12.04.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:
MİRAÇ ZEYNEP ÖZKARTAL zeynep.ozkartal@milliyet.com.tr
En büyük şansı olarak mesleğini gören, en büyük korkusu ise tiyatro yapamamak olan; etiyle, kanıyla, canıyla, ruhuyla bir tiyatrocunun, Genco Erkal’ın yılı 2009.
Kendisi kariyerinde 50’nci yılını, tiyatrosu ise 40’ıncı yılını kutluyor. Geçen hafta Uluslararası Sabancı Tiyatro Festivali’nde onur ödülüne değer görüldü, yarın ise bu yıl tiyatro dalında verilen Aydın Doğan Ödülü’nü alacak. Aynı zamanda ekonomik krizden “hayır gören” az kişiden biri. Çünkü muhteşem bir zamanlamayla “Marx’ın Dönüşü” adlı oyunu oynuyor.
Marx, Genco Erkal suretinde dönüyor dünyaya ve çöken ekonomiyi yorumluyor. Tabii “Ben size demiştim” ifadesiyle...
Söyleşiyi yaparken farklı bir fotoğraf çekmek istediğimizi söyledim. Ancak Genco Erkal fotoğraf sözcüğünü duyar duymaz huzursuz oluyor, sıkılıyor, “Hiç çekmesek” diyor... Baktı ki bizden kurtuluş yok, “farklı” bir poz arayışına katıldı. Sonunda tam 50 yıl önce, üstelik bugün de oynadığı sahnedeki ilk profesyonel oyunu olan “Çöl Faresi”nde giydiği kostümde karar kıldık: Bir frak!
Tabii Genco Erkal’ı sahnede çekmek Ercan Arslan’ı “kesmedi”, İstiklal Caddesi’ne çıktık. Genco beyin caddede frakla yürürken bana attığı “Senin yüzünden” bakışları hâlâ gözümün önünde. Ama her zamanki zarafeti, titizliği ve hoşgörüsüyle kırmadı bizi, gördüğünüz pozları verdi.
Tiyatroda 50’nci yılınız. Bugünkü Genco, 50 yıl önceki Genco ile karşılaşsa ne der?
“Oğlum senin işin çok zor! Daha başına gelecekleri bilmiyorsun” der. Ama bunları yaşamış olmaktan çok mutluyum. Bu salonda başlayan ve burada devam eden bu yaşamı hiçbir şeye değişmem. Bütün karşılaştığım zorluklar bana direnme gücü ve enerji verdi. İyi ki o zorluklar vardı! Şimdi en güzel yıllarım, daha gençliğimi yaşıyorum.
Bu 50 yıl da önce Sabancı, yarın akşam da Aydın Doğan Ödülü ile taçlandırılıyor.
Marx’ı oynayan bir oyuncuya, ülkenin iki büyük sermaye kuruluşunun ödül vermesi çok şaşırtıcı geliyor. Nasıl yorumlayabileceğimi bilemiyorum. Ülkemizde çok şey değişti. Demek ki demokrasi, hoşgörü gelişiyor sonucunu çıkarıyorum. Bir de bir para ödülü söz konusu... O da benim hiç alışık olmadığım bir durum. Bugüne kadar hep birtakım plaketler aldım.
Ne yapacaksınız o parayla?
Eğitime bağışlayacağım. Ülkemizin temel sorununun eğitim olduğunu düşünüyorum. Yaşadığımız her şeyi Köy Enstitüleri’nin kaldırılmasına bağlıyorum.
“Böyle giderse köçek olacak”
“Tiyatrocu olacağım” cümlesini kendi kendinize ilk ne zaman kurdunuz?
Ne zaman olduğunu bile hatırlamıyorum, o kadar doğal bir şeydi. Sonradan farkına vardım ki çocukluğumdan beri kendimi tiyatroyla ifade ediyorum. Kapalı, kolay iletişim kuramayan bir insandım. Hâlâ da öyleyim. Şimdi tabii çok ilerledim ama...
Başka birinin ağzından konuşmak işleri kolaylaştırıyor mu?
Olabilir. Çocukken kukla tiyatrosu yapıp evde büyüklere söyleyemediklerimi o yoldan söylüyordum. Çamlıca’da teyzemin bir evi vardı, yazın beni oraya yollarlardı. O evin yanındaki Kısıklı Aile Gazinosu’na hafta sonları ünlü tuluatçılar gelirdi: İsmail Dümbüllü, Şevki Şakrak... Benim için en büyük mutluluk onları seyretmekti ve oyunculuğumda büyük izleri vardır. Bana “Brecht’çi oyuncu” derler ya, “Brecht’çilik” oradan geliyor aslında. Sonra Muammer Karaca’yı çok izledim. Tiyatrodan dönünce akşam evde gösteri yapardım, sonunda babam “Bu çocuk tiyatroya gitmeyecek. Böyle giderse köçek olacak” dedi. Ondan sonra gizli gitmeye başladım. Hiçbir şey önleyemezdi tiyatroyla olan ilişkimi.
“Babam istemiyor sandım, onu annem yönlendirmiş meğer”
Otoriteyle ilişkiniz nasıl?
Kötü. İsyan duygusu uyandırıyor bende otorite. Karşı çıkmak istiyorum ama çıkamıyorum. Otoriteyle yüz yüze olduğumda kendimi ifade edemiyorum. Onu sonra ancak sanatsal bir biçimde ifade edebiliyorum. Otoriteye ve düzene karşı öfkemi hayattan çok tiyatroda ifade edebildim.
Neden?
Eğitim sistemiyle ilgili sanırım. Babam çok sert bir insandı, ondan kaynaklanıyor olabilir. Elini bile kaldırmadı ama çok sertti. Aynı zamanda da çok duyarlıydı; aşk romanları okur, klasik müzik dinlerdi. Birazcık da annem onu kullandı, “Aman baban duymasın”. Mesela babam karşı çıktı benim tiyatrocu olmama. Yıllar sonra öğrendim ki aslında annem onu yönlendirmiş.
Böyle parlak bir öğrenci neden kendini tiyatroyla “harcıyor”?
Neden karşı çıkıyordu babanız?
Liseyi bitirmek üzereydim, babam beni yanına çağırdı: “Artık 18 yaşını doldurdun, lise de bitiyor, gelecek için ne düşünüyorsun?” Lisede her yıl dört-beş prodüksiyonda oynuyordum, babam da biliyordu ama ses çıkarmıyordu. Ben de pat diye “Tiyatrocu olmak istiyorum” dedim. Babamın cevabı “Yok o olmaz bir defa” oldu, “Öyle bir kararın varsa bu evde olmaz”. Ben de o cesareti gösteremedim doğrusu. 18 yaşında, el bebek gül bebek büyümüş bir burjuva çocuğu... Öyle bir serüveni gözüm yemedi. İkinci tercihim psikolojiydi, onu “kabul edilebilir” buldu babam. Ben lisede çok parlak bir öğrenciydim, notlarım çok iyiydi. Doktor da olabilirdim, mühendis de... Onlar da herhalde böyle bir şey bekliyorlardı. Bu kadar parlak bir öğrenci neden kendini tiyatroyla “harcıyor” diye düşündü herhalde... Üniversitede de amatör olarak Genç Oyuncular ile çalıştım, karşı çıkmadı babam.
“Büyük dayımın gözünde hiçbir zaman adam olamadım”
Profesyonellikte dönüm noktası neydi?
Muhsin Ertuğrul haber yolladı bana; “Yıldız ve Müşfik Kenter İstanbul’a geliyor, ‘Çöl Faresi’ diye bir oyun yapacaklar, Genco da gelsin oynasın”. Babama dedim ki “Böyle bir teklif almak kolay değil, milli takım gibi de bir kadro var. İzin verirsen kendimi denemek istiyorum”. “Peki” dedi. Sonra da geldi hep izledi oyunlarımı... Ama bir büyük dayı vardı, yıllar sonra, ki ben artık “Bir Delinin Hatıra Defteri”ni, “Aslan Asker Şvayk”ı oynamışım, “Artık hevesini almışsındır” dedi bana, “Şimdi doğru dürüst bir meslek düşünüyor musun kendine?” Hiçbir zaman onun gözünde adam olamadım ben!
O gün evi terk edip tiyatro okumamaktan pişman oldunuz mu hiç?
Hayır. Tiyatro eğitimi alsaydım sadece oyuncu olurdum. Konservatuvara girdiğinizde size oyunculuk öğretiyorlar. Kendi içinizde dönüp duruyorsunuz. Özellikle bizdeki eğitim hep kendine dönük: Nasıl duruyorum, nasıl konuşuyorum... O zaman o öğrenci kendini tiyatronun merkezi olarak görüyor, tiyatro o değil ki... Oyuncu sadece bir unsur. Ama konservatuvardan gelen, özellikle de ödenekli tiyatroların oyuncularında bu benmerkezci bakış var. Kafa eğitimi eksik konservatuarda!
“Bir varmış bir yokmuş olmak istiyorum”
Vizyona giren “Pazar: Bir Ticaret Masalı”nda da oynuyorsunuz. Son filminiz “Camdan Kalp”ten bu yana 15 yıl geçmiş. Nasıl ikna etti sizi Ben Hopkins?
Yönetmenle tanışmaya filmi reddetmek üzere gittim, “Beni düşündüğünüz için teşekkür ederim ama yapamam” diyecektim. Proje, yönetmen konusu benim için çok zor. Yönetmen o kadar sıcaktı ki... Bu rol için düşündüğü insanın ben olduğumu, kabul etmezsem kolunun kanadının kırılacağını söyledi. Dedim ki, “Bu adama böyle bir kötülük yapamam”.
Tiyatrocular genelde kalıcı olabilmek için sinema yapmak ister. Siz niye kaçıyorsunuz?
Hep erteliyorum. Çok kötü bir huyum var. Anılarımı yazmak, Dostlar Tiyatrosu’nun tarihini yazmak da beni zorluyor.
Sanki sahneden indikten sonra görünmez olmak istermişsiniz gibi bir haliniz var.
Evet. Beni böyle ödül törenleri, televizyona çıkmak zorluyor. Ama mecburuz, tanıtım çağı. Ama “Eyvah resmimi çekecekler” diye korkuyorum. Sadece sahnede görüneyim, dışarıda görünmeyeyim. O akşam olsun bitsin. Marazi bir durum olduğunu kabul ediyorum ama tiyatroyu meslek seçen insanların pek normal olduklarını da söyleyemeyiz.
Sebebi ne?
Ben “Bir varmış bir yokmuş” olmak istiyorum.