Pazar Bir gün tek başına

Bir gün tek başına

31.12.2000 - 00:00 | Son Güncellenme:

Bir gün tek başına

Bir gün tek başına

Bir gün tek başına

Konser günlerimde sokaklarda dolanırım. Bu hem gezinti yapmak açısından iyi, hem kendimle baş başa kalıp düşüncelere dalmam açısından. Genellikle, bulduğum bohem tipi bir kafeye oturup kendi kendime müzik ya da "müzik dünyası" tartışmaları yaratırım. Bazen bütün bir öğleden sonra 6 - 7 kafeye oturup 6 - 7 bardak sütlü kahve içtiğim oluyor. Düşündüğüm şey akşamki konser de değil aslında, düşündüğüm şey müziğin kendisi. Sonuçta ha öğleden sonra müziği beyninde duymuşsun, ha piyano başında seyircilerin önünde. Çok büyük bir tatmin farkı da yok bunda.
Bazı günler müzik "zamk" gibi yapışır kulağıma. Hayır, zamk demeyelim, "çay" diyelim. Neden mi çay? Çay hem tatlı hem acıdır, aynı müzik gibi, daha doğrusu aynı müzik düşünmek gibi. Zorlamayan bir yapışkanlığı vardır çayın, doğasında yapışır, doğasında tedavi eder...
Böyle günlerde çok da zorlamıyorum kendimi. Düşünceler akıyorsa, kendimle sorunlarım yoksa, vücudumda rahatsız hissettiğim bir şey, konsantrasyonumda eksik hissettiğim bir şey yoksa ne diye zorlayayım?
Akşam bu modda sahne alırsam çok iyi biliyorum ki, sakin sakin koyvereceğim, bırakacağım gitsin. Varsın küçük bir dere delicesine akarsulara dönüşsün, şelalelerden dökülsün, varsın bazen dinlenmek için kuytu bir vadide göl oluversin, varsın problemler karşısına çıkıverdiğinde yokuş yukarı tırmanmayı da öğrensin.
Bazı günler eskilerden kalma Orta Avrupa şehirlerinin daracık sokaklarında ve sonbahar yağmurunun çiselemesi altında yürüyorum, yaşadığım müziğin heyecanının temposunda.
Yok, müzik değil "tartışma" düşünüyorsam, kızdığım ya da güldüğüm çok olur. Sokakta yürürken gülmek! Kimisi, bu duruma düşmekten büyük rahatsızlık duyar. Ben duymuyorum. Ve rahatsızlık duymadığımdan olacak, fazla insanın da dikkatini çekmiyorum.
Bazen "Aa, dünkü piyanist!" diye dönüp bakanlar oluyor. O zaman panikliyorum işte. Hep anlamamış gibi yaparım, ama belli ederim maalesef.
Çoğu zaman elimde notalarım da olur, yeni öğrendiğim bir eserin notaları ve renkli kalemlerim. Kafeye oturup önüme yayarım çalışma dünyamı. Kafe gürültülü bile olsa, başka bir müzik çalıyor olsa da önemli değil. Bu bir imtihan gibi. Böyle ortamlarda düşünebilen, artık her ortamda düşünebilir. Önümdeki notayı takiben kulağımı ve duyduklarımı güzelleştirerek çalışmaya dalarım, bir şeyi iyi anladıysam renkli kalemimle notunu tutarım. O notu belki bir daha hiç önemsemeyeceğim. Belki sadece bir dahaki sefere başka bir anlamda ve her seferinde yeniden başka bir anlamda olabilecek bir motifi, saçma bir "bu" hapishanesine sokmak bu. Ama değil işte, önemli olan o anda hissettiğin bir şeyi not tutmanın keyfi. Hayatta yarınki hisler yarınların keyfi olmalı. Yarın his yoksa? O da yarınların keyifsizliği!



PAZAR