Pazar Ezilen insanın anlatıcısı

Ezilen insanın anlatıcısı

11.04.2004 - 00:00 | Son Güncellenme:

Muzaffer Buyrukçu'nun "İpek Pijamalı Katiller"i ipe sapa gelmez aşk romanlarından, "günün modası kitaplar"dan sıkılanların zevkle okuyacağı bir eser

Ezilen insanın anlatıcısı





Yaklaşık 40 yıl oluyor. Bir yaz Orhan Kemal, Bıyık Talat ve matbaacı İhsan'la Avşa'ya gitmeye karar verdik. Şimdi nasıldır Avşa, bilemiyorum. O sıralarda evlerin geceliği 2,5 liraya pansiyon olarak verildiği, tek aşçılı, tek kahveli bir köydü. Dördümüz bir eve yerleştik. Hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçti.
"Bir hafta daha kalalım" dedi Orhan ağabey.
Benim İstanbul'a gitmem gerekiyordu. Yaşar Nabi'ye bir çeviri verecektim.
"Yarın gidersin" dedi Orhan ağabey. "Çevirini verir, paranı alırsın. Öbür gün de Muzo'yu alıp gelirsin."
Muzo'yu... Muzaffer Buyrukçu'yu.
Ertesi gün gittim İstanbul'a. Yaşar Nabi'ye çeviriyi verip paramı aldım. Akşamüstü de Muzo'yu buldum.
"Hazırlan" dedim, "yarın sabah Avşa'ya gidiyoruz."
"Benim ne işim var Avşa'da!" diye terslendi Muzo.
"Emir büyük yerden" dedim. "Orhan babadan. Hem akşamları güneş tam karşında denize gömülürken kıyıda öyle bir rakı içiliyor ki..."
Hemen, "Vapur kaçta?" dedi Muzo.
"Sabah dokuzda. Sirkeci'den kalkıyor. Rıhtımda buluşuruz."
Ertesi sabah buluştuk.
Benim üstümde kısa kollu bir gömlekle kot pantolon. Muzo ise sanki tatile değil, düğüne gidiyor! Lacivertlerini çekmiş. Kolalı beyaz gömlek. İpek kravat!
"Bu ne hal?" dedim.
"Yahu, yabancı yere gidiyoruz" dedi. "Ayıp olur."
Gemiye bindik. Hava günlük güneşlik. Deniz durgun. Ama Marmara'nın ortasında hava patladı. Gök simsiyah oldu. Bir yağmur başladı. Dalgalar gemiyi beşik gibi sallıyor. Muzo'nun beti benzi attı.
Avşa'da rıhtım yoktu o zamanlar. Gemi açığa demirler, yolcular motorlarla karaya çıkardı. Güçlükle kapağı bir motora attık. Ama motor dalgalardan kıyıya yanaşamıyor ki! Kaptan, "Kıyıya yaklaşınca denize atlayıp karaya öyle çıkacaksınız" dedi.
Ne yapalım! Attık kendimizi denize. Muzo laciler içinde yüzüyor! Yağmurda evi zor bulduk.
"Ulan, ne uğursuz herifsin!" dedi Orhan ağabey. "Gelir gelmez mis gibi havayı perişan ettin."
Muzo ters ters baktı bana.
"Güneş denize gömülürken rakı içiyormuşsunuz!"
"Yarına düzelir" dedi Orhan ağabey.
Ne düzelmesi! Bir hafta evden çıkamadık. Muzo'nun keyfi, ancak İstanbul'a dönüp kapağı İkbal Kahvesi'ne attığımızda geldi.

* * *
İkbal Kahvesi ikinci bile değil, sanki birinci evimizdi o sıralar. Orhan ağabeyle Buyrukçu'nun yanı sıra, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar da günü orada devirenler arasındaydı. Eve geceden geceye yatmaya giderdik sadece.
Günün yarısı da Orhan ağabeyin Buyrukçu'ya takılmalarıyla geçerdi.
"Katran"ı, "Acı"yı, "Korkunun Parmakları"nı geride bırakmıştı Buyrukçu. Boyuna yeni öyküler, yeni kitaplar üretiyordu. İkbal Kahvesi'nden ne zaman vakit bulup yazıyordu, bilemiyorum. Ama aramızda en üretken yazardı.
Son kitabı "İpek Pijamalı Katiller"in (Alkım Yayınevi) ilk sayfasına bakıyorum da, bu 16'ncı öykü kitabı. Yedi romanı yayımlanmış. Kitaplaştırılan günlüklerinin sayısı ise dokuz. Toplam 32 kitap.
Bir o kadar da yayımlanmayı bekleyen kitabı vardır mutlaka.

* * *

Buyrukçu, "toplumcu gerçekçi yazar" olarak nitelendirilmiştir. Konularına, kişilerine, olaylara yaklaşımına bakılırsa, doğru. Büyük kentin kenar mahallelerinde yaşayan, ekonomik güçlüklerle boğuşan, ezilen insanı anlatmıştır daha çok.
Ama onu alışılagelmiş toplumcu gerçekçi yazarlardan ayıran iki özellik var:
Birincisi, kaba çizgilerden kaçınması. Kişilerin sadece görünür davranışlarına kendini kaptırıp gitmemesi. Onların iç dünyalarına, psikolojilerine ağırlık vermesi. Toplum-birey ilişkilerini irdelemesi. Anlattıklarını imgelerle zenginleştirmesi.
İkincisi, dile özen göstermesi. Her yazarın dile özen göstermesi beklenir elbet. Ama bu özen, toplumcu gerçekçi yazarların çoğunda görülmez. Onlar, anlattıklarını öylesine önemsemişlerdir ki, dilmiş, üslupmuş, kurguymuş, bunlar hep ikinci planda kalır. Buyrukçu anlattığıyla anlatımını ustalıkla dengelemeyi başarmıştır.

* * *

"İpek Pijamalı Katiller"i herhangi bir yazarın herhangi bir kitabı gibi okumam, yargılarımda nesnel olmam düşünülemez (Zaten nesnel olmak gibi bir kaygım, bir çabam yok.) Buyrukçu
40 yıldır sevdiğim bir dost, sevdiğim bir yazar. Bu kitabını da, daha önceki kitapları gibi keyifle okudum.
İpe sapa gelmez aşk romanlarından, "günün modası kitaplar"dan sıkılanlara duyururum.

Yazarlar