Pazar "Bu dava İzlandada hâlâ gündemin ilk maddesi"

"Bu dava İzlandada hâlâ gündemin ilk maddesi"

04.01.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Türkiyenin en başarılı siyasi avukatlarından Hasip Kaplan, çocuklarıyla görüşmesi eski Türk kocası tarafından engellenen İzlandalı anne Sophia Hansenin kitabını yazdı

Bu dava İzlandada hâlâ gündemin ilk maddesi

Türkiyenin en önemli siyasi davalarında avukatlık yapan Hasip Kaplan için İzlandalı annenin vekilliği üstlendiği en sivil iş olarak değerlendirilebilir. Tabii İzlandadan bakınca. Buradan bakıldığında ise bu dava Türkiyedeki birçok baskıcı, ırkçı eğilimin, ideolojinin çakıştığı bir davaya dönüştü. Kızlarını anneleriyle görüştürmeyen baba Halim Al, Türk muhafazakârlığının sembolü oldu. Kaplan da kendini yine saldırıların hedefi olarak buldu.12 Eylül 1980den başlayarak DİSK, Barış Derneği, TÖB-DER, DEP millletvekilleri, dışkı yedirilen köylülerin davası gibi son 23 yılın birçok önemli siyasi davasında avukatlığı üstlenen Kaplan; baskı dönemlerinde iktidar tarafından "vatan haini" ilan edilmiş, soruşturmalara uğramış. Şimdi ise AB sürecinde hükümetlerin danıştığı bir otorite. Kimilerinin nezdindeyse bir demokrasi kahramanı. Ayrıldığı Türk kocası Halim Alın kızları Vesile ve Ayşegül ile görüştürmediği İzlandalı anne Sophia Hansenin dramı uzun süredir Türkiyenin gündeminde, İzlandada ise gündemin birinci maddesi. Bu hafta avukatı Hasip Kaplanın Sophia Hansen ile birlikte İzlanda, Türkiye ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde sürdürdükleri yedi yıllık hukuk mücadelesinden kesitleri anlattığı "Ben Sophia / Anne Çığlığı" adlı kitabı yayımlanıyor. "Selimiye Kışlasına ilk giren avukatlardan biri oldum" Ben mesleğe ceza avukatı olarak 12 Eylül döneminde başladım. Ve o dönemin en önemli davalarını üstlendim. Çünkü birçok avukat bu davalara girmek istemiyordu. DİSK, Barış Derneği, TÖB-DER gibi kamuoyunda büyük yankı uyandıran davalara girdim. Milletvekilleri, büyükelçiler yargılanıyordu. 12 Eylülde Selimiye Kışlasına giren ilk avukatlardanım ben. Daha mesleğin başında böyle önemli davalara girdim. Böyle de sürdü. Hasip Kaplanın esbabı mucibesi nedir? Neden bütün önemli siyasi davalar size veriliyor? 1984te Mardinin İdil ilçesine, yani kendi ilçeme gittim avukatlık yapmak için. Ben o ilçenin ilk üniversite mezunuyum ve İdile dönmeseydim benden sonrakilere iyi bir örnek olmayacaktım. O yüzden döndüm. 1991 sonuna kadar orada kaldım. Ama bir dönem İstanbulda değildiniz ve Güneydoğu bölgesindeki hukuk mücadelenizi izliyorduk. Tam İstanbulda yıldızınız parlamışken neden gittiniz oraya? En önemlisi Yeşilyurt davası oldu herhalde. Yani köylülere dışkı yedirme davası. Oradayken AİHMye taşıdım bu davayı ve kazandım. Şiddetin en yoğun olduğu dönemde bölgedeydiniz. Hangi davaları üstlendiniz orada? Eğer olağanüstü hal dönemlerinde, sıkıyönetim mahkemelerinde, DGMlerde savunma yapıyorsanız, mutlaka şiddet ve tehditle karşılaşırsınız. Örneğin Yeşilyurt davası sırasında bana yönelik suikast girişimleri Susurluk Raporunda yer aldı. Avukat olduğum için hakkımda 17 tane de soruşturma açıldı. 1984te Diyarbakırda yaptığımız savunma nedeniyle beş avukat arkadaş bir yıl hapis cezası aldık. Defalarca gözaltına alındım. Bunlar yeteri kadar sinematografik mi acaba? Amerikan sinemasında olur: Avukat hukuk mücadelesi verirken serüvenlere atılır. Sizin oradaki hayatınız da böyle sinematografik olaylar içeriyor mu? "Hiçbir ülkede savcı, hakimle aynı seviyede oturmaz" Ben meslek yaşamım boyunca şuna inandım: Avukat, müvekkilinin cüppe giymiş hali değildir. Savunmalarını yaptığınız siyasi tutukluların görüşlerinden etkilenip zaman zaman onlar tarafından manipüle edilmiş de olabilir misiniz? Adil yargılamanın yapılmadığı çok dava oldu ama beni en çok yaralayan, DEP milletvekillerinin davasıdır. Bir hukukçu olarak kaldıramadığım bir durumdur bu. AİHMye bu davayla ilgili dört kez başvuru yaptım. Orada davayı dört defa kazandıktan sonra, şimdi burada bir kez daha yargılanıyorlar. Ve içeride 10uncu yılları dolacak. Kazanamadığınız ve hâlâ içinizi yakan dava hangisidir? Ben demokratikleşme çabası içindeki ülkelerde hukuk mücadelesinin, avukatlığın, hukukun toplumu dönüştürmekte çok etkili olduğunu gördüm. Bizim Türkiyede ya da Avrupada aldığımız sonuçlar daha sonra yasalara, kurumlara, politikaya yansıyor. Bu sevindirici. Hukuk adamı olarak sizi mutlu eden nedir? 80 yıllık alışkanlıkları değiştirmek kolay değil. Uyum paketleri çıkıyor ama uygulamaya yansımıyor. Fakat eğitimle, kurumların bu konularda eğitimiyle bu durum değişecektir. Bugün ordu, polis gibi kurumlarda bile insan hakları konusunda seminerler yapılıyor, dersler veriliyor. Mahkemelerdeki, mahkeme salonlarındaki marangoz hatası da düzeltilmeli. Ben her duruşmada söylüyorum bunu: Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde savcı, hakimlerle birlikte yukarıda oturmaz. Bu, silahların eşitliği ilkesine aykırıdır. Bir kere savcılar oradan inmeli, bu marangoz hatası düzeltilmeli adil yargılama için. Peki, Türkiyenin demokratikleşme hızından memnun musunuz? Evet. Kendisi de bunu açıkça söylüyor. Bir şiir yüzünden mahkum olduğunu, hukukun herkes için gerekli olduğunu. Kendisi de bir zamanlar siyasi suçtan mahkum edilmiş bir başbakanın iktidarda olması bu çabalara ivme kazandırıyor mudur sizce? Başbakanlık makamı dahil bütün politikacılar, bütün merciler bana danışırlar. Siz siyasi davalar konusunda uzmansınız. Politikacılar da iktidar mensupları da zaman zaman siyasi davalarda davalı durumuna düşüyorlar. Size danışanlar oluyor mu bu konularda, sizin deneyimlerinizden yararlananlar? "Bu davayı sivil diye aldım, politik bir dava oldu" 1991 yılında artık bölgede çalışma koşulları dayanılmaz hale gelmişti. İstanbula geldim. 1992 yılında bu davayı basit bir velayet davası olarak aldım. Ama bu dava da önce medyatik, ardından politik bir hal aldı. Sophia Hansen davası görece sivil bir dava. Bu dava size nasıl geldi? Tabii. Şarkılar bestelendi, kampanyalar açıldı. Türkiyede de MHPnin, İslamcı birtakım gazetelerin kampanyaları ile siyasi bir olaya dönüştü. Dava dört kez Yargıtaya gitti ki bir davanın dört kez Yargıtaya gitmesi pek vaki değildir. AİHMye gittik. Fakat baba Halim Al yine de çocukları anne ile görüştürmüyor. Anne çocuklarını görmek için 2 bin dolarlık uçak bileti alıp buraya geliyor, baba 50 dolar para cezasını yatırıp çocukları göstermiyor. Biz bu dava sırasında Türkiye ile İzlanda arasında hiçbir sözleşmenin imzalanmamış olduğunu fark ettik. Eğer Türkiye, İzlanda ile başka Avrupa ülkeleri ile olduğu gibi sözleşmeler imzalamış olsaydı Türkiyede yeni bir dava görülmeyecek, "tanıma" davası açılacak, Sophianın ülkesinde verilen mahkeme kararına uyulmak zorunda kalınacaktı. Çünkü İzlandada velayet anneye verilmişti. İzlandada da medyatik bir hal aldı ama bu dava değil mi? "Benim için Hıristiyan, Sophia için fahişe dediler" Bu davanın enteresanlığı bu. Türkiyede bu dava din faktörünün, milliyetçilik faktörünün devreye girmesiyle sadece sansasyonel olmakla kalmadı, aynı zamanda iki ülkenin meseleye bakışlarındaki farkı ortaya koydu. Türkiyede söylem "Çocuklar Hıristiyanlaştırılacak" ama İzlanda bununla hiç ilgili değil. Anne Sophia Hansen çocuklarının dini eğitim almasından, örtünmüş olmasından rahatsız değil. O sadece çocuklarıyla görüşmek istiyor. Bu kadar özel bir durumun, aile içi bir sorunun bu kadar politik bir hal alması, bu kadar ideolojikleştirilmesi aslında Türkiye gündelik hayatının demokrasiden ne kadar uzak olduğunu da göstermez mi? Mahkeme salonunun önüne yüzlerce militan gelip gösteri yapıyordu. Anne Sophia dayak yedi. Benim ilçem İdilde Süryaniler de yaşar. Ama ben Müslümanım. Benim Hıristiyan olduğumu iddia etti bazı muhafazakâr gazeteler. Böyle sloganlar atıldı mahkeme önünde. Sophia Hansenin fahişe olduğu bile iddia edildi ki; Sophia, İzlandanın ileri gelen ailelerinden birinin kızı. Dava sırasında özellikle ülkücüler şiddet de kullandılar değil mi? Eh, genç, boylu poslu bir adam gidiyor İzlandaya. Kuzey ülkelerindeki kadınlar esmer, karayağız erkekleri de severler. Sevmiş işte. Nasıl tanımış Halim Alı? Hayır. Çok da sakin; öyle ağlaması, bağırması, çağırması olmuyor. Gidiyor kapılarına, zile basıyor, diyafondan "Ben Sophia, anneniz" diyor. Kızlar içeride ama ses çıkarmıyor kimse, baba kızların anne ile görüşmelerine müsaade etmiyor. Sophia Hansen kararlılığını, cesaretini kaybetmiyor ama, değil mi? "Kızlar geçen yıl anneleriyle görüştüler, ilişkileri iyiydi" Tabii. Gündemin birinci maddesi. İzlandada hâlâ gündemde mi dava? Tabii. Bu dava Türkiyenin gündemine Hague Sözleşmesini soktu. Kanadada, sonra Fransa-Cezayir arasında sık yaşanan bu aile içi çocuk kaçırma davalarının sonucunda bu sözleşmeye birçok ülke imza attı. Bu sözleşmeye göre bir yıl süren haksız kaçırma olaylarında tutuklama kararı çıkabiliyor ve çocuk geri alınıyor. Sophia Hansen davasında başka bir dram daha söz konusu. Velayet davaları 18 yaşına kadardır. Sophianın kızları Vesile ile Ayşegül 18 yaşını çoktan geçtiler. Artık anneleri ile görüşebilirler özgürce ama görüştürülmüyorlar. Son dönemde bu tür uluslararası velayet davaları çok arttı. Mağdur olan Türk anne-babalar da oluyor. Bu konuda bir uluslararası kriter olması ve buna uyulması da gerekmiyor mu? Ülkeler arasındaki sınır çizgileri anneleri, babaları çocuklardan ayırmamalı, değil mi? Hayır. Geçen yıl görüştüler bir odada ve ilişkileri çok iyiydi. Baba da yan odada bekliyordu. Çocuklara verilen ideolojik eğitim sonucu belki onlar da artık anneleri ile görüşmek istemiyorlardır.