Pazar "Bir tek çocukluk anıları kaldı bize"

"Bir tek çocukluk anıları kaldı bize"

26.07.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Bir tek çocukluk anıları kaldı bize"

Bir tek çocukluk anıları kaldı bize





uriye Balkan'ın kızları Ebru (24) ve Işık (22), 18 Mayıs 2001 tarihinde Bostancı'daki evlerinde öldürüldüler. Elleri arkadan bağlanmıştı. Ebru boğulmuş, Işık'ın ise boğazı kesilmişti.
Cinayet zanlısı olarak Ebru'nun patronu ve erkek arkadaşı olan Fikret Aydın ile iş arkadaşları tutuklandılar. İki görgü tanığının teşhisleri sonucu birinci dereceden cinayetle yargılanmaya başladılar. Ancak mahkemenin bir aşamasında ortaya iki yeni sanık çıktı; Ebru ve Işık'ı kendilerinin öldürdüğünü söylediler. Bu yeni sanıklar başka bir suç nedeniyle Fikret Aydın ve arkadaşları ile aynı cezaevinde yatıyorlardı. Daha sonra bu iki sanıktan biri, cinayeti işlediklerine dair ifadeyi Aydın ve arkadaşlarının baskısı altında verdiklerini söylese de ilk grup zanlılar serbest bırakıldılar.
Polis için Balkan kardeşler dosyası kapanmıştı. Ancak dosya adalet ve kamu vicdanı nezdinde hâlâ açık. Ve çelişkilerle dolu. Geçen haftaki celsede Nuriye Balkan, yine davadaki bu çelişkilere dikkat çekti.
Peki, bizim için bir dosya olan bu olay sahip olduğu iki çocuğunun ikisini de yitiren Nuriye Balkan için ne ifade ediyor?
İnsanın, bir annenin, bir babanın (Yaşar Balkan) içini en çok ne yakar, nasıl yakar iki evladını kaybedince? Ya bir de işkence edilerek, böyle acımasızca öldürülmüşlerse?
İlk kendini mi suçlar anne-baba? Hemen kabullenir mi onları yitirdiğini? Çocuklarından geçmiş zaman kipiyle söz edebilir mi? (Nuriye Balkan, Ebru ve Işık'tan geçmiş zaman kipinde söz etmekte zorlanıyor.)
Bu kadar onun olan bir şeyin, bir şeylerin kendisinden alınmasına mı şaşırır, öfkelenir? "Neden ben, neden bana" mı der? Ya da "Neden ben değil de, onlar" mı? Böyle bir acının üstesinden gelmenin teknolojisi nedir? Böyle bir dünyaya çocuk getirdiğine pişman mı olur? Suçu ta oralarda, kendi geçmişinde mi arar?
Bu soruların cevabını aramaya gittik Susurluk'a, Nuriye Balkan'a. Ercan soru sorar gibi bastı her defasında deklanşöre. Benim sesim titredi her soruda; kırmaktan, incitmekten korkarak sordum.
Dönüşte kendi annelerimizi de anlamıştık.


Tarifi yok onun. Zaten insan ölüyor o zaman. Hiç kimse anlatamaz bu acıyı. Kızım eşini yitirdiğinde, "Anneciğim, bir altı ay geçse" demişti bana. (Ebru Balkan'ın kocası bir kan davası sonucu öldürülmüş ve Ebru 1,5 yıllık bir takip sonucu kocasının katilini yakalatmıştı.) Evlatta o olmuyor, çünkü acı sürekli büyüyor içimde, çünkü özlüyorum. İnsan uykudan uyanmak istemiyor evlat acısı çekerken.


Uykuda da unutamıyor ki insan. Kızlarım "Hayır, anne, biz ölmedik" diyorlar. Sonra uyanıyorum.Yani kısacası, evlat acısı çekmek ölmek demek.


Bir de mükemmel yetiştirmişse insan çocuklarını, daha da kötü hissediyor sanki. Ben çok güzel yetiştirdim çocuklarımı. Babası hep çalıştı; benim emeğimle büyüdüler. Ve o kadar memnundular ki kendilerini yetiştirişimden. "Bizim çocuklarımız da bizim gibi olsun, onları da sen yetiştir doğduklarında" derlerdi.


Bir bu anılar kaldı zaten bize. Nasıl başlayayım? Şimdi şu anda hep küçüklükleri geliyor. Bir de Susurluk'a son gelişlerinde yaşadıklarımız geliyor. İkisi de diyet yapıyordu. Ama o gelişlerinde yaptığım bütün yemekleri yediler. Anneannelerinden hamur işi istediler. Şaşırmış kalmıştım. Yani bir çocukluk anıları, bir de en son günleri. Ortadaki anılar kayıp.


Hayır, benim kızlarım mükemmeldiler.


Sonradan akrabalarımız, eşim istedi çocuğumuz olsun diye. Ama bu doğacak çocuğum için de iyi olmazdı. Çünkü bir Ebru, bir Işık olamazdı. Aynı sevgiyi ona verebileceğimi zannetmiyorum. Böyle acılı bir anne sevgiyle çocuk büyütemez artık. Yine de severdim ama sevgiyle büyütemezdim. Ebru ile Işık'ın doğumları bile öyle güzeldi ki, daha doğarken bana acı vermeden doğmuşlardı, evde doğmuşlardı.

"O adamı beş dakika değil de bir saat görsem, kızımı onunla göndermezdim"

Severek geldiler ve istemeyerek gittiler.


Daha çok dayanışma oldu aramızda. Eşim, Allah'tan içkiyi bıraktı hemen. Şayet içseydi o tür sorunlar olabilirdi. Eğer içseydi ben eşimi herhalde sürekli Kadıköy'de bulurdum. Onların peşine giderdi sürekli. Erkeklerin acıyı yaşayışı daha farklı çünkü. Onlar ağlayamıyor.


Fikret Aydın'ı ilk Ebru'yu almaya Susurluk'a geldiğinde tanıdım. Beş dakika oturdu. Ve giderken ayakkabılarını yanında çalışan bir çocuğa giydirdi. O zaman, "Ne bu" dedim kendi kendime, "Ebru'nun, ayakkabılarını başkasına giydirten bir adamla ne işi olabilir?" dedim. Giyemiyor mu koskoca adam; ne olursa olsun. Tiksinti gibi bir şey uyandı bende. Beş dakika gördüm, belki bir saat görseydim Ebru'yu göndermezdim onunla. Zaten kızlarım artık İstanbul'a gitmek istemiyorlardı. Ama adam telefonda ikna etti.


Ebru sadece "Tutmadı anne, aşkta ve işte tutmadı" dedi. Meğer Fikret Aydın'ın evli olduğunu, çocuklarının olduğunu öğrenmiş. Bir de sonradan yengesi anlattı bize. Işık yengesine, "Mafya bu insanlar, içlerinde çok medyatik isimler var, ablam kızar diye anlatamıyorum" demiş.


Ebru'nun evliliğini onaylamamıştık. Eşi lise mezunuydu, Ebru ise ODTÜ. Eşi öldürülünce çok üzüldü Ebru. Fikret Aydın'la ilişkisine karışmamıştık bu yüzden. "Yeniden evlenir, mutlu olur" diyorduk. Hayat arkadaşını kendi seçsin istedik.
Yaşar Balkan: Adamın iş adamı olması, ihalelerden söz etmesi etkiledi beni. İş, güç sahibi diye olumlu baktım.

"Ebru ticarete meraklıydı ama Işık, Londra'da pastacılık okuyacaktı"

Biz zor olmadığını sanıyorduk. Çok neşeli kızlardı çünkü. Doğayı çok severlerdi. Bizi TEMA üyesi yapmışlardı. Son sene Çağdaş Yaşam'a da üye olmuşlardı. Meğer çok zormuş kız çocuk sahibi olmak.


Ebru kendi başarmak, başarılı bir iş kadını olmak isteyen bir kızdı. Işık istemiyordu ticaret yapmak, ablası onu Londra'ya yemek okuluna gönderecekti. Pastacılık okuyacaktı. Kaydını bile yaptırmıştı, kaparo ödemişti okula.


Bakın, Fikret Aydın ve dört arkadaşı yakalandılar, tanıklar tarafından teşhis edildiler ve idamla yargılanıyorlardı. Sonra durum değişti, iki yeni sanık çıktı ortaya. İki gasp suçlusu cinayeti üstlendiler. Ve bu sanıklar, tesadüf bu ya, Fikret Aydın ve arkadaşları ile aynı cezaevinde yatıyorlar. Bunların biri de, Fikret Aydın'ın teslim olduğu gün bir suç işleyip içeri giriyor.


Evet. Seyhan Çörtük adlı gaspçı söylüyor bunu. Ama polis olay yeri incelemesini iyi yapmamış. Yıkandığı söylenen halı mutfakta koca bir masanın altına düzgün olarak serilmişti. Madem kızları öldürmek, gasp etmek için geldiler, neden önce halıyı masanın altına seriyorlar? Zaten ifadelerinde, "Girer girmez, saldırdık" diyorlar. Sonra madem gaspa geldiler, neden paralarını, kızların ortalıkta duran ziynet eşyalarını almıyorlar? Bunlar derinlemesine araştırılmıyor. Polis dosya kapansın istiyor, bunu ima ediyorlar bize. Avukatların söylediğine göre, bir olayın sanıkları yakalandıktan, sorgulandıktan ve mahkemeye sevk edildikten sonra polis soruşturmayı durdururmuş. Ama bu olayda yargılama sürerken polis bir yandan da yeni sanıkların peşine düştü. Neden?


Çok kötü bir gündü. Hatırlamak istemem.


Sedat Peker, Fikret Aydın için "Kendisi arkadaşımdır, iyi bir iş adamıdır, böyle bir şey yapacağına inanmıyorum" dedi. Ama aynı iş adamı bir çek-senet davasında Peker'in akrabası ile yargılanıyor. Ayrıca Aydın'ın karısı ile Peker'in karısı akraba. Kadıköy zaten Peker'in nüfuz alanı. Ve Cinayet Masası polisleri soruşturmanın başında İlçe Emniyet Müdürlüğü tarafından engellendiklerini söylemişler, sızdı basına.


Hayır, arkadaşlarına dağıttık. "Ölürsek yitip gitmesinler" dedik. Eşimle birbirimize, "Biz de artık ölürüz" diyorduk. İnsan çocuğu ölünce, artık kendi de ölür sanıyor. Ama olmuyormuş demek ki.

"Benim kızlarım şehit oldu"

Umreye gidince kapandım. Zaten kızken de başörtüsü kullanıyordum. Evlenince kocam istemediği için açmıştım. Dinimize göre evinden uzakta, zulümle, kesici aletlerle ya da boğularak öldürülenler ve cuma günü öldürülenler şehit sayılıyorlar. Benim kızlarım hem zulümle, hem boğularak ve bıçakla öldürüldüler, hem de evlerinden uzakta ve cuma günü öldürüldüler. Ve iki şehit annesi bir kadının örtünmesi gerektiğine inanıyorum. Eşim istemiyor aslında kapanmamı.


Y.B.: Çünkü benim için önemli olan kalp temizliğidir.


Tabii. Çünkü şehitler ölmez. Onlar bizi bekliyorlar. Ve şehitlerin günahları onları öldürenlere geçiyor.


Allah zaten bir insanı 35-40 yaşına kadar, "Gençtir, cahildir" diye affedermiş.

Yazarlar