Pazar "Çamburnu'na aşık oldum"

"Çamburnu'na aşık oldum"

09.04.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Fatih Akın temmuz ayında yeni bir filmin çekimlerine başlayacak. Bu filme mekan ararken dedesinin Karadeniz'deki köyü Çamburnu'na giden Akın: "Köyün tepesinde eskiden bakır madeni olan bir alan şu anda boş ve Çevre Bakanlığı bütün Doğu Karadeniz'in çöpünü oraya koyacak. Belediye dava açtı ve kaybetti. Bunun için AİHM'ye gidebilirim. Bunu vatan için, toprağım için yapıyorum."

Çamburnuna aşık oldum

Siz "Adama bak, istemem yan cebime koy yapıyor" diyebilirsiniz. Ama ben oradaydım ve Akın'ın yüz ifadesinden ne kadar samimi olduğu anlaşılıyordu. Evet, bu böyle bir adam işte. New York Times'tan Independent'a, Liberation'dan Le Figaro'ya dünyanın belli başlı gazeteleri ondan bahsetti, ödüllere doymak bilmedi. Ama genel olarak tek arzusu Beyoğlu'nda dolaşabilmek. Şu sıralardaki arzusu ise, yeni filmine mekan ararken gittiği dedesinin köyü Çamburnu'nu kurtarmak. Hikayeyi size anlatacak. "Madem ünlü bir yönetmenim bu avantajımı kullanmam gerek. Başka çarem yok" diyor. Kaçınız hayatta bir Oscar heykelciğinin sahibi olmak istemezdiniz? Eğer elinize böyle bir fırsat geçse elinizin tersiyle iter miydiniz? Sanmam. Oysa bu hayale belki de en yakın kişilerden olan Fatih Akın şöyle diyor: "Oscar alsam işler zorlaşır. Herkes arar, cep telefonum susmaz. Şimdi Beyoğlu'nda gezebiliyorum." Almancadan direkt çevirirsek "Hayatın Karşı Tarafında". Ortağım ise filme "Yaşamın Sonuna Yolculuk" demek istiyor. Bir üçleme yapmak istedim. Temalar aşk, ölüm, şeytan. Birincisi, konusu aşk olan "Duvara Karşı"ydı. Bu üçlemenin ikinci filmi. Üçüncüsünü 2015'te falan çekebilirim. Yeni bir filmin çekimlerine hazırlanıyorsunuz. Adı ne olacak? İki ana hikaye var. Bu iki hikaye kesişip tek bir hikaye oluyor. Biri anne-kızın, diğeri baba-oğulun hikayesi. Senaryo çok karışık. Baba ve oğul aynı kadına aşık oluyor. Türkiye'de siyasi örgütlere takılan kız ise kaçıp Almanya'da annesini arıyor. Filmde ne anlatacaksınız? "Vatan haini ilan edildim" Bir zamanlar belki çok solcuydum. Solculuk, haksızlığa karşı bir hareket olarak başladı. Sonra sosyalizme vardı ve sonunda teröre döndü. Bense cinayete karşıyım. Hümanistim. Sınıflandırmaya, damgalara, ideolojilere inanmıyorum. Didaktik, "sol olayım, sağ olmayayım" tarzı bir film yapmam. Ama Türkiye'de bunlar hassas konular. Bu hassaslık da hoşuma gidiyor. Her şeyin iyi olmasını isterim. Kaç kere vatan haini ilan edildim. Ama vatan sevgisini karı-koca ilişkisine benzetirsek, karımın bana "Ayakların kokuyor" demeye hakkı var. Filmin siyasi bir boyutu var. Siz siyasetin neresinde duruyorsunuz? Aynen öyle. Halbuki burayı sevdiğim için, kötü yönleri düzelsin diye eleştiriyorum. Oğlumu da eleştiririm; iki-üç kez kırmızı ışıkta geçse tokat atarım belki. Madem "demokrasi" deyip duruyoruz, o zaman bu benim hakkım. Uluslararası çapta ün yapmış başarılı bir yönetmenin Türkiye'yi her şeye rağmen savunması bekleniyor. Hamburg, Bremen, İstanbul, Trabzon. Film nerelerde geçecek? Hayatımdan besleniyorum. Üsküdar Paşakapısı'nda birkaç sahne çekmek istiyorum. Filmde hem Almanya'daki hem de buradaki hapishaneleri göstereceğim. Diyalogsuz. Ben bunları yan yana getireyim, seyirci yorumunu yapsın. Tabii herkesi memnun etmek imkansız. Filmleriniz genellikle tek bir yerde değil, iki ayrı ülkede geçiyor. Güzel bir film olacak. Yılmaz Güney ve Alman yönetmen Rainer Werner Fassbinder'in sinemasını seviyorum. İkisi de bir sürü film yaptı ve 80'lerde öldü. Onların mirasını taşımıyorum, kendine ait bir adamım. Onlardan beslendim. Ama hiphop'tan geliyorum. Sample yapıyorum. Yılmaz Güney'in sinemasını alıyorum, oradan bir ritim buluyorum; Fassbinder'ın sinemasını alıyorum, başka bir ritim buluyor ve bu ritimleri bir araya getiriyorum. Ortaya yeni bir şey çıkıyor. DJ'im zaten. Sinemaya bu gözle bakıyorum. Çöpü artırmak istemiyorum, çöpe bakıp bu çöpten ne yapabilirim diye düşünüyorum. Çöp taşmasın. Olay, geri dönüşüm. Ne tarz bir film olacak peki? "İstanbul Hatırası"nı çekmeden önce "Türkiye AB'ye girmeli" diye düşünüyordum. Bu benim için çok önemli, yaptığım en doğru film. Filmi çektiğim yaz, hayatımın en güzel yazıydı. "İstanbul Hatırası"nı çekerken "AB'ye girmek değil, bağımsız olmak istiyoruz" diyen insanlarla tanıştım. Şaşırdım, sonra "Ben de globalizme karşıyım" diye düşündüm. Şimdi öyle bir noktaya geldim ki, bilmiyorum. AB'ye girmek olumlu bir gelişme ama sokaktaki kokoreççi giderse üzülürüm. AB'ye değinecek misiniz? Burada Kürtler nasıl tabuysa Batı'da da ölüm tabu. Saçma geliyor çünkü ölüm doğal bir şey. 30 yaşına girdikten sonra her yerden çıkıyor. Ölümle yaşamak, ona alışmak gerek. Hem kaderciyim hem kaderime yön vermek isterim. Ama her işte bir hayır vardır diyorum. Öyle halamlar gibi takılıyorum yani. Filminizde ölüm teması baskın olacak. Diğer filmlerinizde de kadere dair izler var. Kaderci misiniz? Outsider'lar ilgimi çekiyor. Yönetmen olarak klasik takılsam da klasiği kırmak istiyorum. Filmde siyasi olaylara karışan kız kaçıp Almanya'da bir kıza aşık oluyor. Kız Alman bir erkeğe aşık olsa, sıradan olur. Türk erkek masum bir Alman kıza takılsa yine klasik olur. Bunları çok gördük. Ama ikisi de kız olsa, bu hem klasik hem de farklı olur. Ben kadınları, kadınları seyretmeyi seviyorum. Orada cinsel fantezimi yaşatmam ama kadınları görüntülemek hoşuma gidiyor. Erkekle erkek olsa ilgimi çekmez. Hep bir grubun dışında olan karakterleri anlatıyorsunuz. Belki feminist tarafım ortaya çıkıyor filmlerde. Seyircinizin çoğunluğu kadınlardan oluşuyor. "Sette diktatörüm" Filmlerim ödül almasa, gişe yapmasa böyle olur muydu bilmiyorum. Ama bu filmleri tek başıma yapmıyorum. Dükkan benim ama filmleri çalışanlarım ve oyuncular bu noktaya getiriyor. Ben yönetiyorum. Demokratik bir yönetmen değilim ama. Türkiye'de kime sorsalar sizin filminizde oynamak istiyor. Sette diktatörüm. Ama tüm fikirlere açığım. "Dediğim dedik"siniz yani. Film yönetmek, devleti yönetmekle aynı değil. Aşçılık yönetmenliğe benzer. Biri patron olup "Hop, çok tuz koydun" diyebilmeli. Film çekerken de son kararı ben veririm, yani "halk" değil. Siyasette de diktatörlükten mi yanasınız? Onlar bana karşı. Almanya'da yaşayan Türkler beni vatan haini görüyor. Türkiye'deki halk bana daha yakın. Dışarıda olmak, buraya dışarıdan bakmak bir avantaj. Almanya için de geçerli bu. Almanya'da yaşadığınız halde Türkiye'deki toplumsal ve politik olayları izleyebiliyorsunuz. Almanya'daki diğer Türk gençleri nasıl? Yaptığım en doğru proje. Sigarayı bıraktım. Baba olmak hayata bakışınızı değiştirdi mi? "Nurgül Yeşilçay kırmızı halıya yakışır" Onu ilk "Eğreti Gelin"de izledim. Ne diyeyim, çok sevdim. Kamera onu çok seviyor. Uluslararası ölçüde bir oyuncu. Cannes'daki kırmızı halıya yakışır. Fransız, İngiliz, ABD'li fotoğrafçılar "Kim bu kız?" diye sorar. Filme bir tat verir. Nurgül Yeşilçay'la çalışacaksınız. Onu seçmenizin özel bir nedeni var mı? Öğrenir. İyi oyuncu, araştırır, takılır biraz. Yeşilçay bir lezbiyeni oynayacak. "Filme nasıl hazırlanacağımı bilmiyorum" diyormuş. Tuncer Kurtiz, Erkan Can, Güven Kıraç, Yelda Reynaud. Bunlar arkadaşlarım, sevdiğim insanlar ve iyi oyuncular. Başka tanıdık oyuncular olacak mı? Ben de DJ'im ya, nerede Shantel'in müziğini çaldıysam herkes coştu. Shantel, Kusturica'nın film müziklerinin remikslerini yaparak bu noktaya geldi. Şimdi Beyoğlu'nda her yerde Shantel dinleniyor. Geçen gün Babylon'da DJ'lik yaptı. Anlaştık. Belki Karadeniz enstrümanlarıyla kayıtlar yaparız, o da altına elektronik altyapı koyar. Kazım Koyuncu'dan da beslenmek istiyoruz. Filmlerinizde müzik ön planda. Bu filmin müzikleri nasıl olacak? Cannes 2007. Çekimlere temmuzda başlayacağız, eylülde bitecek. Montaj da sürer. Bu film ve Nurgül Yeşilçay, Cannes'a yetişir. Hangi festivale katılmayı düşünüyorsunuz? "Ailenin tek komünisti benim" Johnny Cash, Ray Charles, The Doors'un filmleri var. Yılmaz Güney çok sinematografik bir karakter. Acayip film olur ama çok zor. Güney eski bir karakter değil. Tanıyanlar var. Her kafadan bir ses çıkar. Umurumda olmaz ama bazen beni bir yere çekebilir. Yılmaz Güney belgeseli çekecek misiniz? "Filmim Oscar'lık değildi" Oscar alsam işler çok zorlaşır. Herkes arar, cep telefonum hiç susmaz. Şimdi Beyoğlu'nda gezebiliyorum. Özgür olmayı seviyorum. Cannes'daki Altın Palmiye'yi tercih ederim. Martin Scorsese ustalardan biri. Şimdiye kadar Oscar almadı. Hitchcock almadı. "Duvara Karşı" Oscar'lık bir film değildi. Çok yaramaz, uyuşturucu, seks... Oscar alma gibi bir hayaliniz var mı? "Duvara Karşı" Oscar'lık bir film değil miydi? Evet ama proje bulamıyoruz. Meksika biraz uzak geliyor! Cannes'da tanıştık. Bir gün Meksika'da film çekeceğim mutlaka; eşim yarı Meksikalı. Biraz bekle Salma abla; şu Çamburnu meselesini halledelim, sonra. Salma Hayek bir filminizde rol almak istiyormuş. İlk sömestri bitirdim. Saygınlığım arttı! Yönetmenliğe başladığımda saygın değildim. Hiphop, ticari film yapıyor diye eleştiriyorlardı. "Duvara Karşı" ve Cannes'da jüri üyesi olduktan sonra fikirleri değişti. Bu beni daha iyi bir insan yapmıyor ama demek ki sinemam ve bakışım ciddiye alınıyor. Öğrencilere hatalarımdan bahsediyorum. Şunu şöyle yapın demiyorum. Şunu biz şöyle yaptık çünkü hava o gün bozuktu, oyuncu sarhoştu diyorum. Siyasal sanat yapın, bildiklerinizden bahsedin, daha çok seks yapın falan diyorum. Onlar az şey biliyor. Almanya'da böyle, burada değil. Orada tokluk var. Burası farklı, daha çok hikaye, duygu var. Ben onları Türkleştirmeye çalışıyorum. Hamburg Güzel Sanatlar Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yapıyorsunuz. Bu nasıl bir deneyim? "Birkaç kişi 'İstanbul Hatırası'nı seyredip 'Türkiye İran değilmiş' dese film olmuş demektir" Evet ve hayır. Pek gişe yapmadı ya da benim beklentilerim daha yüksekti. Almanya'da ben 200 bin beklerken 100 bin, burada 30 bin gişe yaptı. Ama filmi 45 ülkeye satabildik. Büyük Londra Oteli'nde kalıyorum. Dünyanın her yerinden insanlar, "İstanbul Hatırası'nı görüp geldik" diyor. Bütün dünyadan e-postalar geliyor: "Sezen Aksu'yu Japonya'ya alalım", "Şu müziği nerede buluruz?" diye soruyorlar. "İstanbul Hatırası" hayal ettiğiniz başarıyı yakaladı mı? "Duvara Karşı" patladı. Sibel Kekilli olayları, bel fıtığı oldum, bayağı bir kovalamaca oldu. Kaçtım ve ne yapabilirim diye düşündüm. Hollywood ve daha bir sürü yerden teklifler geldi. Böyle bir film yapmışım, bunun devamı gelmesi lazım diye düşündüm ve kriz yaşadım. Hiçbir şey yeteri kadar iyi, değerli değildi. "İstanbul Hatırası" benim için terapi oldu. Bir adaya kaçıp düşünmek benim tarzım değil. Bir şeylerle uğraşmam lazım. Müzik belgeselleri hoşuma gidiyor. "Bueno Vista Social Club", "Stop Making Sense" gibi filmleri severim. Bu tarz bir şey yapayım dedim. Madem ustalarım yapıyor. Scorsese'nin filmi "No Direction Home"u kaç kişi seyretti, fark etmez. Bob Dylan hakkında hiçbir şey bilmiyordum, filmi izledim ve her şeyi öğrendim. "İstanbul Hatırası"na dair de böyle bir umudum var. Yurtdışında birkaç kişi seyredip "İstanbul ve Türkiye meğer İran değilmiş" dese film olmuştur. Müziği de seviyorum. O kadar eğlenceli geçti ki bu çekimler. Her gün bir parti, her gün bir konser, her gün bir jam... "İstanbul Hatırası"yla İstanbul'u pazarlamak hedeflerinizden biri miydi? Acayip bir moda var. Ne diyorsun? Bütün Avrupa "İstanbul" diyor. Yavaş yavaş kıskanma da başladı. "Ne var ki orada Berlin'de olmayan? Niye orada çekiyorsun?" diyorlar. Dışarıdan baktığınızda, İstanbul çok yükseldi mi gerçekten? Bir tek Peyote... "Duvara Karşı"nın kaba montajında ne seanslar yaptık. Saat dörtte filmi izleyip tartışırdık. Peyote'siz, senarist Önder Çakar'sız, Feridun'suz, Alpaslan'sız, Peyote Hasan'sız film bu başarıyı elde edemezdi. Siz nerelere gidiyorsunuz İstanbul'da? "Dünyanın daha iyi bir yer olmasını istiyorum" Trabzon'un Çamburnu diye bir köyü var. Dedem oralı. Geçen yıl ilk defa gittim oraya. Film orada bitiyor. Bu köye aşık oldum. Köyün tepesinde eskiden bakır madeni olan bir alan şu anda boş ve Çevre Bakanlığı bütün Doğu Karadeniz'in çöpünü oraya dökecek. Çamburnu belediyesi AKP'li ancak hükümete dava açtı ve kaybetti. Öğrendiğimde çok gücüme gitti. Dünyayı korumamız lazım. Dünya bir organizma gibi nefes alıp veriyor; biz de kanser gibi üzerine yapışmışız, kirletiyor ve dengeyi bozuyoruz. Çekeceğiniz yeni film için neden Trabzon'u seçtiniz? Herkes bu sorumluluğu bir parça hissederse, dünyayı iyi yola saptırabiliriz. Madem ben Fatih Akın'ım, madem ünlü bir yönetmenim, madem oralıyım, bu avantajı kullanmak istiyorum. Bir dava açtık, kaybettik. Başka çarem yok. Yapacağım. Anayasa çöplüğün etrafındaki bir kilometrelik alanda yaşam alanı olamayacağını söylüyor. Burada ise 50 metre ileride yerleşim var. Fatih Sultan Mehmet 1460'larda Trabzon'u aldığından beri o köy orada. Ama onu öldürecekler. Dünyanın daha iyi bir yer olmasını istiyorum. Yeni bir buz çağının geleceğini söylüyorlar. Sonra herkes Türkiye'ye gelmek isteyecek. Türkiye kimseyi sınırlarından içeri sokmayacak. Bunlar olmasın. Elektrikli arabalar yaratalım. Teksas, "Petrolü almazsan sana silah vermem diyor". Tek başına bir şey yapabileceğinizi düşünüyor musunuz? "Koyuncu'ya borçlu hissettim" Benim sinema eğitimim 1970'lerin Amerikan sineması üzerineydi. Scorsese'nin erken filmleri dönemi. O zamanlar Vietnam, zencilere haksızlık, Kızılderili cinayetleri gibi konular işleniyordu. 80'lerden sonra Amerikan sineması gittikçe bozuldu. Şimdi yeni yeni siyaset ve eleştiri sinemaya geri gönüyor. "Syriana", "Münih", "İyi Geceler İyi Şanslar" buna örnek. George Clooney'nin filmi "Syriana"da bu anlatılıyor. Dünyanın değişmesi gerek. Dünyadaki enteller dedi ki, "Hop hop, bu böyle gitmiyor artık." Ben de bu sanatçılardan biriyim. Sinemanın bu yola sapmasının nedeni ne? Filme katsam çok didaktik olur. Belki bir ikinci bölüm yaparım. AİHM'ye de gidebilirim. Bunu vatan için, toprağım için yapıyorum. Avrupa'ya Türkiye'nin kötü bir yer olduğunu göstermek için değil, orayı kurtarmak için. Oradaki insanlar ve belediyeyle aynı kafadayım. Filmde çöplük olayına yer veriyor musunuz? Çernobil'in etkisi filmdeki ana motiflerden biri. "İstanbul Hatırası"nı çekerken Kazım Koyuncu'nun ismi geçti. Oralı olmadım. Onunla bununla uğraşırken, vakit olmadı mı desem... Film bitti, adam öldü. Ben de biraz ona borçlu hissettim. Karadeniz'de kanser oranlarında da büyük artış var. Buna filmde yer verdiniz mi? Ailem çok kızdı. Bunun bir nedeni yok, tamamen bir tesadüftü. "İstanbul Hatırası" müzik üzerine bir belgesel. Kürt, Trakya ezgileri var ancak Karadeniz müziğine yer verilmemiş. Oysa aileniz Karadenizli...