Pazar Harranlı Cemile (2)

Harranlı Cemile (2)

31.08.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Cemile bazı olayları karıştırıyor ama dilinden bal akıyordu. Eline sıkıştırmak istediğim parayı reddetmişti. Belki de yalnızca bilgisiyle takdirimi kazanmak, beğenilmek istiyordu

Harranlı Cemile (2)

Cemile Öztürk belli ki Ay Tanrısı Sin’e tapan atalarının dilinde Harran’ı anlatıyordu bana, anlatırken de bir an bile durup nefes almıyordu. Konuşma biçimi eski, çok eski bir halkın ay ve gezegenlere yakarışını çağrıştırıyordu. Bitirdiğinde “Cemile” dedim, “ağzına diline sağlık. Ama hiçbir şey anlamadım.”
Bembeyaz dişleriyle gülümsedi. “O zaman Türkçe anlatayım” dedi. Ve olurumu almadan yine bir solukta, makineli tüfekle ateş eder gibi, Harran tarihini özetleyiverdi. Asur’dan Roma’ya, oradan Eme-vi devletine atlayarak. Ünlü gökbilimci El Bettani ile İslam düşünürlerinden İbn Teymiyye’nin adları da geçti bir ara. Moğol istilası ve kentin talan edilmesiyle sözünü bitirdi.
Zaten, işin buraya varacağını, günün birinde Harran’da taş üstünde taş kalmayacağını bir kahin çok önceden haber vermiş, ne var ki hiç kimse ona inanmamıştı. İdris Paygamber de göğe çekilirken bildirmişti kıyameti ve insanlar üzerlerinde ne varsa çıkarıp onun bu kehanetini giyinmişler, bir süre onunla yaşamışlar, sonra da her şeyi unutup yine putlara tapmaya devam etmişlerdi. Yüce Tanrı da Tufan’la cezalandırmıştı onları.
Cemile bazı olayları karıştırıyor ama dilinden bal akıyordu. Dikkatle dinlemiştim anlattıklarını. O ise eline sıkıştırmak istediğim parayı reddetmişti. Belki de yalnızca bilgisiyle takdirimi kazanmak, beğenilmek istiyordu.
Anlattıkları biraz karışık ama çoğunlukla doğruydu. Doğru ama eksik. Ne Hititlerden söz etmiş ne Caracalla’nın Sin tapınağını ziyaretten dönüşte öldürüldüğünü söylemiş ne de “Harran”ın matematik terimi olarak “zaman” anlamında kullanıldığını belirtmişti. 

Hitit kabartmalarından ve heykellerden iz kalmamış
Merak etmeyin, Cemile’nin kim bilir kimden öğrenip kuş dili de dahil birkaç dilde ezberlediği Harran tarihinin ayrıntılarını anlatacak değilim. Sözü,Osmanlı coğrafyasının dört bucağına olduğu gibi buraya da uğrayan, yanlış ya da doğru, okura sunduğu tüm bilgileri ballandırıp tatlandırarak anlatan Evliya Çelebi’ye bırakayım en iyisi:
“Urfa’dan güney tarafında dokuz saat giderek Dar-ı Dihkan ile Harran Kalesi’ne geldik. Burayı da Nemrud yapmıştır. Urfa toprağında, çöl içinde Hamun sahrasına karşı gayet sağlam bir kaledir. Beşgen şeklindedir. 922 hicri tarihinde Sultan Gansu el Gavri elindeyken Selim Han’a geçmiştir. Araplar buraları harap etmiş, namuslu halk göç etmişlerdir. Sonra, şehir harap, evler toprak olup kalesinde de insanoğlu kalmamıştır. Ancak, kagir camileri, han ve hamamları kalıp diğer harap evler içinde çöl Arapları kışlamaktadır. Fakat kale sanki yeni usta elinden çıkmış gibidir.”
Bugün öyle değil ne yazık ki, kale hâlâ ayakta ama çevreye yayılmış taş ve duvar kalıntılarından ibaret Harran. Bir de, kışın ocaklarında hâlâ tezek yakılan kerpiç evlerle bahçe içinde, toprak damlı konutlardan. Evliya’nın söz ettiği hanlarla hamamların, çok daha eskilere gidersek rasathaneyle tapınakların yerinde yeller esiyor.
Hitit kabartmalarıyla tanrı heykellerinden de bir iz kalmamış. Bütün bir dünya, yüzyıllarca ayakta kalmayı başarmış bir uygarlık yok olup gitmiş sonunda. Bu arada kentin Nemrud tarafından değil, efsaneye bakılırsa Nuh Tufanı’ndan sonra kurulduğunu, Tevrat’ta belirtildiği gibi Ur’dan gelen Hazreti İbrahim’in Kenan iline doğru yola çıkmadan önce burayı mekan edindiğini, hatta burada evlendiğini söylememe bilmem gerek var mı?
Bu bilgilere ulaşmanız için  çağımızın tanrısı Google’ı tıklamanız yeter. Ben Harran’ı ve bu toprakların yetiştirdiği bilginlerle peygamberleri ya da cengaverleri değil, Harranlı Cemile’yi anlatmak istedim size. Onun gibi zeki, güzel, tertemiz kız çocuklarının okula gönderilmeleri için kampanya başlatan bu gazetede arada bir de olsa yazdığım için onur duyduğumu ayrıca belirtmeliyim. Cemile’nin karakalem portresini başka yerde yayımlasaydım belki sırıtır, herhalde biraz aykırı dururdu.

Yazarlar