Pazar Dışişleri’nin verdiği madalyalar

Dışişleri’nin verdiği madalyalar

10.06.2001 - 00:00 | Son Güncellenme:

Geçenlerde, Ermeniler’in şehit ettiği diplomatlarımızın yakınlarına ‘övünç madalyası’ verildi. Girişim doğru ancak bir Türkçe hatası yaptık. "Şükran madalyası" yerine "övünç madalyası" veriyoruz

Dışişleri’nin verdiği madalyalar

Dışişleri’nin verdiği madalyalar

Geçenlerde, Ermeniler’in şehit ettiği diplomatlarımızın yakınlarına ‘övünç madalyası’ verildi. Girişim doğru ancak bir Türkçe hatası yaptık. "Şükran madalyası" yerine "övünç madalyası" veriyoruz

Geçtiğimiz ay 15 Mayıs’ta İsrail Büyükelçisi’nin de bulunduğu bir törenle üç emekli diplomatımıza; sayın Büyükelçi Namık Yolga, Büyükelçi Necdet Kent ve Başkonsolos Selahattin Ülkümen’e, Dışişleri Bakanlığı Üstün Hizmet Plaketi verildi. Bunlara Türk Schindler’ler diyorlarmış. Tören basınımızda pek yer almadı. İsrail Büyükelçisi Uri Barner; "Türk pasaportları olsa benim ailemdekiler de kurtulurdu" dedi. Bu plaketleri veriş nedenimiz üç diplomatın İkinci Cihan Savaşı’nda (üçü de o zaman konsolostu) Naziler’in toplu cinayetlerine karşı, hizmet gördükleri ülkelerde bulunan Musevi vatandaşlarımızı himaye etmeleri; onlar için Türk pasaportları tanzim etmeleri veya uzatmaları ve kendilerini yük vagonlarıyla toplama ve fırın kamplarına sevk edilmekten kurtarmaktır. Kurtardıklarının sayıları Schindler listesindeki kadar çok olmayacaktır; ama o zaman medeni (!) Batı dünyası Naziler’in cinayetlerine karşı bugünkü gibi gösterişli, gürültülü karşı çıkışlarda bulunmuyordu. İsviçre’nin yahudi altınları ve servetini yutmak babında Almanlar’la işbirliği yaptığı bugün daha iyi anlaşıldı. Irkçılığa karşı bir yığın faaliyetin başını çeken ve şimdi de holocaust-yahudi soykırımı kongreleri toplayan ve "bu işin eğitimi lazım" diye bağıran İsveç; o zaman hiç de öyle değildi, hatta Naziler’e karşı hayırhah davranan bir tarafsız ülkeydi. Batılı ülkelerin diplomatları da büyük çoğunlukla yahudilere yardım etmiyor, bu gibi işlere karışmıyorlardı. Rodos’taki Türkiye Konsolosu Selahattin Ülkümen’in direnişi unutulamaz. Türk uyruklu (ve hatta öyle olmayıp, pasaport verdiği) yahudileri adadaki işgalci Almanlar’a vermedi. Alman yetkilileri istediklerini elde edemeyince kinlendiler ve konsolosun evi ilk hava hücumunda bombalandı, kim vurduya getirmek istiyorlardı. Konsolosumuzun hamile eşi ağır yaralandı ve doğum yaptıktan kısa bir süre sonra öldü. Ülkümen, bedeli ağır bir insani yardım yapmıştı. İsrail, 1990 yılında Yad Vaşem’de (Kudüs’te soykırımı anma mahalli) kendisine en büyük ödülü verdi; (Uluslararası Dürüst Madalyası) beynelmilel alanda İsveçli Wallenberg (Budapeşte’deki yahudileri kırımdan kurtarmaya çalışan ünlü diplomat) gibi anılıyor, hatta siyonist kongrelerde ve soykırım toplantılarında giriş hollerindeki sergilerde resmi baş köşeye asılıyor.
Türkiye, Ülkümen gibi altın kalplilerini uzun zaman tanımadı ve tanıtmadı. Şimdi Ermeni sorunu çıkınca işin üstüne eğiliyor ve geç taltif işlemini uyguluyoruz. Geçen haftalarda Ermeniler’in şehit ettikleri diplomatlarımızın, bu arada Madrid’deki büyükelçimiz merhum Kuneralp’in şehit edilen eşi Necla Kuneralp’in yakınlarına da "övünç madalyası" verildi. Girişim doğru ve takdire şayan; ancak gene bir Türkçe hatası yaptık. "Şükran madalyası" yerine "övünç madalyası" veriyoruz. Duyduğuma göre Sinan Kuneralp; "Annem öldürüldüğü için övünç madalyası mı taşıyacağım?" demiş. Çok hassas ve yaralı konularda; dil ve üsluba aşırı derecede dikkat gerekiyor. Bu gibi madalyalar "şükran" adını taşır. Yurt için hayatını kaybedenlere karşı duyduğumuz şükranı ifade, her şeyden önemlidir.
***
Not: Kültür Bakanı’mız İstemihan
Talay "müzelere öğrenci gruplarının kabulü"ne ilişkin yazım üzerine lütfedip beni aradı. Ekim-mart ayları arasındaki grup yasağının sadece Topkapı ve Ayasofya müzeleri için geçerli olduğunu fakat öğretmen-öğretim üyesi (emekliler de) ve öğrencilerin birey olarak buraları serbestçe gezebileceğini söylediler. Bunu ben de bildirmeyi bir görev sayıyorum. Bu gibi önemli müzelerimizde ayrıca 7-12 ve 18-20 yaş arası gençlik gruplarına seminerler ve özel konferanslar verilmesi lazım; büyük başkentlerdeki ünlü müzelerde, Rusya’da da Tretyakov Galeri, Puşkin Müzesi, Ermitaj gibi ünlü kültür-sanat kurumlarında gençler ve halk için mükemmel seminerler ve rehberli geziler tertiplenir. Bizde de bu uygulama kaçınılmazdır, okulların öğretmenlerinden böyle bir hizmeti bekleyemeyiz. Müze uzmanlarının sayıları yetersizse, onlar tarafından yetiştirilen rehberler bu görevi yapmalıdır.




PAZAR