Pazar "Çıplak kadın yazarlara öfke duyuyorum"

"Çıplak kadın yazarlara öfke duyuyorum"

03.06.2002 - 00:00 | Son Güncellenme:

"Çıplak kadın yazarlara öfke duyuyorum"

Çıplak kadın yazarlara öfke duyuyorum





Perihan Mağden bana hep uzun bir kahkaha gibi gelir. Perdeleri havalandıran... Ya da Günter Grass’ın "Teneke Trampet" romanında tiz sesiyle camları, çerçeveleri kıran Oskar’ın çığlığına. İster perdeler havalansın, ister cam çerçeve kırılsın, Perihan’ı okurken yeni ve çıplak bir şeylerle karşılaşırız.
"İki Genç Kızın Romanı"nda ise Perihan Mağden bir bisturiye dönüşmüş. Ruhların, toplumsal sınıfların ve iki genç kızın arasından onun Türkçesi cart diye kayarak derin bir yara açıyor. Bir ameliyat izi: Yeni Türkiye. Ameliyat sonrası komplikasyonlar yüzünden dikişleri atan, içinden cerahat sızan bir yer.
Romanını bitirdikten birkaç gün sonra elinde dosyasıyla bana gelişini hatırlıyorum. Deli gibiydi. Ertesi sabah "Nasıl buldun?" diye aradı. Korkunçtu ve şahaneydi.

Köşe yazarlığından roman yazarlığına dönüş kolay oldu mu?
Hayır. İlk başta müthiş bir güvensizlik içine girdim. Ama ilk dört ay. Dört-beş ay. Son bir ay, bir buçuk ayda rahatladım.

Neydi korkularınız?
Çok bugünün Türkiye’sine, alt, orta sınıflarına, benim "Yeni Şehirli Türkler" dediğim kesime dair bir kitap yazıyordum. Akmerkez, Çemberlitaş. Halbuki öteki kitaplarım zamansız, mekansız, neredeyse bilimkurgusal şeyler olduğu için, şöyle bir kaygı içindeydim: "Allah’ım, ben banal bir şey mi yapıyorum, Allah’ım ben doğru bir şey mi yapıyorum, Allah’ım ben iyi bir şey mi yapıyorum?" Üç kere romanı terk ettim. Kitabın yarısında birden "Bütün arkadaşlarım yalan söylüyor, beni ağırlamaya çalışıyor, ben gerçeği öğreneceğim" dedim. Bu durumda ne yapılır? Fatih Özgüven’e gittim.

Neden Fatih Özgüven?
Fatih dünyanın en acımasız eleştiren insanıdır. Çak diye çakar. Maçka Parkı’na gittik. Ben heyecanımı yatıştırmak için bir de küçük viski aldım. Ben çikolata yiyip viski içtim, Fatih okudu çimlerin üstünde. Ve "Hakikaten umduğumdan daha iyi" dedi. "Ben bunu yazamayacağını düşünmüştüm. Gece kadını olmuştun sen" dedi.

"Gece kadını" mı olmuştunuz sahiden? Ben bir kere Ajda’yı gidişimizi hatırlıyorum.
Haftada bir Safran’a (Beyoğlu’nda bir bar) giderdim. Onun için bu "gece kadınlığı". "Ay" dedi, "Ben çok korktum Safran insanı oldun diye." Yine acımasızlıktan geçiriyordu bana.

Güvensizliğiniz acaba köşe yazarlığı sonucu dilinizin bozulduğunu, ticarileştiğini düşünmenizden mi kaynaklanıyordu?
Hayır. Tam tersine köşecilik benim dilimi kıvraklaştırdı ve yalınlaştırdı. Beni asıl köşe yazarlığıyla gelen ruhum, iktidar duygum korkutuyordu. Çünkü kitabım iktidarsızlık üstüne. O iktidar duygusundan sıyrılmak, kendimi bir hiç olarak, kaybetmişlerin en kaybetmişi, en yalnızı, en zavallısı olarak hissetmek zor olacaktı. Ama hissettim yani.

Köşenizde en baba kitabınkinden daha çok okura ulaşıyordunuz. Niye ille de roman yazmak istediniz? Estetik ihtiyacınızı köşenizde karşılayamaz mıydınız?
Bu kendime verilmiş bir söz gibiydi. Arkadaşlarım da "Ne zaman kitap, ne zaman kitap?" diyorlardı. Kendime ve üç-beş kişiye verilmiş bir sözdü. Ama en çok da anneme. Ben ne yazdıysam annem için yazdım.

Bütün bu başarılar annenize kendinizi sevdirme gayretinden mi kaynaklanıyor yani?
Annemin beklentilerini karşılamak için, bana çaktırmadan bir şeyler bekliyormuş demek ki. Ece Ayhan dalga geçerek anlatıyor "Sana nasıl azarlayarak 9-10 yaşında Dostoyevski okuturdu" diye. Sonuç olarak ben bu kadının, yani annemin bir projesiyim.

Fakat şimdi anneniz yok.
Ama artık ben bir Japon gibi yapılmışım. Çatılmışım yani. Çatıp gitmiş kadın.

Ya siz de kızınızı bir proje yaptıysanız?
Hayır. Hiçbir şeyde normal olamasam da, annelikte en normal, en "cool" anneyim. Eşime, dostuma sorabilirsiniz.

Ama işte annenizin projesi de pek kötü bir şey olmamış: Perihan Mağden.
Siz onu gidin bir de o proje çocuklara sorun. Ben Perihan Mağden mi olmak isterdim, mutlu banka müdürü mü? Bunun cevabı o kadar kesin değil.

Peki, köşe yazarlığını özlemediniz mi?
Evden muhallebiciye inerken ben zaten her gün kafamda bir köşe yazıyordum. Maaş kesilmiş ama ben kafamdan o köşeyi hâlâ yazıyorum. Zavallı Elçin’e, Fulya’ya telefonda kin ve nefretle düşüncelerimi açıklıyordum.

Gazetecilik romanınızın içeriğini etkiledi mi?
Gazetede yazmak sadece romanımı değil, benim kendi içimi de Türkiye ile doldurdu. Kitabımda damardan Türkiye’yi, televizyonda seyrettiğimiz, alt, orta sınıfların borusunun öttüğü bir Türkiye’yi dehşet içinde yazdım.

"Televizyonda seyrettiğimiz Türkiye" diyorsunuz. Televizyondaki Türkiye montaj masasında yapılmış bir Türkiye değil mi?
Ama ben Beşiktaş’ta yaşıyorum. Ulus’ta bir sitede yaşamıyorum. Çoğu köşe yazarı burada Macaristan’ın varoşunda yaşıyor gibi. O güzel filan zannettikleri siteler çirkin çirkin şeyler. Onlar Türkiye’de yaşamıyorlar ki. Ben minibüse, otobüse biniyorum. Ben ciddi olarak bir hayat sürdürüyorum. Onlar hayatsız. Ben İstanbullu bir ev kadını olarak fıldır fıldır sokaklardayım.

Siz bir kadınlar grubunun kavgacı lideri misiniz? O Elçinler, Fulyalar falan...
Bana da üç kişilik grubu çok görmesinler. Benim kadar bir nevi peşinden koşulan bir insanın grubunun sayısını bu kadarda tutması bir irade gösterisi değil mi?

Şimdi yazılarınızda adı geçen arkadaşlarınızı sayalım. Elçin (Yahşi)...
Fulya...

Çağla...
Çağla yok. (Gülüyor)

Bir de Ali’yi (Tükel) biliyoruz.
O da yok. (Yine hınzırca gülüyor).

Bir Elçin’le Fulya mı kaldı yani?
Serhan, Nazan. Bir de Altan eklendi şimdi.

Safran’ın sahibi Aslı Altan değil mi?
Evet.

Altan, Ayşe Arman’ın da "Altan Baba"sı değil mi? İkinizin "modern ikonası".
Altan Baba lafını ben buldum be, Ayşe Arman değil.

Ama Ayşe Arman da çok yazıyor onu.
Ayşe Arman’ın Altan’ı ile benim Altan’ım aynı insan değil. (Yine hınzırca gülüyor).

İnce bir ayrım. Peki, Safran siz kadın gazeteciler için ne ifade ediyor?
Arkadaşımın kahvesi. Arkadaşımın evine gidip azmışım gibi hissediyorum.

Aslı Altan, Beyaz Türklere Orhan Gencebay dinleterek meşhur oldu. Orhan Baba’nın oğlunun adı da Altan değil mi?
Çok enteresan. Ben de size bir şey söyleyeceğim. Benim kuşağımdan başka Perihan tanıyor musunuz? Biraz büyük olsa da Perihan Savaş değil mi?

Evet.
Benim kızımın adı Melek. Perihan Savaş’ın kızının adı ne?

Melek.
Orhan Pamuk’un "Cevdet Bey ve Oğulları" romanındaki Perihan’ın kızının adı?

Melek.
Çok tuhaf değil mi? Ama isimlerle zaten fal bakılabiliyor. Bir çeşit astroloji onlar da. Kaderimizi belirliyor isimler.

İki kadının ilişkisi artık sinemada da çok kullanılan bir motif değil mi? "Thelma ve Louise", "Seremoni", "Düz Beni"; bu filmler şiddet kullanan kadın çiftleri anlatıyordu. İki kadının ilişkisi sizin için ne ifade ediyor?
Kadınlar ırk, cins olarak sözel yaratıklar, erkekler değil. Ve sözel iki insanın, ışın kılıçlarını eşit süratte kullanan iki insanın düellosunu mu izlemek istersiniz, dilbaz birinin bir salak ile karşılaşmasını mı?

Erkeklere "salak" mı diyorsunuz?
"Kimse bana laf etmesin, penisime laf etmesin"; bu kaygılar içinde kavrula kavrula küçücük kalmış erkekler. Meyve kurusu gibi ruhları. Erkeklerin toplum, kapitalizm tarafından nasıl iğdiş edildiğini seyrediyoruz. Erkeklerin ciddi bir yalakalık sorunu oluyor. Erkeklik çok kelek bir şey. Bu yüzden herhalde kadınlara yöneliyor modern sanat.

Bir de kadın-erkek ilişkisinde seks bütün hikayeyi kaplıyor, iç ediyor değil mi?
Evet, seksten başka bir şeye yer kalmıyor o zaman. Halbuki "sexfree" yani seksten özgür ortamlarda kahramanlar hayatla baş başa kalıyor. Bu çok daha güzel, değil mi?

Aynı dönemde çıkan iki romanda da, Murathan Mungan’ın "Yüksek Topuklar"ında da, sizinkinde de Akmerkez anlatılıyor. Perihan Mağden’in Akmerkez’i nasıl bir yer?
Benim romanımda Akmerkez öfke ve nefret sembolü, mabedi değil mi? Benim romanımda müthiş bir sınıf kini yok mu? Akmerkez bence Türkiye’de fazlasıyla olması gereken ama bir türlü olamayan sınıflararası çatışmanın en ciddi, kristal, pırlanta örneği gibi. Yani ben Akmerkez’i ağzımın suyu akarak ya da orada olmaktan mutlu olan bir yeni şehirli Türk coşkusuyla anlatmadım.

Üç erkek, üç de kadın yazarın yeni çıkan kitaplarını okudum. Erkekler: Ahmet Altan, Orhan Pamuk, Murathan Mungan. Kadınlar: Latife Tekin, Tomris Uyar ve siz. Kadınların kitaplarında dil bir amaç, erkeklerin kitaplarında ise olayları anlatmada bir araç. Nedir bu iki grup yazar arasındaki fark?
Erkek yazarların kitapları birer proje. Şöyle yola çıkıyorlar: "Abi, ne yaparsam satar?" "Bu zamanda gereken nedir?" "Şimdi ben bakayım, ne istiyor bu insanlar?" Ben buna şey diyorum, "Mühendis yazarlar ve projeleri". Peki, yazar nerede? Yazar kim? Yazarın hayatla ilgili problemi ne? Göremiyorum ben bunu. Damardan yazanlar kadınlar.

Hanecke’nin "Piyanist" filmindeki gibi pek göstermeden müthiş bir şiddet hissetiriliyor okura kitabınızda...
Çok enteresan bir şey söylüyorsunuz, Hanecke benim son 10 yılda en sevdiğim yönetmen. Ahmet Salih köşesinde bunu çok güzel anlattı: Kitabımdaki şiddet şefkat uyandırıyor ve kendini affettiriyor.

Çocuk yaşta iki genç kızla ilgili bir şiddet romanı yazıyorsunuz. Ve siz de bir kız çocuk büyütüyorsunuz. Kızınız ne yazdığınızı sorsa ne yaparsınız?
Asla okutmam. Hatta Mehmet Yılmaz’la telefonda konuştuk. "Size getireceğim kitabı ama dikkat edin, Yasemin okumasın" dedim. Mehmet Yılmaz’ın kızı da bildiğim kadarıyla 12-13 yaşında. Bu kitabı 16 yaşından küçüklerin okuması sakıncalıdır.

Roman yazmak için çekildiğiniz inzivadan Meral Tamer’in evindeki bir partiye katılmak için çıktınız. Neydi bu partinin esbabı mucibesi?
Bu partiye ben minnet duygusuyla gittim. Çünkü ben "Çağrılmayan Yakup" gibiyimdir. Kimse beni partisine, düğününe, evine çağırmaz. Birisi çağırdığında minnetten ağlayarak gidiyorum. Bu davetin amacı Tuğrul Eryılmaz’ın "kültür baronluğunu" yani Milliyet Kültür ve Sanat’ın çıkışını kutlamaktı. Aynı dönemde romanını yazan Murathan da gelmişti. Murathan gecenin sonunda çok sessizleşti. "Ne oldu Murathan?" dedim. "Yoruldum insanlardan" dedi. Aslında benden yorulmuştu. Ben o gece çok hiper’dım. Haftalarca evden çıkmamıştım. Oramdan buramdan ışık, enerji, şaka, teori saçıyordum. Yordum onları.

Ya, siz kendi gündelik hayatını da anlatan "sivil kadın köşe yazarı" diyebileceğimiz tür bir yazarsınız. Ama sizin yazılarınıza erkeklerle ilişkileriniz, duygusal ya da cinsel hayatınız asla girmiyor. Neden bundan kaçınıyorsunuz?
Sizin "sivil kadın köşe yazarı" dediğiniz yazarlar "sivil çıplak kadın köşe yazarları". Onlar sadece aşk ve seks hayatları üzerine kurmuşlar köşelerini. Onların yazılarını okurken hem hicap hem kızgınlık duyuyorum. Üstelik ben o kırmızı kazak giymeden büyümüş devrimci kuşaktanım. Bizim çok ağır ahlaki kaygılarımız olmuştur. Aşk ve meşk şeylerimi kimse öğrenemeyecek bu yüzden.

Serdar Turgut’un özetle sizin hem köşe yazarlığının nimetlerinden yararlanıp hem de köşe yazarlığını aşağıladığınıza ilişkin eleştirisine ne diyeceksiniz?
Ben yazıya yazıyla cevap verileceğini düşündüğüm için bir yazı yazdım. İsterseniz onu vereyim size.

Okuyabilir miyim?
Tabii.

"Müşteri Hakları Savunucusu Zata Dair:
Meğer kutsal köşe yazarları loncasının gardıroptaki sözcüsü bu beymiş.
Kendisi köşesinde işinden ve hayatından ne kadar müşteki olduğunu ağlaya ağlaya bir haller olmuştu. Oldu yani. Yıllarca okuduk durduk.
Biz onu Manhattan sokaklarında pizza yiyip, şarap içip, hayalindeki kitabı yazmak için yanıp tutuşur sanırken, öyle bir misyonu varmış. Şerefime pattadanak çıkarıverdi: Köşeyazarlığının saygınlığını koruma kollama / yaptığı işe tapınma / müşteri velinimetimizdir / kahrolsun nankör kediler / ciğerimi yediler numaraları.
Sözünü döndüre döndüre ettiği kavim / kabile / masonlar dayanışmasından nasiplenmek bana hiç kısmet olmadı. Mehmet Yılmaz yazı kitabımı okuduğunun ertesi günü köşe yazarı yaptı beni. Onu bunu tetikleyerek oralara "yükselmedim" yani.
Ama ilişkiler kıyağından dere tepe nasiplenen bir köşecinin bu konularda bayram değil ama seyran cellalenmesi tam bir komedi. Yazı da komikti ama eğlendirici değil, acıklıydı.
Yeni Dünya’dan teleskobunu doğru yöne çevirirse belki Türkiye’yi bir nebze daha iyi görüp anlayabilir. Yazılarında üstümüze üstümüze gelen ırkçılığını az biraz denetim altına alabilir.
Köşeciliğin MHP ağzını yaptı aslında: "Ya sev, ya terk et." Valla Türkiye için de öyle, köşecilik için de: Ne seveceğim ne terk edeceğim.
Sıradan faşistler delirse de, bu benim en tabii hakkım.

Ne zaman köşe yazarlığına döneceksiniz? Ve nerede? Radikal eski gazeteniz, Milliyet’in genel yayın yönetmeni Mehmet Yılmaz sizi köşe yazarı yapan kişi.
Evet, ben köşe yazarı olarak Mehmet Yılmaz’ın projesiyim. Ama Radikal okuruyla da bağlarım çok sıkı.

Nerede başlayacaksınız peki?
Cevap olarak Perihan Mağden sadece güler.