Pazar “Haneke filmimi çok beğendi”

“Haneke filmimi çok beğendi”

28.04.2013 - 02:30 | Son Güncellenme:

Haneke’nin öğrencisi Umut Dağ’ın ödüllü filmi “Kuma” bu hafta vizyona girdi. Adından da anlaşıldığı üzere film bir kuma hikayesi etrafında gelişen olayları anlatıyor. Genç yönetmenin üzerinde çalıştığı yeni filmini ise “Kuma”yı olduğu gibi yine Haneke’nin Oscar’lı filmi “Amour”un yapımcısı destekliyor

“Haneke filmimi çok beğendi”

Film Türkiye’nin bir köyünde bir düğün sahnesiyle açılıyor, herhangi bir köy olabilir burası. Genç bir kız ile genç bir oğlanın düğünü bu. Ama bir şeylerin yanlış olduğunu hemen anlıyorsunuz. Ne gelin ne damat ne de düğündeki akrabalar bu düğünü içine sindirebilmiş. Filmin adı “Kuma”, adından da anlaşılacağı üzere bu bir kuma düğünü. O tedirgin kumaya ya da damada neler olduğunu anlatmayacağım elbette.
Bu hafta gösterime giren filmi izleminizi tavsiye edebilirim sadece. Neden mi? Filmin yönetmeni Umut Dağ usta yönetmen Michael Haneke’nin öğrencisi ve bu film de hocası Haneke’nin onayını almış. Ayrıca genç yönetmen (31) ilk uzun metraj filmi olan “Kuma” ile Berlin Film Festivali’nin Panaroma bölümünün açılışını yaptı. Uluslararası festivallerde kazandığı ödüller de cabası...

Haberin Devamı

“Haneke filmimi çok beğendi”

Dağ: “Kuma, yapımcımın Haneke’nin filmi “The White Ribbon”dan kazandığı para sayesinde çekildi.”


“Kuma” nasıl çıktı ortaya?

Senarist arkadaşımla yaklaşık dört yıl bu senaryonun üzerinde çalıştık. Filmin finansmanıyla ilgili bazı sorunlarla karşılaştık çünkü en büyük sponsorluğu sağlayan kurum filmimize daha sonra maddi destek vermeyi reddetti. Gerekçeleri ise filmin bir Avusturya yapıtı değil Türk filmi olduğunu iddia etmeleriydi. Maddi desteği Türkiye’den almamız gerektiğini söylediler. Bu filmin ortaya çıkabilmesi yapımcımın Haneke’nin filmi “Beyaz Bant/The White Ribbon” ile kazandığı bütün parayı “Kuma”ya vermesiyle oldu.

Aslında film insan hikayeleri etrafında dönüyor ama merkezinde kumalık kavramı da var bir yandan. Neden bu konuyu seçtiniz?

Benim baştan beri iki farklı jenerasyondan gelen fakat aynı özelliklere sahip olan bu iki kadının birbirleriyle olan ilişkisini düşünmemle gelişti aslında bütün konu. Özellikle de genç olan kadın kendisini geliştirmeye hazırken diğer kadının geleneklerine sıkı sıkıya bağlı olmasının ne gibi bir ilişki bağını ortaya çıkarabilir diye düşündüm. “Kuma” hikayesini başka bir şekilde; sinemada ve televizyonda gördüğümüzden daha farklı bir açıdan anlatabilmek benim için çok heyecan vericiydi.

Haberin Devamı

“Viyana, Berlin ve İstanbul’da altı ay oyuncu aradık”

Bu öyküyü nasıl yazdınız? Yazarken ilham aldığınız, yaşanmış bir olay var mı?

Yaklaşık beş yıl önce bu hikayeyi kısa film olarak yazdım ve daha sonra birlikte çalışacağım, bunu uzun metraj filme uyarlayabilecek iyi bir senarist aradım. “Kuma”da benim için önemli olan senaristin bir kadın olmasıydı çünkü bana göre ancak bir kadın yazar hikayedeki kadın karakterlere daha gerçekçi yaklaşabilirdi. Yaşanmış bir hikaye yoktu yönlendiğimiz ama araştırmalarımız sonucu Viyana’da da filmimizdekine benzer durumlar yaşayan ailelerin olduğunu öğrendik.

Türkiye’deki çekimler nasıldı? Nerede yaptınız çekimleri?

Toplam yedi hafta sürdü çekimler. Bunun bir haftası Erzurum’da çekildi. Genel olarak iyi geçti diyebilirim. Tek sorun çekimlerin Ramazan ayına denk gelmesiydi. Bu yüzden kimi zaman orada yaşayan halkı bu şartlardan dolayı yorduk biraz.

Haberin Devamı

Filmdeki oyuncuların performansları da çok başarılı. Fiziksel özellikleri de rollerine çok uygun. Oyuncuları nasıl seçtiniz?

Altı aydan fazla Viyana’da, Berlin’de, Köln’de ve İstanbul’da oyuncu seçimleri yaptık. İstanbul’da Harika Uygur gibi çok iyi bir casting direktörümüzün olması bizim için büyük bir şanstı. Casting’e birçok oyuncu getirdi. Bunların içinde Türkiye’de birçok dizide ve filmde oynayan popüler yüzler de vardı. Ama Begüm (Akkaya) ve Nihal (Koldaş) Abla bu roller için içlerinde performanslarıyla en iyi olanlardı.

Filmdeki ailenin evi, tipik bir yurt dışına göç etmiş aile evi. Nereden buldunuz o evi?

Biz içi boş olan bir daireyi döşedik. Başka türlü olması imkansız olurdu çünkü çekimlerin 25 günü sadece bu evin içinde geçti. Çok iyi araştırma yapan bir sanat yönetmenimiz vardı. Ailemin de yardımıyla olabildiğince özgün bir hava yaratmaya çalıştı.

Haberin Devamı

Berlin Film Festivali’nde Panaroma bölümünün açılışını yaptınız. Nasıl tepkiler geldi filme?

Tepkiler genel anlamda pozitifti açıkçası. Hatta filmi izledikten sonra yanıma gelip bana teşekkür eden başörtülü kadınlarımız oldu. Başörtülü insanları sadece insan olarak gösterip klişeleşmiş figürler olarak göstermediğim için bana teşekkür ettiler. Elbette Ayşe’ye neden daha fazla özgürlük alanı vermediğime yönelik eleştiriler de oldu. Fakat her zaman söylüyorum; ben masal değil bu çerçevede oluşan ve gelişebilecek özgün bir hikaye anlatmak istedim.

“Eskisi gibi Türkiye’ye gelip gidemiyorum”

Altın Portakal’da yarışacaktınız fakat son anda durum değişti. Neden?

Bu biraz karmaşık bir durum. Yapımcılar Derneği festivale büyük baskı uyguladı filmimizin Türk ortak yapımcısı olmadığı için. Bunun haricinde bir puan sistemi vardı ve bu sistemden dolayı her şekilde yarışmaya dahil edilmemiz gerektiğini biliyordum. Bir de benim sahip olduğum “Mavi kart” olarak bilinen ve Türkiye’de birçok resmi kurumda işimi hallettiğim kartı kabul etmediler. Bu da yetmedi senaryoyu benim yazmadığımı iddia ederek problem çıkardılar.

Haberin Devamı

Ailenizin Türkiye’den göç ediş hikayesinden bahseder misiniz?

Çok da heyecanlı bir hikaye değil sanırım. Ekonomik nedenlerden dolayı Avrupa’ya göç etmiş binlerce göçmen aileden biri ailem. Çocukları olduktan sonra, onlar da “yabancı” bir yerde büyüyünce dönüş yapmaları zorlaşıyor tabii. Bu defa çocukların büyümelerini bekliyorlar. Annem babam da emekli olduktan sonra yılın yarısından fazlasını Türkiye’de, memleketlerinde geçiriyorlar.

Türkiye’ye ne geliyorsunuz?

Geçmişte yani çocukken yaz tatillerimi sıklıkla Türkiye’de, köyümüzde, babaannem ve dedemlerin yanında geçiriyordum. Kırşehir’in Çiçekdağ ilçesine bağlı küçük bir köyünde... Bunun haricinde İzmir’de, Ankara’da ve Kırşehir’de birçok akrabam var ama işimden dolayı artık eskisi gibi gidip gelemiyorum maalesef Türkiye’ye.

Siz de filmdeki gibi geleneksel bir ailede mi yetiştiniz? Oradaki yaşamınız nasıl?

Filmdeki aile gibi geleneklerine çok fazla bağlı bir anne-babaya sahip değilim. Örneğin annem çok inançlı olmasına rağmen başörtüsü takmaz. Kardeşlerim ve ben bu konuda şanslıyız çünkü her ne kadar annem ve babam bize bazı geleneksel değerlerimizi öğretmeye çalışmış olsalar da her zaman kendimizi geliştirebilmemiz için bir özgürlük alanı bıraktılar bize. Şu an Viyana’da yaşıyorum ve ikinci filmimin çekimleriyle uğraşıyorum. Çok heyecanlı ve masraflı bir proje. Yapımcılığını Haneke’nin filmi “Amour”un yapımcısı Wega-Film üstleniyor.

“Haneke’nin öğrettiği en önemli şey sinemanın sanat değil zanaat olduğu”

Nasıl Haneke’nin öğrencisi oldunuz?

Viyana’daki Film Akademisi’ne (Filmacademy Vienna) alındım. Kendisi orada reji alanında eğitim veriyor. Bu yüzden de benim profesörüm olması kaçınılmazdı.

Haneke nasıl bir hoca? Ondan neler öğrendiniz?

Haneke’nin öğrettiği en önemli şey filmin bir sanat değil zanaat olduğu ve bu yüzden de çok zor bir iş olması. Film yapmakta en önemli şeyin ne olduğunu öğretiyor insana. Bu da çok iyi bir senaryo ve buna uygun iyi oyuncuları bulmak.

Haneke “Kuma”yı izledi mi? Film hakkında ne düşünüyor?

Tabii ki Haneke’ye filmimi izlettirdim. Hatta filmin bitmemiş halini izleyen ilk kişilerden. Filmi bitirmeden önce kendisinin fikrini almak istedim. O filmi çok beğendi, özellikle de oyuncuların performanslarından çok etkilendi. O zaten oyuncuların olabildiğince özgün ve gerçekçi olmalarını çok önemsiyor ve seviyor, bu da neyse ki bizim filmimizde var.