Pazar Bu fotoğrafta 90 yıllık tecrübe var

Bu fotoğrafta 90 yıllık tecrübe var

15.05.2005 - 00:00 | Son Güncellenme:

Milliyet gazetesi 55'inci yılını kutladı. Bu 55 yıl içinde hayatının büyük bölümünü kesintisiz olarak aynı kurumda, Milliyet'te geçiren iki kişi Sami Kohen ve Doğan Heper'di. Kohen 50'nci yılını kutlarken, Heper 40'ıncı yılını dolduruyordu. Kohen ve Heper: "Bir müessesede 40-50 yıl kalmak bir marifet ama şimdiki gençlerin çoğu bunu enayilik gibi görüyor"

Bu fotoğrafta 90 yıllık tecrübe var

axpaz021.jpg aslicak@milliyet.com.tr "350 tane kravatım var. Bazen alırım ama sonra kullanmam" Eğlencem sinemaya gitmekti, şimdi filmleri televizyondan takip ediyorum. Bir de "Avrupa Yakası" dizisini seyrediyorum. Tabii tüm gün odamdayken sürekli haber kanalları açıktır. Eve gidince de akşam bültenlerini kaçırmam. Her akşam bir kadeh viskimi içerim. Her cumartesi öğlen mutlaka arkadaşlarımla meyhaneye giderim. Levent'te oturuyorum ve orası kebapçı kaynıyor. Biz de bu kebapçıları ziyaret ediyoruz tabii. Hafta sonu hiç oturmam. Mutlaka her cumartesi-pazar Bebek'te yürürüm. Evde 350 tane kravatım vardır. Alırım ama sonra kullanmadıklarım olur. Yazılarımı elle yazarım hâlâ. Düşünce ile elin el yazısında daha koordine olduğunu düşünüyorum. Sami K.: Doğan her zaman ciddi, dengeli ve yumuşak karakterli bir insan olarak tanınır. O kadar yayın yönetmenliği yaptı ama öyle cart curtları olmamıştır. Hiçbir zaman emir veren, bağıran biri değildir. Doğan Heper: Ömrümde bir kişiyi gazeteden kovdum. Bir hanım kızdı. Yanlış resim koymuştu sayfaya. Şimdi olsa geri alırım. Pişmanım. Keşke bulsam da gönlünü alsam. İşi bağırarak da yaptırsanız, iyilikle de yaptırsanız netice aynı oluyor. O zaman bağırmak niye? Sadece benim adım hasise çıkmıştır. İstediklerinin hep yarısını vermişimdir ama o zaman da gazetede para yoktu, bilmezler ki. Birbirinizi anlatır mısınız? Doğan Heper: Sami bey işini ciddi ve herkesten iyi yapan biridir. Ondan iş kaçmaz. Bu işin hocasıdır. Sami bey nasıl tanınır? Yabancı yayınlara yazılarımı bilgisayarla yazarım. Ama Milliyet için yazdığım günlük yorumlarda daktilo kullanırım. Benim için duygusal, nostaljik bir olay. Evde yazı yazarken de mutlaka klasik müzik dinlerim. 1960'tan beri evliyim. Bir kızım ve bir oğlum var. Ve torunlarım var. Torun sevgisi bende yeni bir hobi gibi gelişiyor. Hafta sonlarımı torunlarımla geçiriyorum. Benim işim nedeniyle "resmi sosyal hayatım" da oluyor. Eşimle birlikte yemeklere, kokteyllere katılıyoruz ve bundan da zevk alıyoruz. Eşimle birlikte Çin mutfağı tutkunuyuz. Benim eşim bundan 20-25 sene önce Çin yemekleri kursuna gitti. Daha burada bir tane Çin lokantası varken biz evde Çin yemekleri yerdik. "Daha Çin lokantası yokken biz evde Çin yemeği yerdik" Doğan Heper: Hani nasıl şarkıcılar televizyonda "Bu heves çocuklukta başladı" diyorlar, bizim meslek için de öyle. İlkokulda Doğan isimli gazete çıkarırdık. Sami Kohen: İşin temelinde bu yatıyor zaten. Bu bir aşktır. Doktorluğu daha okul sıralarında düşleyen çocuklar vardır. Biz de okul sıralarındayken "Yazar, gazeteci olmak istiyoruz" derdik. O zamanlar iki tane çocuk dergisi vardı: Afacan, Çocuk Sesi. Benim ilk yazılarım onlarda çıktı. Sonra anladım ki ciddi gazetecilik yapabilmek için, ileride daha siyasal konularda yazabilmek için çok ama çok okumak lazım. Kendimi bu mesleğe daha küçükken hazırlamaya başladım. Nasıl? Okuyarak. Millet sağda solda gezinirken ben kütüphaneye gider kitap okurdum. Ama bu mesleğin size verdiği zevk bir hobi zevki oluyor. Yarım asırdır gazetecilik yapıyorsunuz, nasıl başladınız bu mesleğe? kazanıyorsunuz... Sami K.: Para o kadar yok. Doğan Heper: Para şimdi var. O zaman yoktu. Bizim zamanımızda bize şöyle derlerdi. Gazetecilik bir çay-simit mesleğidir. Sami K.: Benim mesleğe başlama tarihim asıl olarak 1950'dir. Ben Milliyet'e 1954 Ekim'inde, gazete yeniden kurulurken, Abdi İpekçi'yle birlikte geldim. Kurulduğundan bu yana kesintisiz çalışan tek kişiyim. Bir müessesede 50 yıl sürekli çalışmak bir meslekte 50 yılı doldurmaktan daha mühim bir olay. Bir yandan hobi gibi bir yandan da bu işten para Sami K.: Şimdi gençler iki dil biliyor, dışarıda okuyor, donanımlı... Ama aynı müessesede kalmak istemiyor yıllarca. Sürekli değişik yerlere geçiyorlar. Aslında bir müessesede 40 yıl, 50 yıl kalmak bir marifet. Ama gençlerin çoğu şimdi buna enayilik diyor. "Daha iyi iş buluruz" diyorlar, "Daha iyi para alırız" diyorlar. Ölüm yaşına geldik. Bu müessesede ömrümüz geçti. İşin özeti ben hiçbir zaman mesleğimi değiştirmeyi düşünmedim -ki ne teklifler geldi... Lisan bilgim var. Çevremde çok işadamı var. Dolayısıyla bunlardan cazip öneriler geldi. "Çay-simitte mi kalacaksın?" diyen yakınlarımız oldu. Ama mümkün değil. Çünkü mesleğinizle bir aşk yaşıyorsunuz. Çalıştığınız kurumu da bir yuva gibi görüyorsunuz. Doğan Heper: Hep söylerim. Milliyet, Anayasa Mahkemesi gibi, senato gibi bir kurum. Biz Milliyet'in kıymetini bildik, Milliyet de bizim kıymetimizi bildi. Milliyet'ten gidilmez. Milliyet'ten gidenlerin de istemeyerek gittiğini düşünüyorum. Şöyle bir söz vardır: "Milliyet'e girmek zor, çıkmak zor." Bir de Milliyet hiçbir zaman elemanlarına para sıkıntısı çektirmemiştir. Ayın birinde herkes maaşını aldı. Ben 40 yıldır maaşımı ayın ikisinde aldığımı hatırlamıyorum. Başka gazetelerde bu oluyor. Sami K.: Bu biraz da hayattan ne beklediğinize bağlı. Burada önemli olan şu. Ne dedik başta? Gazetecilik bir tutkudur, aşktır... Milliyet'in de özelliği şu, biz burada çalışmaya başladığımızda "Biz büyük bir aileyiz" dedik. Hepimiz de aşağı yukarı o sıralarda aynı yaşlardayız, 20'lerdeyiz. Daha yeni yeni flört ediyoruz ya da yavaş yavaş evleniyoruz. Zamanla ilk çocuğumuz doğuyor. Aynı frekanslardaki insanlardık. Bir de şimdiki kuşak sadece bilgisayar ekranına bakıyor. O zaman bu ekran yoktu, biz birbirimizin yüzüne bakardık. Tabii birbirimizin yüzüne bakarken de çok tartışırdık. Bir haberin birinci sayfadan nasıl gireceğini tartışır dururduk. Doğan Heper: İlkemiz şuydu: Ertuğrul'la (Özkök) Zafer'i (Mutlu) yarın sabah nasıl ağlatacağız? Yapacağımız haberle Sabah ve Hürriyet'i atlatacağız, yayın yönetmenlerini ağlatacağız yani. Hiçbir zaman işinizi ya da en azından kurumunuzu değiştirmeyi düşünmediniz mi? Sami K.: Başta da söylediğimiz gibi, bu bir aşk, bırakılmıyor. Ben kalp rahatsızlığı geçirdiğim halde hâlâ her gün yazı yazmak dışında bu yazıların haber içeriklerini de kovalıyorum. Ben hâlâ konferanslara gidiyorum. Bizden bir muhabir yoksa, defterime konuşulanları not alıyorum. Başka türlü olmaz bu meslek. Kalp rahatsızlığımdan sonra doktor bana "İşi yavaşlat" dedi. Ama bizim meslekte yavaşlatmak diye bir şey yok. Ya yaparsınız ya yapmazsınız. Yani bir haber varken onunla ilgilenmemek bir doktorun gece yarısı kendisini arayan hastasına cevap vermemesi gibi bir şeydir. Doğan Heper: Aydın beyin bir sözü var. "Ölene kadar beraberiz" diyor. Bazen emekli olayım, evimde oturayım, balık tutayım, istediğim gibi kendime, aileme zaman ayırayım diye düşünmüyor musunuz? "Karılarımız hâlâ bizimle yaşıyorsa bu bizim şansımızdandır" Doğan Heper: Eğer bizim karılarımız bizimle yaşıyorsa bu bizim şansımızdandır. Gece gazetede kalıyoruz. Seyahatlerimiz oluyor. Peki, aileleriniz ne diyor bu duruma? Sürekli haberle, gazeteyle haşır neşirsiniz. Emekli olmuyorsunuz. Sami K.: Mesela ben 29 Mayıs 1960'ta evlendim. Bu iki ay önceden belirlenmiş bir tarihti. Ve 27 Mayıs oldu. Ben 48 saat gazeteden çıkmadan çalıştım. Gittim evlendim ama balayını yine gazetede geçirdim. Ben, evlilik resimlerimde yorgunluktan gözü kapanan bir insanım. Yani bu işi yapıyorsanız böyle fedakarlıklar yapmanız gerekiyor. Zaten biz bunları fedakarlık olarak görmüyoruz. Heyecan bizim için. Yemeğe gidiyorsunuz, haber çıkıyor, gazeteye koşuyorsunuz... o kadar aile gibi olmak çok zor bu plazalarda. Sami K.: Tabii şimdi gazete çok kalabalıklaştı. Bu katta oturan, aşağı kattakini tanımıyor. Bir gökdelende oturan apartman sakinleri gibiyiz. Doğan Heper: Bir de şimdi habere ulaşmak çok kolaylaştı. Her şeyi anında televizyondan, internetten öğrenebiliyorsunuz. Kıbrıs'ta bir olay oluyor hemen yansıyor kanallara. Eskiden olsa, bizim bir Kıbrıs muhabirimiz gidecek, haberi alacak, insanlarla görüşecek, bize gönderecek... Sami K.: Yeni neslin en büyük avantajı bilgiye, habere ulaşmakta sahip olduğu olanaklar. Google'a tıkladığınız zaman her şey geliyor. Şimdi baktığınızda en çok hangi değişiklikler dikkatinizi çekiyor? Mesela bir aile gibiydik diyorsunuz, artık Sami K.: Kadın mı? Yok canım. Doğan Heper: Şimdi bir cennet. Bir de herhalde eskiden çok kadın muhabir, editör yoktu... Sami K.: "Arnavutluk'a girebilmek için bir futbol takımının masörü oldum" Doğan Heper: "Uçağa bomba soktuk, Taksim Meydanı'nı gündüz gözüyle kazdık" Doğan Heper: Ben haber yapmaktan daha çok yöneticilik yaptım. Haberciler haberi getiriyor, siz cımbızla ayıklayıp, içinden özel haberi çıkarıyorsunuz, bu bambaşka bir iş. Unutamadıklarımdan hemen üç tane sayabilirim. "Yeşilköy'de en sıkı tedbirler alındı" dedikleri zaman uçağa bomba soktuk. Uçakların kaçırıldığı yıllarda, 80'li yıllarda. Ve bunun haberini yaptık. Bir başkası; Taksim Meydanı'nı gün ortasında kazdık. Kimse gelip "Ne yapıyorsunuz yahu?" demedi. Bir de şansımızın da yaver gittiği bir haber vardı. İstanbul kurumuştu. Biz de meteorolojiyi takip ediyoruz. O gün yağmur ihtimali var. Biz de "Yağdır mevlam su" diye manşet yaptık. Öğleden sonra şakır şakır yağmur yağmaya başladı. Sami K.: Benim 60'lı-70'li yıllardaki en büyük merakım kimsenin giremediği yerlere girebilmekti. O zamanlar Arnavutluk'un en kapalı olduğu dönemdi. Kendi kabuğuna çekildiği zaman. Kimse giremiyordu, orayla ilgili haber yapılamıyordu. Ben oraya girmek için can atıyorum, başvurularda bulunuyorum, hiç cevap gelmiyor. En sonunda bizim spor editörümüz "Bir maç var" dedi. "Gazetecilere imkan yok galiba ama sen takımla konuş" dedi. Gerçekten gazetecilere izin verilmiyormuş. Ama takım olarak, otobüsle gidecekler Tiran'a kadar. Toplu vize alınıyor. Tabii oyuncular, teknik direktör, takım başkanı... Size göre şimdiye kadarki en önemli ya da unutulmaz haberiniz hangisiydi? Sami K.: Ben masör oldum. Ama orada fotoğraf makinesiyle falan çalışmaya başlayınca enselendim tabii. Yakalandığım zaman şöyle dedim: "Bakın ben buraya kötü bir niyetle gelmedim. Sizin ülkenizi tanıtmak için geldim. Kamuoyu da merak ediyor, bu kamuoyu içinde de Arnavut kökenli çok vatandaşımız var." Ama dinlemiyor adamlar. "O zaman beni ne yapacaksınız? Ya beni iade edeceksiniz ya da hapse atacaksınız. Hapse atmanızı da beklemiyorum. Dünya çapında büyük bir olay olur. Bunun yerine akıllı insanlarsınız, bana bir rehber verin, görmemi istediğiniz yerleri gezdirin. Ben bunları göstereyim" dedim. Hemen ertesi gün onların resmi gazetesinin editörüyle beni gezdirdiler. Ve bu Milliyet'in birinci sayfasında çıkan bir dizi oldu. Bir de ben dönerken tüm ülkenin etrafını çeviren elektrikli tel örgüleri gizlice çekebilmeyi başardım. Dünya basını da bu fotoğrafları kullandı. "Tüm Milliyet'in en duygusal anı Abdi İpekçi'nin ölüm haberinin alındığı andır" Siz ne oldunuz? Doğan Heper: En duygusal an... Telefon çaldı. Gece yazı işleri müdürü Eren Güvener beni aradı, "Abdi beyi kaybettik" dedi. Telefon elimden düştü. Sami K.: Ben de aynı günden bahsedecektim. Benim duyuşum biraz daha farklı. Akşam birlikte çıktık gazeteden. Bu arada benim yanımda çalışan Ali Başarel'i bir gün önce kaybetmiştik. Ve ben de TRT'ye küçük bir haber verdim, vefat eden gazeteciyle ilgili. Eve gelince televizyonu açtım ki Ali Başarel'le ilgili verecekleri haberi dinleyeyim. Spiker haberleri verirken birden durdu. "Şimdi aldığımız bir habere göre Milliyet gazetesinin" dedi, ben de "Hah, Ali'nin haberi" dedim. Biraz daha devam edip Abdi İpekçi'nin öldüğünü söyleyince inanamadım, dünyam yıkıldı. Öyle kaldım. O şoktan sonra ben kendimi gazetede buldum. Herkes zaten orada ve herkes hüngür hüngür ağlıyor. Doğan H.: Tüm Milliyet'in en duygusal anı odur. Bunca sene içinde gazetedeki en duygusal anınız hangisiydi?