Pazar “Hep rahatsız bir muhalifim”

“Hep rahatsız bir muhalifim”

09.03.2008 - 01:00 | Son Güncellenme:

Gazeteci-yazar Mehmet Şevket Eygi: “Ben hep rahatsızım. Muhalif olmak haysiyetli olmanın birinci şartıdır. Ortalıkta bu kadar kir, bu kadar yolsuzluk varken muvaffık olmak bana göre mümkün değil”

“Hep rahatsız bir muhalifim”

Mehmet Şevket Eygi “Muhalif olmak haysiyetli olmanın birinci şartıdır” derken otobiyografik bir özet veriyor. Başbakan ile belediye seçimlerinden önce, daha belediye başkanı olmadan evveline dayanan bir tanışıklığı, dostluğu var. Onu evinde ziyarete gelmiş, ortak dostlarıyla fotoğrafları elinde ama bu onun ona “danışman” olmasını gerektirmiyor. Ortalıkta bu kadar “kir”, bu kadar “yolsuzluk” varken “muvaffık” olmak ona göre pek mümkün değil çünkü. 
Her “muhafazakar” gibi ona sorarsanız da “gidişat iyi değil”. Ama bu konuda onun fikri de önemli değil. Bu işin birtakım ölçütleri var; Türkiye hafızasını yitirmiş bir ülke. 1928’den önce yazılmış bir gazeteyi, kitabı, kitabeyi kimse okuyamıyor. Okusa da anlayamıyor. Bu bir “amnezi / hafıza kaybı” ve dünyada bu hale gelmiş başka bir memleket yok.

Haberin Devamı

Annesi Galatasaray’a yolladı

Mehmet Şevket Eygi “1933’te; Karadeniz Ereğli ile Devrek arasında” doğmuş. Kendi anlattığına göre çevrede öyle ev, konu komşu falan bulunmuyor:
“Bitişiğimizde evler yok, yakın köylere epey yürüyerek gitmek lazım. Yedi yaşıma gelince rahmetli annem, 11 sene öğretmenlik yapmış, benim okumamı istiyor. Yakın köye gönderseler, parmak kadar çocuk kışın yolda kurt yiyecek belki. Aldılar getirdiler, Galatasaray’ın ilk kısmına kaydettirdiler.”
O zaman bu zaman gibi değil. Annesi elinden tuttuğu gibi İstanbul’a götürüyor, “Çocuğum buralarda yarı tahsilli kalmasın” diye Galatasaraylı yapıyor. Kura çekmek, ön kayıt, mülakat yok. Ama annesi Seher hanımda ileri görüşlülük var. Öğretmenlik yapmış yıllarca, Turgut Özal’ın annesi Hafize hanımla o yıllarda, oradan; Malatya’dan tanışırlarmış.

Haberin Devamı

Briç oynamaz, fazla kaynaşmaz

Eygi de “Esastan Galatasaraylı” yani, ilk mektepten yatılı. 12 sene burada okumak kendi anlatımıyla herkesin harcı değil. Çünkü ailesi de İstanbullu değil. Hafta sonları teyze almaya gelmezse; 8-10 yaşındaki bir çocuğun “gurbet hayatına” alışması, yatılı kalması ona “elbette hayatta bir şeyler kazandırıyor”.
Eygi o yılların Beyoğlu’sunu “daha çok Rumca konuşulan bir yer” olarak hatırlıyor. Rumlar gidince İstanbul’da “bir eksiklik”, haliyle “bir yozlaşma” olmuş, “değişmiş İstanbul”... Çünkü ona göre, Rumlar çokkültürlü olmasalar da “şehirli insanlar”.Sonra bakkaliyeyi, garsonluğu, esnaflığı onlardan daha iyi beceren yok. Yaptıkları sucukların, peynirlerin, pastırmaların, zeytinlerin tadı hâlâ damağında... O yılların İstanbul’unda beş tane Fransızca gazete çıkıyor ve okunuyor...
Bazen çok daha gerilerde, “Keşke II. Abdülhamid devrinde yaşasaydım” diye yazsa da,  onun asıl özlemi çocukluğunun ve gençliğinin İstanbul’una... “Muhafazakarlığı” tamamen ona... O yılların güzelliklerine.
Peki o da bir “İstanbul beyefendisi” mi? Gülerek cevaplıyor: “Yok yok efendim. Bana İstanbul beye-fendisi diyenlere gülüyorum. Çünkü onlar İstanbul beyefendisi falan görmemişler. İstanbul beyefendilerinin nesli tükendi. Sayıları zaten fazla değildi.”
Mesela mektepteki hocaları; arkeolog Ernest Mamboury Fransızca okutuyor.  eski nazırlardan Raşit bey tarih, Nihad Sami Banarlı, Orhan Şaik Gökay, Ahmet Kutsi Tecer, Ercüment Ekrem Talu öyle böyle değil, edebiyat okutuyorlar. Ardından burslu Ankara’ya, Mülkiye’ye... Siyaset bölümüne. Kendi deyimiyle briç oynamaz, içki içmez, fazla kaynaştığı söylenemez Mülkiyeli sınıf arkadaşlarıyla. Ama Sezai Karakoç ile İslam adlı dergiyi çıkarmışlığı var o yıllardan.

Haberin Devamı

Diyanet’ten gazeteciliğe

Mezun olunca, meslek memuru olmak istiyor, olmuyor, hakkında “takibat” var çünkü. Ahmet Salih Korur’un aracılığıyla Diyanet İşleri Başkanlığı’nda tercümanlığa başlıyor. Diyanet İşleri Başkanı Ömer Nasuhi Bilmen’in, hani o “aşk kitabı yazarı” ünlü İslam aliminin özel kalem müdürlüğünü yapıyor. Fakat kendi deyimiyle “askerlerin Diyanet’e baskıları başlayınca” ayrılıyor “Başkanı” ile birlikte. İstanbul’da Yeni İstiklal gazetesini çıkarmaya başlıyor. Ardından Bugün gazetesi...
Eygi 1956 yılında asker olmuş (ona NATO’da ya da karargahta tercümanlık değil, Erzurum’da düpedüz, zorlu bir askerlik yaptırmışlar!). Vatani görevini yaparken “Fethullah Gülen Hocaefendi” ile tanışmış. Yollar bazen kesişmiş, bazen ayrılmış, ama belli ki o da ayrı bir “çevre” oluşturmuş.

Haberin Devamı

“Unkapanı’nın yırtmaçlı eteği, Mahmutpaşa işi tesettürle olmaz”

 Her devrin modası, kültürel değerleri var. Şimdi her bulduğun yeşillikte mangal kebap yapmak, donla denize girmek kültürel bir değer, moda kültür...Eskiden kuru köfte pişirilir, zeytinyağlı dolma falan yapılırdı, sonra da hep birlikte pikniğe gidilirdi. Ama bu mangal kültürü nereden geldi, anlayamadım. Şimdi Almanya’yı da sarmış. Almanlar başa çıkamamış, canım parklarında dumandan geçilmiyormuş. İstanbul 20 milyon olmuş, daha da bunu 30 milyon yapmak için çalışıyoruz. Şehrin her yerinde dehşetli meskenler yapıyorlar.
 Bütün bunlar sizi son derece rahatsız ediyor...Ben hep rahatsızım zaten!
Evet, hep muhalif bir tarafınız var, bırakmadığınız... Mesela “Ey Müslümanlar, otelin lavabosunda abdest almayın, yakışmaz” diye de yazıyorsunuz, “Şık giyinin” diye de.Boğaz’da iki tür akıntı vardır. Biri üstten biri de alttan gider. Yani iyiye gidiş de var, kötüye gidiş de. Ama önemli olan, iyiye gidiş mi hakim, kötüye gidiş mi; ben kötüye gidiş olduğu kanaatindeyim...
Mesela uluslararası şeffaflık anketleri yapılıyor, ulusların kirliliği, temizliği... En temiz üç ülke İzlanda, Norveç, Finlandiya... Türkiye, 10 üzerinden 3 küsur notla ile listenin dibinde. Bu pisliği temizleyemiyorsunuz çünkü siyaset kirlenmiş. Bütün müesseseler kirlenmiş... Tuz kokunca ne yapacaksınız?
“Müslüman iktidar da gördük“
Peki bu nasıl olacak? Kimine göre sağ, muhafazakar iktidarlar, kimine göre sol iktidarlar, İslami iktidarlar suçlu...
Ben Ecevit’in koalisyonunu da biliyorum. Bugünkü Müslümanlar da -İslamcı demiyorum kabul etmiyorlar çünkü- Müslümanların iktidarını da biliyorum. Etrafı hiç temiz görmüyorum. Bakın Sovyetler Birliği çökmeden önce korkunç, yaygın bir kokuşma vardı. Komünizm de bunları önleyememiş. Çatır çatır idam etmiş, kurşuna dizmişler. Adamları asmışlar ama bu temizliği getirmiyor.
Mesela 70 milyonluk ülkede bu konuda rapor verecek 10 kişi çıkmaz. Yani o raporun da böyle platonik, hayali olmaması lazım. Nasıl temizlik yapacağız raporu... Bazı ülkelerde yolsuzluk oluyor ama bizdeki gibi yaygın değil. Ben bizdeki yolsuzluk bataklığını kurutmaya imkân ve ihtimalini şu anda göremiyorum.
“Otomobil ahlaksızlığı var”
 Her gün de bir yenisi patlak veriyor...
Oooo bunlar daha bir şey değil. Hamamın namusunu kurtarmak kabilindendir bugün ortaya çıkanlar. Bu genel bir yolsuzluk. Mesela mütevazı bir vatandaş ev kirası vermiyorsa, 1000 ile 1500 YTL arasında kendi yağıyla kavrulabilir. Ama bu adam lüks tüketim yapmak istiyorsa, alışveriş yapmak istiyorsa ona 5 bin de yetişmez 10 bin de yetişmez... Bir kere felsefemizi değiştireceğiz.
İslamcıların da tüketim kalıpları değişti diyorlar; İslamcı sosyete oluştu, lüks alışveriş yapıyor diyorlar. Sizce de gerçekten böyle mi oldu?
Şimdi, kültürün içinde bilgeliğin çok büyük yeri var. Bilgelik kalkınca ilim de, kültür de, zenginlik de tehlikeli yalpalar yapmaya başlar. Şimdi adam zengin oluyor, mütevazı hayatını bırakıyor, “dağıtma” dediğimiz aşırılıklara başlıyor.
O kelimeyi kim çıkardı bilmiyorum, “statü” diyorlar... Dünyanın en zenginleri dahi mütevazı olabiliyorlar. Siz onun kadar, onlar kadar zengin olmayan bir Türkü 13 senelik bir otomobile bindirebilir misiniz? Ama o bir vasıta diyor, işimi görüyor, neticede bir yerden bir yere götürmeye yarıyor diyor, binmeye devam ediyor. Bakıyorsunuz bizde 300 bin liralık otomobile biniyorlar. Şimdi, o da yetmiyor helikopter... “Kızım helikopteri hazırla” diyor, kalkıyor helikopterle bir yerden bir yere gidiyor... Bunlar çok yanlış.
Aslında bu tür tüketim biçimi İslami kalıplara da düşünceye de aykırı değil mi?Bilgeliğe aykırı efendim bilgeliğe... “Hikmet” dediğimiz bilgeliğe aykırı. Bizim memleketimizde bakın, 7 milyon işsiz var. Buna 10 milyon diyen de var, 4 milyon da... 4 milyon işsiz var diyelim. 4 milyon işsizin olduğu bir memlekette böyle saçma sapan taşıtlar alacaklarına, küçük bir iş yeri kurulur, insanlar orada ekmeklerini yerler. Ama böyle sokaklara bakıyorsunuz, “otomobil ahlaksızlığı” diye bir şey var. Seller gibi otomobiller akıyor, hepsinin içinde birer kişi... Bu ahlaksızlık. Artık şehrin içinde kıpırdayacak, nefes alacak yer kalmadı. Bu toplumun bu yamukluğu düzeltecek bir iradesi yok işin kötüsü.
Deve hörgücü saçlı kadınlar
Demek istediğim şu; siz bir yazınızda başörtünüzü Pierre Cardin çizsin, şık olur diye yazdınız. Batılı bir modacının çizdiğini şık mı kabul ediyorsunuz?Efendim, Müslümanlar çok darbeler yediler. Taşradan geldiler. Bakın beş ilçeyi hâlâ kazanamıyorlar. Kadıköy, Bakırköy, Adalar, Şişli ve Beşiktaş... Çünkü buralar şehirli. Ama göç alan yerleri kazanıyorlar. Eskiden tabii Türkiye’ye her bakımdan öncülük yapan şehir İstanbul’du. Şimdi köylüler, kırsal kesim İstanbul’u ele geçirince bu sefer bir kalite düşüklüğü oldu.
Siz tartışmalara da yol açan, şık görünmeyen türbanlıları kastettiğiniz “saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar” diye yazdınız.
Yok. Dini bakımdan yazdım. Peygamber “İleride saçlarını deve hörgücü gibi yapan kadınlar çıkacak” diyor ve onları tenkit ediyor.
Çıktılar, öyle mi?Çıktılar. Bakın geçenlerde buraya (Sultanahmet’te röportajı yaptığımız kafeye) genç bir hanımla bey geldiler, yabancıydılar. Hanım, ceketinin üzerine siyah bir çarşaf sarınmıştı ama o kadar zarifti ki, hani Hintli hanımlar sari giyerler ya onun gibi. Şimdi Müslüman bir hanım hiçbir zaman Avrupa robu, tayyör falan giymez. Bu Avrupalılara has bir şey. Yani ben diyorum ki, o kadar güzel, şık olsunlar ki, Avrupalılar onu taklit etsin.
“Köylüden mimar olmaz”
 Nasıl yani, biraz ondan biraz bundan bir tür Doğu-Batı sentezi  gibi mi? Eklektik bir şey olmaz mı bu?
Bakın şimdi, diyelim ki 10 tane hanım buraya çay içmeye geldiler. Diyelim ki, Sultanahmet Fakirlere Yardım Derneği... Beşinin başı açık, beşinin de kapalı... Karşıda da bir İtalyan, bir Fransız, bir de Japon modacı var. Onlara soracaksınız, bu hanımlardan en şık olanlar hangileri? Diyecekler ki “Başı örtülüler başı açıklardan daha şık”. Bu mümkün müdür? Böyle saçma sapan eşarplar, saçma sapan rengarenk kıyafetler, Unkapanı mamulü yırtmaçlı etekler, Mahmutpaşa işi tesettürle olacak iş midir bunlar?
“Köylüden mimar olmaz” da diyorsunuz.
Eee olur mu? Bakın Mimar Sinan köylüdür ama aileden, yetişmeden katkı olacak. Ben köylüleri hor görmüyorum, vatandaş olarak, insan olarak. Dediğim şu: Köy kültürü başka bir şey, varoş kültürü başka bir şey, şehir kültürü başka bir şey. Medeniyetler, büyük devletler hep metropol kültürü ile ayakta durabilir. Bir toplumda her zaman sınıflar olur, yeter ki birbirleriyle ahenk içinde olsunlar.

Haberin Devamı

“Burada tam 99 gün yattım”

Burada, şu anda dünyanın tanınmış otellerinden biri olan Sultanahmet Cezaevi’nde mi yattınız?Tam 99 gün. Ne kadar küçük bir rakam değil mi, bir de yatana sorun. Şuralarda (arkasını gösteriyor) olmalı. Hatta burası ilk açıldığında bir gece ücretsiz yatma hakkı vermişlerdi. (Kapıdaki Osmanlıca yazıyı göstererek) Bakın şurada yazıyor: Dersaadet Cinayet Tevkifhanesi.
 Kaç yılıydı?
1961’de tutuklandım. Elimi bir hırsızla birlikte kelepçelediler. Buradan böyle (Four Seasons otelinin lobisinden avluya / bahçeye çıkan koridoru göstererek) kelepçeli geçirdiler.
Kaldığınız yer tam neresiydi?
Beşinci kısımdı (avludan girince sol kolda, en üst kattaki üçüncü pencereyi gösteriyor). Gazeteciler, emniyet amiri Zeki Şahin, döviz kaçakçısı Ruben Asa, eski milletvekilleri... Yani hatırlı insanlardı bizim koğuşta kalanlar... Şu kule var ya, şu kule onun altında da çay içerdik.
Galatasaraylı olarak futbola merakınız var mı?Hayır. Benim merakım kitaplara. Bütçem yettiği kadarıyla antika ev eşyalarına. Bir de kedilerim var. Şimdi gidenle 13’e düştüler.
Kediler evin içinde mi yaşıyorlar?
Ooo yangın yerine çeviriyorlar. Bir kısmı koridorda, bir kısmı salonda, Dört tanesi başka bir kapalı odada. Onlar ev kedisi. Sokakta yaşayamazlar. Bereketli ve uğurlu olurlar.
 Ya köpekler, onlarla aranız nasıl?
İslami gelenekte eve köpek alınmaz.