Pazar “İnsan kendi doğurduğuyla çatışıyor”

“İnsan kendi doğurduğuyla çatışıyor”

25.11.2018 - 08:15 | Son Güncellenme:

Çağan Irmak, yeni filmi “Bizi Hatırla”yı “Bir toprak ve deniz adamıyla bütün bunları unutup kapitalist sistemin kendine koyduğu kurallara göre oynamak zorunda kalan oğlunun hikayesi” diye özetliyor.

“İnsan kendi doğurduğuyla çatışıyor”

Babam ve Oğlum”la izleyicinin döktüğü gözyaşıyla ölçülen bir başarı yakaladıktan sonra, “ağlatıyor” sözcüğünden bucak bucak kaçıyordu Çağan Irmak. Ama kendisine de söylediğim için içim rahat, odağında bir baba - oğul olan ama esasen bütün aile bağlarını masaya yatıran “Bizi Hatırla” basbayağı ağlatıyor. Çağan Irmak da bununla barışmış durumda. Ama sadece bu değil tabii, güldürüyor da. Ve hayatta nereden gelip nereye ‘koştuğumuz’, neleri seçip nelerden vazgeçtiğimiz, söylediklerimiz, söyleyemediklerimiz, en çok da ailemizle kurduğumuz ilişkiler üzerine düşündüren, zarif bir hikaye anlatıyor. Acıları köpürtmeden, olduğu gibi. Başrollerde Altan Erkekli, Tolga Tekin, Özge Özberk, Sumru Yavrucuk, Binnur Kaya’nın rol aldığı filmi,

Haberin Devamı

Çağan Irmak’tan dinledik.

- Hikâyenin çıkış noktasından başlayalım mı?

Aslında hikâyenin ana fikri, Şükrü Avşar’ın kafasında bir projeydi. Bana anlattı. Ben de ona şunu söyledim: “Abi ben daha önce yaptım böyle şeyler, yeni bir şey olmayacak benim için”. O da “Bunu benim için yaz, belki başka biri çeker” dedi. Gittim Gümüşlük’e, bu hikâyeyi yazmaya başladım ve 30. sayfaya geldiğimde Şükrü Bey’i arayıp “Abi ben bu hikâyeyi kimseye vermem haberin olsun” dedim. “Düşündüğüm gibi kendimi tekrarlayacağım bir hikâye olmadı. Artık bunu yapabilirim” dediğim noktada aradım onu.

- Yazdıkça değişen bir şeyler oldu herhalde.

Burada bir durum var ve bu zaten yeterince ilginç. Hepimizin ya yaşadığı ya yaşamak üzere olduğu bir durum, çatışma kendi içinde o kadar belli ki.

Haberin Devamı

- Kuşak çatışması diyebilir miyiz?

Aslında filmde jenerasyonların birbirini anlayamadığını söyleyemeyiz. Mesela torunla dede gerçekten çok iyi anlaşıyor. Hayatta da böyle oluyor; insan kendi doğurduğuyla çatışıyor. Bir süre sonra o yaşanmışlıkla torun dediğimiz kuşağın zekası buluşuyor. Ne oluyorsa o orta durumda var yani, kendi hayatını kurmak için çabalayan o oğul ya da kız durumunda var. Burada da kapitalizmin kurallarına göre oynayan bir Doktor Jekyll ve Mr. Hyde aslında oğul. Bir gün baba ziyarete gelir ve bütün bu ailenin bireylerinde tek tek bir şeyler değişmeye başlar.

- Peki sizce kim haklı bu hikâyede?

Benim filmde en çok korktuğum şey birinin tarafını tutmaktı. Hiç kimseyi tam anlamıyla suçlamak istemedim, hiç kimseye tam anlamıyla da hak vermek istemedim ama ille de birinin tarafını tutmam gerekirse küçük kızın tarafını tutuyorum. Onu yazarken de kendime hep şunu söyledim: “Sakın çocuk yazma, artık onlar çocuk değiller”. Evet çocuklar ama algıları çok açık, çok gerçek bir jenerasyon geliyor. Ne istediklerini biliyorlar, klişeleşmiş bir sürü yalanı reddediyorlar, kendi küçük cumhuriyetlerini kurup bu doğrulara göre yaşıyorlar. Bu bireyselcilik mi bilmiyorum ama bence çok doğru bir durum çünkü biz birbirimizi aile olacağız diye çok bunaltan bir topluluğuz.

Haberin Devamı

- Ama ailenin değeriyle ilgili de bir sürü şey söylüyor film.

Mutlaka. O zaten vazgeçilmezlerimiz, başımızın tacı ama birbirimizi bunaltmadığımız, birbirimizin hayatına son kerteye kadar müdahale etmediğimiz durumda aile olarak birbirimizi anlayacağız, sevebileceğiz. Çocuğa bir birey gibi yaklaşıp “Sen ne istiyorsun bu hayatta?” demek lazım gibi geliyor bana. Çünkü onlar bizden çok daha fazla şey biliyorlar. “Bizim zamanımızda,” diye başlayan cümleler ne kadar haklı bilmiyorum. “Biz sokakta koşup oynardık”. Ee ne olmuş? Şimdiki çocuklar da aynı mutluluğu başka türlü yaşıyorlar. Bu internet ya da bilgisayar oyunları çocukların üzerine çökmüş kabuslar değil, dünyaya açılan birer kapı.

- Kız sanal domates ekerken dedesi ona gerçek olanı gösterdi. Orada “Doğrusu budur,” demiyoruz yani, öyle mi?

Bence şöyle oldu o, çocuk ona bilgisayarında sanal domates oyununu anlatırken dede onu dinledi. Dinleyip de “Bak burada gerçeği var” dedi. Ama dinlemeden reddetmedi. O yüzden zaten buluştular. O onun sanal domatesini sevdi, bu da bunun gerçek domatesini sevdi. Aslında bak çok enterasan bir yere dikkat çektin, belki de bütün filmin içindeki kilit noktalar o sahnelerde gizli.

Haberin Devamı

“İnsan kendi doğurduğuyla çatışıyor”

- Toprağın insana getirdiği başka bir bilgelik var fikri de aldım ben filmden.

Kesinlikle. Bizim zaten ilk inanışlarımızda toprak ve ağaç çok önemli. Bunları terk etmeye başladıkça çok şey kaybettik.

- Siz kendi hayatınızı biraz daha toprağa yakın olacağınız bir yere taşıdınız.

Zaten Egeliyim, özüme geri döndüm yani.

- Ekmeyle biçmeyle uğraşıyor musunuz?

Uğraşıyorum, oradaki köylüyle o senenin solucan gübresinden, organik tarımından konuşur hâle geldik. En son brokoli ve marul ektim. Üç - dört tane zeytin ağacı, ondan sonra nar, yeni dünya, muz ve sezonluk sebze. Kendi domatesimden konservemi yaptım, evde duruyor. İlk domateslerimi Instagram’dan paylaştığım zaman, bir ziraat mühendisi, “Çağan Bey domateslerinizin altındaki siyah noktalar toprağınızda kalsiyum eksikliği olduğunu gösteriyor,” yazdı, “Peki ne yapmalıyım?” dedim, “Yumurtayı haşladığınız suyu soğutun, muz kabuğuyla beraber onu dökün” dedi, mesela gitti domateslerimin o siyah noktası. Bu bilgi paylaşımı çok güzel. Bunu kullanıp da hayatınıza kattığınızda tıpkı o dedeyle torundaki hikâye gibi tadından yenmez oluyor ilişkiler.

Haberin Devamı

- “Küçük kızın tarafını tutuyorum,” dediniz ama bana biraz babayı da tutuyorsunuz gibi geldi.

Onun karakterini çok sevdim mesela yazarken. Adamın o dünyaya prim vermeyen hali beni çok mutlu etti. Burada bir felaket var diğerlerine göre ama onun umuru değil, “Ee ne olmuş?” diyor. O hali yazmak çok keyifliydi benim için. Bu arada Özge bizi ters köşeye yatıracak çünkü bu onun için çok farklı bir karakter oldu. “Basamak basamak değişen bir kadın var burada, bunu beraber yapacağız,” dedim. İyi oynayacağını biliyordum ama bazen gerçekten ağzımı açık bıraktırdı çok iştahlıydı o kadını oynamak için.

- Sumru Yavrucuk’un oynadığı bir komşu hanım var. Onların anladığım eski bir romans var aralarında babayla.

Var. Onların bir iki sahnesini kısaltmak zorunda kaldım çünkü çok dillendirmişim o eski romansı. Çok iyi oynadılar zaten ikisi de, o kadar dillendirmeye gerek yoktu. Böylesi daha iyi oldu.

- Aslında bu filmde benim dikkatimi çeken bir şey de o, tam söylenmeyen, hissettirilen şeyler var.

Biraz da ana izlekten kopmamak için, derdimiz başka ya. Nasıl derler, bu seyiriciyi daha yumuşak okşayan bir film bu anlamda.

- Bu arada bayılmayacaksınız belki ama çok da ağlatıyor.

Valla artık korkmuyorum bundan. Bir yerde okuduğum kadarıyla ağlamak eşittir mutlulukmuş çünkü vücudumuz ağlarken mutluluk hormonu salgılamaya başlıyormuş, e ben daha ne isterim? Sonuçta mutlu ediyorum. Bir ara korkuyordum cidden ama, hani insan etiketlerle anılmak istemiyor ya, artık o korkumla da yüzleştim. Gülmek, ağlamak, korkmak, bunların hepsi sinemaya dair duygular, niye bir diğeri öbüründen daha kıymetsiz olsun ki? Benim daha kendim için yaptığım filmler var, daha seyirciye dönük yaptığım filmler var. İkisinden de şikayet etmem. Birinde anında sonuç alıyorsun, birinde de ‘long seller’ oluyorsun. Yani bir gün o yerine ulaşır bir şekilde.

- Bu kendiniz için çektiğiniz filmlerden mi, seyirci için mi?

Bu seyirciye daha yakın bir film ama kendim için çok sahnesi olan bir film, öyle diyeyim.

“İnsan kendi doğurduğuyla çatışıyor”

“Aklıma ilk Tolga Tekin geldi”

- Tolga Tekin’le çalışmaya nasıl karar verdiniz?

Tolga hayatında ilk kez kamera karşısına benle geçti. “Mustafa Hakkında Her Şey”de polis rolü oynadı.

- Bu rol için aklınıza ilk o mu geldi?

İlk o geldi evet. Çalıştığımız ekibe Altan Erkekli’yle ikisinin fotoğrafını yan yana bir kareye monte etmelerini istedim. “Bakın,” dedim, “gerçek bir baba oğul”.

- Ve Binnur Kaya...

“Babam ve Oğlum”dan sonra Binnur’la tekrar çalışmak için fırsat kolladım açıkçası çünkü tadından yenmez bir keyif onunla çalışmak. Su gibi oynadı bu karakteri. Bir de tabii genç yeteneğimiz var, Su (Coşkun). Ondan çok şey öğrendim. Dedim ki “Senin çağındakileri yakalayabilmiş miyim, sana ters gelen bir şey varsa söyle”. 12 yaşında bir kız sana çok şey öğretebiliyor. Bu öğrenmenin sonu geldiğinde bitti hayatla bağlantın, vazgeç yaşamaktan.