Pazar "Doğu insanı mutlu ediyor ama şehirleri çok çirkin"

"Doğu insanı mutlu ediyor ama şehirleri çok çirkin"

15.05.2006 - 00:00 | Son Güncellenme:

Nişanyan çiftinin yeni bir gezi rehberi oldu: "Ankara'nın Doğusundaki Türkiye". "Gittiğimiz bazı yerlerde, 'Niye geldin kardeşim, hazine mi arıyorsun?' diye soranlar oldu" diyen Sevan Nişanyan: "Doğa güzelliği olarak Hakkari'nin bir benzeri yok. Baharda Oramar Vadisi kadar güzel bir yer düşünemiyorum"

Doğu insanı mutlu ediyor ama şehirleri çok çirkin

axpaz011.jpg Gerçek bir gezgin için doğu, tartışmasız bir şekilde Türkiye'nin en ilginç kısmı" diyen Sevan Nişanyan, eşi Müjde Nişanyan ile hazırladığı son gezi rehberinde okuyucuyu doğuyu keşfetmeye davet ediyor. Birbirinden başarılı hatta kimi -sözgelimi "Küçük Oteller Kitabı"- artık fenomen haline gelmiş gezi kitaplarına imza atan Nişanyan çifti bu kez doğuya yöneliyorlar. Ve ortaya "Ankara'nın Doğusundaki Türkiye" isimli dolu dolu bir gezi rehberi çıkıyor. Sadece turistik bilgi veren bir rehber olmanın dışına çıkan kitap, tarihi bilgileri, o yöreye özgü saptamaları, önerileri, bölgenin sosyal ve etnik oluşumlarını da aktarıyor okuyucusuna. Yani görünenin ardındakini de sunmayı amaçlıyor. Fotoğraflarla desteklenen kitap aynı zamanda siyasi bir duruşa da sahip. Sevan Nişanyan ile Boyut Yayın Grubu'ndan çıkan ve "Bugüne kadar yaptığımız en güzel gezi kitabı" diye tanımladığı "Ankara'nın Doğusundaki Türkiye'yi" ve doğuyu konuştuk... Doğu, batıyla kıyaslanmayacak derecede daha ilginç, keşfedilmeye açık ve bakir. Bu proje "Karadeniz" kitabımız çıktıktan hemen sonra devreye girecekti. Fakat araya başka şeyler girdi. Beş senedir üzerinde düşünülen ve çalışılan bir proje olduğu için gitgide derinleşme ve bambaşka boyutlar kazanma imkanı buldu. Sanırım gezi alanında bugüne kadar yaptığımız kitapların en güzeli oldu. Bu kez Ankara'nın doğusuna yöneliyorsunuz... Birçok yönüyle kafa karıştıran bir yer doğu. Çünkü bildiğinizi zannettiğiniz tarihi veya sosyal şablonlara uymaz. Önce sosyolojik açıdan konuşacak olursak, Kürt gerçeğiyle karşılaşırsınız. Bunu öğrenme ve sindirme sürecinden geçersiniz. Sonra olayın o kadar da basit olmadığını kavramaya başlarsınız. Bu sefer oranın karmaşık etnik yapısıyla ve bunun olayları kavramak için ne kadar önemli olduğu gerçeğiyle karşı karşıya gelirsiniz. İnanılmaz derecede çok tarihi eser bulunan bir bölge. Ve bu tarihi eserleri algılayabilmek için hakkında bir şeyler bilmek lazım. Dolayısıyla yapbozun parçalarını bir araya koyup bölgenin tarihini algılama süreci başlı başına bir keşif. Az çok Türk tarihini ve biraz da Ermeni tarihini biliyorum. İkisinin de resmi ve gayri resmi versiyonu arasında uçurumlar var. Resmi tarih hastalığından mustarip olan tek millet Türkler değil. Ciddi bir keşif süreciydi doğunun kitabını yazmak. Siz tüm bu gezileriniz sonrasında doğuyu nasıl tanımladınız? "Doğuda içtenlik var" Doğu üzerine bir şey yazmaya başladığın zaman Türkiye Cumhuriyeti'nin temel iki tabusuyla yüz yüze gelmek zorundasınız. Birincisi Kürt, ikincisi Ermeni tabusu. Bu iki kara deliği yok sayarak da bir şeyler yazabilirsiniz. Ama moron bir kitap olur. Bunun örnekleri de var. Doğuda görülmeye değer tarihi eserler var. Bunları yapanlar resmi tarihimizde var olmayan birtakım devletler, krallıklar. Onlardan söz etmek zorundasınız. Ayrıca burada yaşayan insanlar ders kitaplarında anlatılan Türklere benzemiyor, başka bir dili konuşuyor, başka bir tarihe, kökene sahip. İnsanlarla diyaloğunuz olacaksa bunu tanımak durumundasınız. Bunlarla yüzleşmeye başladığınız anda ister istemez bölge hakkında yazacağınız bir kitap siyasi olmak zorunda. "Ankara'nın Doğusundaki Türkiye" kafası çalışan, gözü gören ve kalbi atan bir insan için yazılmış bir gezi kitabıdır. Böyle olunca da ister istemez içine tarih ve siyasi bir boyut da girmek zorunda. Kafası ve gözü çalışan bir insan oraya gittiği zaman ne görür, gördüğünü anlamak için hangi bilgilere ihtiyaç duyar, neler düşünür, gördüklerini nasıl yorumlar gibi sorularla muhatap olan bir kitap. Bu bir gezi rehberi ama tarihi bilgilere de yer veriyorsunuz. Öte yandan politik bir söyleme de sahip. Kesinlikle. Bir kere insanları daha güzel. İçtenlik dediğin bir şey vardır. Doğu o açıdan insanı daha mutlu eden bir memleket. Fakat şehirleri çok çirkin. Ama şehirlerin dışına çıktığınızda hâlâ 20'nci, 21'inci yüzyılın pisliğine çok fazla bulaşmamış yerlerle karşılaşıyorsunuz. Batı ile ilgili de gezi rehberleriniz var. Doğu daha mı güzel? Harran'ın ve Midyat'ın köyleri, Soğmatar... Doğa güzelliği olarak Türkiye'de Hakkari'nin benzeri yok. Kars'ta çok çarpıcı iki yer keşfettik: Çengilli Köyü'ndeki büyük kilise ve Mren Kilisesi. Ani'nin çevresindeki köylerin en azından beşinde, altısında katedral boyutunda kiliseler var. Allah'ın bir kulunun uğramadığı yerler... Jandarma hayretlere düşüyor, "Niye geldin kardeşim, hazine mi arıyorsun?" diyor. Doğuda gezmenin en büyük baş belası da bu. Sizce en güzel yerler nerelerdi? "Yabancıya hasretler" Üç-beş kilometrede bir jandarma durdurur, hüviyet kontrolünden geçersiniz. Mesela Gevaş'ın bir köyünde tarihi bir kasabayı sorduk. Derhal bizi tutukladılar, korucularmış. Komutana götürdüler bizi. Epeyce sorguya çekildik. Ama baktı zararsızız, açtı bir perdeyi ve hizmete özel bölge haritasını çıkardı. "Aradığınız yer burası. Şuraya gitmenizde de fayda var" dedi. İlla yemeğe kalmamızı istedi, oturduk yemekler yedik. Sonra yola çıktık. Bir sonraki kavşakta gene durdurdular. Jandarma "Komutanım sizi görmek istiyor" dedi. Meğer bizim birinci komutan bir sonraki karakolun komutanına aramış: "Çok enteresan adamlar geliyor, sen de çağır bir kahve için beraber" demiş. Başka zorluklar neler? Gözünüz, kulağınız ve kalbiniz açık gittikten sonra dünyanın en zevkli, en kolay ve risksiz bölgesi. Önyargısız gideceksiniz. Dışarıdan gelen birine o kadar hasretler ki sizi bağırlarına basıyorlar. Sadece yerli halktan söz etmiyorum. Güvenlik kuvvetleriyle için de aynı şey geçerli. Düşündüğümüz kadar zor değilmiş o zaman doğuda yolculuk... "İnsan niye Malatya'ya gitmek ister ki?" Kitabı Ankara'dan geçen meridyenin doğusu diye tanımladık. Burada hem ilginç hem de bana hiç ilginç gelmeyen yerler var. Malatya mesela. İnsan neden Malatya'ya gitmek isteyebilir konusunda bir fikir edinemedim. Dolayısıyla Malatya yok kitapta. Yanılıyor da olabilirim gerçi. Özellikle son seferlerimizde sistemli olarak gezdik. Kars'ın, Van'ın gitmediğimiz yeri hemen hemen kalmadı. Tunceli'yi tekrar hatırlama fırsatı bulduk. Hakkari'de "Aman gitmeyin, deli misiniz, öldürürler sizi" dedikleri her yere gittik. Mesela Oramar Vadisi son 15 senedir asker dışında kimsenin girmediği bir yer. Ve ben özellikle de bahar aylarında Oramar Vadisi kadar güzel bir yer düşünemiyorum Türkiye'de. Kitabı hazırlarken nasıl bir yol izlediniz? Bölgeleri nasıl belirlediniz?

Yazarlar