Pazar Bonjour Paris!

Bonjour Paris!

03.12.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Fransızlara kızdık diye, 1000 küsur yıldır Fransa'nın başkenti olan, şahane yapıları, meydanları ve bahçeleriyle baş döndüren Paris'e küsmek olmaz. Paris... Her defasında başka bir açıdan çıkar karşınıza. Her semt başka bir atmosferde, gezeni başka bir havaya sokar. Uzun yıllar yaşayanlar hâlâ bu şehre aşık mıdır, bilemem. Ben uzun yıllardır her fırsatta gelen bir gezgin olarak öyleyim...

Bonjour Paris

fturkmenoglu@milliyet.com.tr Ama sadece kısa bir dönem sürdü bu. Almanya 10 Mayıs 1940'ta tekrar Fransa'ya saldırdı. Pek çok Parisli evlerini terk etti, yönetim Bordeaux'ya taşındı. Binlerce Yahudi fişlenerek kamplara yollandı. Savaş, işsizlik, can korkusu, açlık dört sene daha sürdü... Almanlar 2 Eylül 1914'te, Paris'e 25 kilometre yaklaştı. 4 bin erkek cepheye götürüldü, sonraki dört yıl içinde şehre 800'e yakın top mermisi isabet etti. Ölü sayısı 150 binden fazlaydı. Halkın morali, ancak Georges Clamenceau'nun başbakanlığında düzeldi. Sadece iki günlüğüne geldiğim Paris'te, aklımdan ilk geçen düşünceler bunlar oldu. Savaşlar, kıtlıklar, acılar... Andre Gide'i, Colette'i, Sartre'ı yokladım zihnimde. Geçenlerde yaşananları hatırladım. Saatinden bile önce inen uçağımdan çıkıp yarım saat içinde RER denen hızlı trenle şehir merkezine gelmiştim bile. Nasıl oldu da Pigalle'de çıktım, arada daha önce inip yürüdüm mü, inanın kestiremiyorum. İlk iş, "les marrons chaud" yazısına kanıp kestaneciye yanaştım. 2 avroya kocaman bir kesekağıdı kestane aldım elime. Soğuk çıktı ama yedim yine de... Cumartesi öğle kalabalığı içine düştüm. Fransızcaya Arapça, Rusça, anlayamadığım başka diller karıştı. 1 avroya eldiven, 1,5 avroya külotlu çorap seçen bir güruhla, aheste ilerledim... Pigalle'den sıcak kestane "Hafta sonu Paris'teyim" diye düşündüm. Planım yok, yapacak işim yok... Sadece gezmeliyim. Görmeli, yemeli ve bol bol konuşmalıyım. İlk kertede, bütün müzeleri, iç mekanları, tiyatroları, sinemaları, galerileri sildim attım. Sokaklarda olmalıydım. Mümkün mertebe metroda az vakit harcayıp enerjimi kentin caddelerini keşfetmek için saklamalıydım. Tarihi ve edebiyatı bir kenara koydum. İki günlüğüne yürümeye Paris'e giden bir gezgindim artık.Strasbourg-St.Denis, Les Halles, Chatelet, St.Germain... İlk günümün gece yarısına kadar sokaklardaydım. Kafelerin zaman ayarlı tuvalet ışıklarına, az akan sularına alıştım hemen. Bolca "bir kahve, bir Perrier" içtim. Yan masamda oturan, tek oda evlerde yaşayan Parislilerle sohbet ettim. Champs-Elysees'nin vitrinlerinde, erken yılbaşı süslerinde yürüdüm. Her güzel sokakta durdum, her ilgimi çeken antika mağazasına daldım. Sokaklardaki heykelleri, çeşmeleri seyrettim. "C'est la vie" (İşte hayat) dedim içimden, "c'est la vie!"Son günümün sabahında, erkenden sokaklardaydım gene. Montparnasse, Opera Meydanı ve Seine... Kısa bir Paris gezisinde yapılacak en akıllıca şeyi yapıp Pont Neuf'ün yanından kalkan turistik seyir teknelerine bindim ve iki saat boyunca Paris'i seyrettim. Bir rehber vardı, uzun uzun anlatıyordu ama ben öylesine kendi içime dalmıştım ki, kadıncağızın söylediği tek kelimeyi bile dinleyemedim. Bu şehir, bu binalar, bu sokaklar; ne diyeyim ki... Paris yürüyerek tükenmez Ve daha Paris sokakları yükünü almamışken, daha pazar öğleni yeni olmaya başlamışken, Porte de Clignancourt'a, bitpazarına gittim. Avrupa'nın en uçsuz bucaksız bitpazarı burası. Ne ararsanız var. Artık satıcılar ve dükkanlar öylesine sınıflara ayrılmış ki, "eski kuş gravürü satıcısı"nı da görünce, "pes" dedim. Pulcular, resimciler, mobilyacılar, bahçe heykeli satanlar; nasıl hemen akşam oluyor, ben bu işe şaşırıp kaldım. Krepler ve sandviçlerle beslenip Saint-Michel bistrolarında kahve içtim. Tekrar Seine'i seyrettim, tekrar Opera Meydanı'nda amaçsızca turladım. Son bir kahveyle metro istasyonuna yollandım. Bir vagona çöktüm. Moralim bozuldu. Hem çok az gördüğüme hem yalnızlığıma hem gezinin yarımlığına... Paris öylesine dipsiz bir kuyu ki, benim anlatabilmeme imkan yok. Yıllarını orada geçirmiş birçok gazeteci dururken de, bana "Aman Louvre'u görün, Bastille'deki resim galerilerini gezin, Cafe les deux Magots'da sıcak çikolata içmeyi ihmal etmeyin" demek düşmez. Hem de iki günlüğüne gitmişken... Ayrıca hangi ucundan tutmak lazım? Sanat mı, bisikletli Paris turu mu, Çin Mahallesi mi, lokantalar mı, gece hayatı mı? Charles de Gaulle Havaalanı'na giderken bunları düşündüm. "En iyisi" dedim, "iki günlük Paris sokaklarını yazayım, gördüğüm kadarıyla, elimden geldiğince, dilimin döndüğünce..." Bitpazarı kaçmaz Ben bu kez Air France'la gidip geldim. Uçuşların dakikliğinden çok memnun kaldım. Bir de, uzunca seyahat yapmak isterseniz, başka yerlerle birleştirmeyi düşünürseniz, çok cazip noktalara uçuyorlar. Bu gezide, uçaktaki havayolu dergisinden Korsika'yı kafaya taktım misal...Bilet fiyatları çok değişken, arayıp öğrenmekte fayda var. Tel: (0212) 310 19 19 Nasıl gidilir? Sokaklarda bol bol krep, her türlüsü hem de. Özellikle çikolatalısını öneririm. Uzun ekmeklere yapılan sandviçler de çok lezzetli. Herhangi bir kafeye oturursanız, et ve patates kızartması öncesinde mutlaka soğan çorbası için. Bu mevsimde çok iyi gidiyor. Akşamları içki içecekseniz, "kir royale" benim favorim. Ne yenir?