Pazar Denizciliğin bilançosunu çıkarmak şart

Denizciliğin bilançosunu çıkarmak şart

26.10.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

İtiraf edelim: Denizcilik tarihimizle uğraşanların sayısı az ve malzemenin çoğu değerlendirilmemiş durumda. Oysa Türkiye denizlere açıldı ve tersanelerimizdeki üretim son zamanlardaki tatsızlıklara rağmen denizcilik piyasasını hayran bırakan ürünler çıkarıyor

Denizciliğin bilançosunu çıkarmak şart

Türklerin Anadolu’ya gelişi ve Küçük Asya’yı Türkleştirmeleri tamamen tarihi çağlara ait bir olgudur ve mesela Avrupa üzerine düşen Germen kavimlerin hücumu ve Roma’yı yıkmasına göre de oldukça yakın zamanlarda meydana gelmiştir.
Türk kavminin coğrafya itibarıyla da önceden denizciliği tanımadığı açıktır. Bütün tetkikler Türk denizciliğinin 1000 yılı kapsamaktan henüz çok uzak olduğunu gösteriyor. Genelde denizcilik uzun bir zaman içinde gelişir ve denizcilikleri ile tanınan kavimlerin bu mesleğe ne zaman başladıklarını tarihi bakımdan tespit etmek pek mümkün değildir.
Oysa bu geç girilen alanda Türklerin zaman zaman atılım gösterdiği de bir gerçektir. Küçük Asya Türklerinin bilinen ilk amirali Çaka Bey’dir. Ondan birkaç asır sonra Akdeniz’in cihanşümul denizcilik tarihi içinde ismi geçen amiraller Barbaros Hayrettin, Oruç Reis, Turgut Reis, Uluç Ali Reis’tir. Üç asrın içinde Türklerin Akdeniz’deki denizciliğin dengesini değiştirdikleri görülür.
Hiç şüphesiz Piri Reis gibi haritacılığı ile tanınan; 16’ncı asırda Hint Okyanusu’na çıkan kaptanların içinde Seydi Ali Reis gibileri de bilinir. Bunların bazıları kişilikleri halen tartışılanlardandır. Mesela geçen hafta İstanbul, Harbiye’de toplanan denizcilik seminerinde yerli ve yabancı deniz tarihçileri 16’ncı asrın ünlü kaptanlarından Sefer Reis hakkında çok farklı, adeta zıt şeyler söylediler ve hemen anlaşıldı ki yabancılar, mesela Portekiz belgelerine çok dayanıp Türk kaynaklarını tanımıyor ama asıl önemlisi Türk meslektaşlarının yazdıklarını da pek dikkate almamışlar.

Büyük Petro’nun hayali
Osmanlı donanmasının teknolojik atılım yapması ve nasıl yaptığı Osmanlı tarihçiliğinin özgün bir sorunudur. Başlangıçta kürekçilere dayanan donanma 16’ncı asırda yelkenliye geçmiştir. Ama şurası bir gerçek; yelken teknolojisinin gerektirdiği eğitim, yani teknik gelişmeler ve kadroların tam anlamıyla kurulamadığı hep söyleniyor. Yelkencilikte yeterince ehliyet tesisi edemeyen bir donanma 18’inci asırda buhar teknolojisine geçiyor. Bu teknik değişimi bu donanma nasıl başardı? Bugün ise Türk denizciliği özgün gemiler inşa etme safhasına adım attı.
15-16’ncı yüzyıllarda bizim tersaneler kurmamızın ve gemi inşaat teknolojisini geliştirmemizin sebebi, Venedik ve Cenova ile karşı karşıya gelmemizdi. Onların teknolojisini benimseyen İspanya’yla 16’ncı yüzyılda Kuzey Afrika’da savaşma durumuna geldik. Denizcilik ticari amaçlarla gelişir ama savaşçı bir donanma kurup geliştirmek, ancak komşudaki güçlü devletlerle rekabet sayesinde mümkün olur.
İtalyan denizci devletlerin dışında, Türk imparatorluğunun komşusu olan üç imparatorluğun durumunu ele alalım. Avusturya İmparatorluğu Karlofça barışından sonra bugünkü Macaristan’ı, Sırbistan’ı ve Romanya’nın bir kısmını, Çekya ve Slovakya’yı içeriyor ve Adriyatik’e inmiş. Avusturya denizciliğinin büyük atılımlar yaptığını söylemek kolay değildir, hatta Birinci Büyük Savaş’ın arifesinde veliaht Arşidük Franz Joseph ile amcası İmparator Franz Ferdinand arasındaki gerilim konularından birinin, kuvvetli bir donanmanın inşası meselesi olduğu bellidir.
Rusya İmparatorluğu’na gelince, Büyük Petro’nun hayali denizlerdi. Hatta Hollanda’da gemi inşa işçiliği öğrendi ve kalfa diploması aldı. Buna rağmen Karadeniz ve Baltık’ta 18’inci asır boyunca didinen Rusya’nın gemicilik alanında büyük atılımlar yapamadığı, Amiral Uşakov dışında önemli amiraller yetiştiremediği, 18’inci yüzyıl sonunda dahi donanmada yabancı uzman komutanların olduğu malumdur.
Çeşme ve Sinop vakaları Rus donanmasının o sırada çağdışı kalan Osmanlı donanması üzerindeki baskına dayanan zaferleridir. Ama 20’nci yüzyıl başında Rusya donanmasının iflas ettiği Rus-Japon Savaşı’nda anlaşıldı. Komşumuz İran’ın denizcilik tarihi üzerinde durmuyoruz.

Donizetti’nin marşları
Kuzey Afrika’yı ele geçirene kadar imparatorluğunun kontrolünde denizciliğe ihtiyaç duymayan Osmanlı devletinin ancak Rodos’un fethi (1522), Mısır, Trablusgarb denen Libya, Tunus ve Cezayir’den sonra bu alana yüklendiği anlaşılıyor. Bizim denizcilik tarihi uzmanımız İdris Bostan hocaya göre Barbaros Hayreddin Paşa’nın koca gövdeli Portekiz kalyonlarına karşı kendi hafif ve hareketli gemi teknolojisinde ısrar etmesi ve bu politikanın kendinden sonra da izlenmesi bazı zaruri sebeplere dayanıyordu. Bu, okyanuslara açılma ve o tip teknolojiyi benimseme konusunda bizi geciktirdi.
20-23 Ekim günleri toplanan ve Deniz Kuvvetleri’nin üniversite ile müştereken tertiplediği Türk Deniz Gücü Tarihi seminerinde bir de hoş konser vardı. Giuseppe Donizetti Paşa’dan Halit Recep Arman’a kadar yerli ve yabancı bestecilerimizin donanma marşları dinlendi. Hoş bir konserdi ve üç gün boyu Deniz Kuvvetlerimizin tarihi üzerinde durduk.
Bir şeyi itiraf etmek lazım; denizcilik tarihimizle uğraşanların sayısı az ve malzemenin çoğu değerlendirilmemiş durumda. Oysa Türkiye denizlere açıldı ve tersanelerimizdeki üretim son zamanlardaki tatsızlıklara rağmen denizcilik piyasasını hayran bırakan ürünler çıkarıyor. Bilançomuzu çıkarmadan geleceği inşa etmek zor.

Yazarlar