bu kentin ticaretine, sanayiine, fikri ve ilmi zenginliğine ilk hız verdiren onlardır. Almanya'nın henüz Yahudiliğe karşı Rusya'dan, Avusturya'dan ve hatta Fransa'dan daha anlayışlı davrandığı zamanlarda bütün Doğu Avrupa'dan göç eden seçkin Yahudiler, Berlin'i yükselen Yahudiliğin merkezi haline getirdiler. Berliner Judentum (Berlin Yahudiliği) bir zamanlar dünya kültürüne önemli bir katkı sayılan Alman kültürünün ayrılmaz parçasıydı.
Ben hayatımda Berlin Yahudisinin ne olduğunu bazı kişilerde tanıdım. Bunların başında bizim ülkemizde Hititoloji ilmini inşa edenlerden Hans Güterbock ve eşi gelir. Ben rastladığımda Chicago'ya göçmüşlerdi ve o seçkin üniversitede bile pırıldıyorlardı. Üstüne bir yığın müzisyen ve ansiklopedi gibi kafalara da rastladım. Bazıları doğrusu hayatta bir yere varamamışlardı. Ama o bir yere varamayanlar bile sözüne sohbetine doyulmaz insanlardı. Berlin Nazilere rey vermemişti; ama sonunda onu savunmak için taş üstünde taş kalmayana kadar direndi. 19'uncu yüzyılın Alman İmparatorluğu Berlin'in temelinin ne olduğuna önem vermedi; Prusyalılar Paris ile yarışan bir anıtsal Berlin inşa etmeye çalıştılar; tabii ortaya çıkan onun karikatürü bile olamamıştı.
Bizim için Berlin birkaç yüz bin Türk ve doğu tarafındaki Museumsinsel denen bölgedeki Pergamon Müzesi ve Yakındoğu müzeleridir. Osmanlı İmparatorluğu'ndan götürülen nadide parçalarla doludurlar.
Profesör Nedret Kuran ve büyükelçi Onur Öymen'le birlikte, Ernest Martin Komunikations adlı bir firmanın davetlisi olarak gittiğimiz Berlin canlanmış. Bu halkla ilişkiler firması sempozyumu ücret karşılığı tertiplemiş. Yalnız parayı temin edenler 1930 mültecileri ve onların çocukları; başlarında da siyasal bilgiler okuluna sığınan ve ünlü bir profesör olmaktan çok, ünlü bir politikacı ve Berlin belediye reisi olan Ernst Reuter'in oğlu Eduvarz Reuter geliyor. Eduvarz Reuter'in sözleri elbette Türk sempatisi üzerinde yoğunlaşıyor. Ne var ki, gerçek bu; Türkiye'nin alicenap davranışı bütün bir kuşak Alman entelektüeline hayat verdi. Tabii biz de istifade ettik. Ankara'da okuduğum lise (Atatürk Lisesi) ve Dil Tarih Coğrafya Fakültesi, Bruno Taut gibi ünlü bir mimarın elinden çıkmıştı.
Berlin canlanmış, renklenmiş. Birleştikten sonra iki üniversitesi olan şehir, talebe dolu... Sömestr henüz sona ermiş. Almanya'nın sorunu kalabalık üniversiteler; tasarruf gerekçesiyle bu üniversitelerin öğretim üyeleri gittikçe azaltılıyor; öğrenci sayısı ise artırılıyor. Doğrusu Avrupa Birliği'nin eğitim düzeyimizi yükseltecek örnek olduğunu bilmeden tekrarlayanlar bu gerçekleri görmeli. Aksine bazı seçkin eğitim kurumlarımızın bu örnekler izlenerek aşağı çekileceğinden endişe ediyorum.
Sokaklarda; kaç nesilden beri tüketen, birikimli bir toplumun ürünlerinin satıldığı açık hava kitap sergileri ve nadide parçalarla dolu bitpazarı tezgahları kurulmuş; kafelerin sayısı artmış, Doğu Berlin kalkınıyor. Alman Tarih Müzesi yeniden yapılanmış. Ama galiba konser salonları ve opera Budapeşte, Prag ve Moskova ile yarışacak durumda değil.
Sempozyum 1930'lar Türkiye'sindeki ve ABD'deki Alman bilgin ve aydınların serencamı üzerine ama bu arada "Kültür de bir silahtır" sloganı etrafında Alman aydınlarının kaderi ve tutarsızlıkları da tartışılıyor. Frankfurt'ta Direnişçiler ve Sürgün Entelektüeller Birliği Başkan Yardımcısı Ursula Seuss-Hess, Alman aydınları arasında var olan aşağılık duygusundan söz ediyor. Böyle bir duygu ve suçluluk dışarıdan bakınca da gözlenebiliyor. Ama önemli olan o toplumun bir üyesinin bunu hissetmesi. Alman kültürü gözler ve derhal kavramlaştırır. Bu da onun üstün tarafıdır. Ne var ki, bu duygu siyasi platforma yansıyınca, tarihi yeniden çarpıtmak ve yeni suçlular aramak gibi dürtüleri de yaratıyor. Alman aydınlarının soykırım alanında başka ortaklar aramalarını bu durum açıklar. Galiba Türklerle Almanları karşı karşıya getiren önemli bir nokta budur. n