Pazar "İnsanın aklı başına bir 40'ında geliyor. 50'sine varınca daha da bir geliyor"

"İnsanın aklı başına bir 40'ında geliyor. 50'sine varınca daha da bir geliyor"

13.05.2007 - 00:00 | Son Güncellenme:

MÜJDE AR bir hafta arayla iki film festivalinden onur ödülü aldı. "Öyle deyince ritmi yavaşlamış, yaşını başını almış gibi duruyor ama ben böyle hissetmedim" diyor: "Bu yıl iki film birden yapacağım. İlki bir anne-oğul hikayesi." "HAYATIM kavga ederek geçti ama kavga bir ilişkiyi düzeltmiyor, aksine daha çok zora sokuyor. Ercan (Karakaş) çok yumuşak ve renkli bir adam. Onun önümüzdeki dönem Meclis'te olmasını istiyorum."

İnsanın aklı başına bir 40ında geliyor. 50sine varınca daha da bir geliyor

Bir ödül de Mayıs'ın 21'inde gelecek. 53 yaşına, 32 yıldır izlediğimiz canlılığı ve sıcaklığıyla girecek Müjde Ar. Ama biraz daha mutlu, biraz daha bilge...Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali'nde onur ödülü alan Müjde Ar'la ödül gecesinin ertesi günü arkadaşı Şule Bucak'ın Ankara'daki evinde görüştük.Müjde Ar ile bu son iki festivalde aldıklarından, annesi Aysel Gürel, eşi Ercan Karakaş ve oğlu Söz'e kadar bütün ödüllerini konuştuk. Birer hafta arayla, iki ödül birden aldı Müjde Ar. Önce Eskişehir Film Festivali sonra da Uçan Süpürge Kadın Filmleri Festivali, Türk sinemasında "kadın temsili"nin -hatta belki bizzat kadının kendisinin de- kaderini değiştiren oyuncusunu ödüllendirdi. Aslında bunu birkaç farklı manaya çekebiliriz. Onur ödülü denince ritmi yavaşlamış, yaşını başını almış gibi duruyor ama ben hiç öyle hissetmedim. Çünkü benim hem sinemasal yaşamıma hem de yaşamsal macerama baktığımda, ben kendimi "bozulmamış bir insan karakteri" olarak tarif ediyorum. Bu çok önemli. Bu ödülleri hep ona yordum ben. Çünkü hâlâ film yapabiliyorum, aktif olarak sinemanın içindeyim. Bence önemli olan, her şeyin çok çabuk bozulduğu, insanların kolayca saf değiştirebildiği bir ortamda neredeyse 1980'den bu yana süregelen "her şey mubahtır" anlayışına meydan okuma gibi... Bu ödüllerin arka arkaya gelmesinin bu siyasi havayla da ilgisi var sanki. Ödülün önüne "onur" kelimesi eklenince durum biraz değişiyor sanki. 32 yılın tamamı işin içine giriyor... Hayatta yaptığım bütün işlerin karşılığını bulduğunu düşünüyorum. Boşa gitmiş bir emek söz konusu değil. Neyi yapmak istediysem onu yaptım ve yaptıklarım görüldü. Sokağa çıktığımda, yeni insanlarla tanıştığımda hemen fark ediyorum. Yapılan işlerin o insanlara dokunup iz bıraktığı anlaşılıyor. Uçan Süpürge Onur Ödülü'nün amacı sinemaya verilen kadın emeğini görünür kılmak. Emeğinizin görünürlüğü meselesi için ne düşünüyorsunuz? Artık çok geç... Zaten görünüyordu... Hiç önemi yok... Medya onu fark etti aslında. Ben 1975 yılında girdim sinemaya. 80'li yıllardan itibaren yaptığım filmlerle o anlaşıldı. Ben o dönem içinde de iltifat aldım. Bir de sinemaya girdiğim dönemde seks filmleri furyası vardı. Kadın seyirci tamamen sinemadan ayağını çekmişti. Bırakın sinemayı, Beyoğlu'nda kadın göremiyordunuz. Kendime bir hedef koydum: Ben korkup evine kaçmış o kadın seyirciyi tekrar sinema salonlarına çekecek projeler yapmalıyım! Ve kadın seyirci tekrar ne oluyor diye salonlara gelmeye başladı. Bu zaten başlı başına çok onur verici bir şey. Siz o "şahane seksi kadın" görüntünüzle, aslında toplumsal cinsiyetin kodlarını sinema diliyle anlatıyordunuz. Bu yaptığınız ilk ne zaman fark edildi? "Sesini çıkaran bir karakteri sevdiler, bu benim için yol gösterici oldu" Tabii farkındaydım. Ben "Aşk-ı Memnu"yu da o farkındalıkla kabul ettim. Çok aykırı, başkaldıran bir karakterdi; o güne kadar sinemada gördüklerimize benzemiyordu. Türk toplumu böyle bir karakteri benimsemez, sevmez, içine almaz dediler. Tam tersi oldu, ekranda göründükten bir hafta sonra sokağa çıkamaz oldum. Birdenbire eve beş çuval mektup geldi; şok geçirdik. Kadınların duyguları o kadar umursanmamış ki sesini çıkaran bir karakteri hemen sevdiler. Bu benim için çok yol gösterici oldu. Peki siz hep farkında mıydınız yaptığınız şeyin? Aysel'in (Gürel) kültürlü bir kadın olması çok önemli bir faktördü. Türkologdur aslında biliyorsun. Bir de tabii aile ve yaşam mücadelesi var. Aysel iki çocuklu, çok güzel bir kadın. Tiyatro tiyatro dolaşmış, sürekli bir oturuşuna şunu veririz, bunu veririz diyen bir erkek ordusu içinde. Ve bu kadın, hayatına hiç kimseyi sokmuyor pırıl pırıl iki kız çocuğu yetiştireceğim diye. Müthiş bir inat! Aynı kadının beş kuruş parası yoktu ama bana cilt cilt Dede Korkut hikayeleri aldığını hatırlıyorum. O kadar para yok ki, evde su saatine giden kurşun boruyu kesip bize yemek pişirmişliği vardır. Korkunç bir mücadele. Şimdi önünde böyle bir kadın resmi var; "Ben kızlarımı yetiştireceğim, bir erkeğe muhtaç değilim, bunu tek başıma yapabilirim" diyen. Aslında anneannem de öyle bir kadın. Ailedeki kadınlar hep ilerici, kendi ayaklarının üstünde duran kadınlar. Evin içinde ilk duyduğum laflardan biri de "Kadınlar çok güçlüdür, erkeğe muhtaç değildir". O rolü o kadar iyi giyinip, sevilir hale getirmek... Hem de 21 yaşında. Demek ki öncesinde bir iç hazırlığınız olmuş. Bizim ailede en çok konuşulan konulardan biri kadın cinselliğinin neden bu kadar kapalı kapılar ardına itildiğiydi. Mesela annem durup dururken şöyle bir hikaye anlatırdı: "Falancanın kızı evlenmiş, bakire çıkmamış, kocası onu atmış, eşşek herif!" Oysa o günlerde "Vay namussuz kadın niye başkasıyla olmuş, oh olmuş" mantığı hakimdi. Ama bizim evde hep kadından yana olunurdu. Yani, gördüm ki kadının cinselliğini ifade etmesiyle beraber beni insanlar sevdi. Türk sinemasının kadın temsillerinde dönüşüm sağladığınız herkesin malumu. Sinemaya başladığınız dönemde sizin de gördüğünüz kadınlar Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit... Ama siz onlardan çok daha farklı bir kulvara girdiniz. Ya Müjde Ar olmasaydı? "Hiç flört etmeden evlendim" Evet, bizi canımızdan bezdirdi. Ben mesela hiç flört etmeden evlendim. Aile tarihimize baktığında göçler var. Bu yüzden kadınlar çok eziyet çekmiş, tecavüze uğrayanlar olmuş... Böyle hikayeler de var. İşte mesela falan teyzenin ırzına geçmişler... Annem hemen şöyle derdi: "Canım ırzına geçmeleri önemli değil; öldürmüşler." Bu arada bu kadar kadından yana bir annenin, bir taraftan da kızlarına inanılmaz bir baskı uygulaması tuhaf değil mi? Teoman Alpay benim üvey babamdır. 10 sene kadar birlikte oldular. Ama Aysel, Teoman abi ile odaya girdiğinde kardeşimle "Kapıyı açık bırakın!" diye çığlık çığlığa bağırırdık. Yani zavallım hiçbir şey yaşayamadı. O nedenle ben şimdi yaptığı her şeyi mazur görüyorum. Peki Aysel Gürel nasıldı kadın olarak? Onun erkeklerle ilişkileri? Evet, biz de onun burnundan getirdik. Yani annem hep gözümüzün önünde ama kapkaç yaşamak zorunda kaldı ilişkilerini. Sadettin Erbil mesela, Mehmet Ali'nin babası, annemin tiyatrodan arkadaşıydı. İzmir Fuarı'nda bir akşam yemekten sonra annemi dansa kaldırdı. Sadece arkadaşlar. Hiç unutmuyorum 7 yaşındayım, çırılçıplak soyunup mermerin üstüne yattım, Sadettin abi ile ne yaptın diye. Zatürree geçirmişim ve "Üşütme sakın, ölürsün yoksa" demişler; bunu koz olarak kullanıyorum ve beni kaldıramıyorlar taştan. Yani dediğim gibi annem kimseyle rahat edemedi. Aslında belki de siz onun burnundan getirdiniz. "Ne mal olduğumuzu biliyoruz" Aysel de sağlam ayakkabı olamadığı için kafası kızınca "Babanızın yanına atacağım sizi" diyordu.Ya da "Sizi yatılı okula vereceğim"... O yüzden bizde hep bir "Aysel kaçacak, bizi bırakıp gidecek" korkusu vardı. Çünkü biliyoruz ne mal olduğumuzu... Anneyi paylaşmak istememekten fazlası var sanki bu hikayede... Belki oyuncu olmamın altında yatan sebep odur. Annem oyuncu. Bütün insanlarda onaylanma arzusu vardır, biliyorsun. Ben herhalde annemin beni, annem gibi olursam onaylayacağını düşündüğüm için oyunculuğu seçtim. Bu kaybetme korkusu hayatınızı nasıl şekillendirdi? Zaten babayı kaybetmişsiniz, sonra anneyi kaybetme korkusu var. Evet, çok değişik. Tabii Teoman abi de hayatımızı çok değiştirdi. İki katlı kagir bir evimiz vardı. Kafayı çekiyor, gecenin saat üçünde bacaklarını camdan sallandırıyor, elinde ut İstiklal Marşı'nı çalmaya başlıyor. Bütün mahalle ayağa kalkıyor ve herkes camın önünde dikiliyor. Bunu hangi evde görebilirsin? Normal insanlar yemek yiyip yatağa yatıyorlar. Bizde gece 3'te utla marş çalan bir üvey baba, bir de bağırıyor aralarda "Sabri bey kalkmadınız, ayıp değil mi?" diye. Çünkü kızmış mahalleye; mesela birisi demiş ki çok içiyorlar... Böyle bir ev; bir tarafta Münir Özkul, bir tarafta Suna Selen, Savaş Dinçel, Müjdat Gezen... Yani hep annemin oyuncu arkadaşları. O evden doktor çıkacak değilsin ya. 35-40 yıl önce bir sanatçı çocuğu olmak da ilginç. Geldi de geçiyor bile. Ama annem bir kere çok huysuz. Birisi ile oturacak anlatacak, zor yani. Ben bir ara niyetlendim ama medyada kitap yazıyorum der demez "Yeşilçam'ın kirli defterlerini anlatıyorum" başlıklı haberler çıktı. Allah kahretsin dedim, vazgeçtim. Ama yine düşünüyorum. Ailemin tüm kadınlarının ve tabii annemin de olduğu anı roman gibi karışık bir şey... Bir yıllığına Almanya'ya gideceğim. Orada kapanıp yazmak istiyorum. Birileri ya da aslında en güzeli kendisi Aysel Gürel'i yazmalı... Sizce bunun vakti gelmedi mi? "Söz'ü üç yıl hiç sokağa çıkmadan büyüttüm" Benim öyle bir şansım oldu. Söz iki aylıktı, annesinin kucağından aldım. Kardeşim Mehtap çalışıyordu çünkü. 0-3 yaş arası ne kadar okunacak şey varsa okuyup, bir pedagog arkadaşımdan da yardım alıp Söz'ü büyüttüm; üç yıl hiç sokağa çıkmadan. Çünkü o dönem çok önemli çocuğun eğitiminde. "Benim çocuğum hiçbir şeyden korkmasın" düsturuna önem verdim. Kendine güveni tam olsun. Çünkü o korkular ölünceye kadar sizin peşinizi bırakmıyor. Bu arada siz de annesiniz. Sizin gördüğünüz anne modeli ile uyguladığınız anne modeli arasındaki fark ne? "Uzun uzun anlatmaya zamanı olmadığı için", "kestirme ahlak" adını verdiği bir yöntem kullanmış Aysel Gürel: Dayak. Sizin uzun uzun anlatmaya vaktiniz oldu mu? 16. Çok insancıl, piyano çalıyor, zarif ve zeki bir çocuk. Dersleri çok iyi. Sadece Osmanlı tarihi zayıftı ama sonra Ercan'la birlikte çalıştılar, imtihandan iyi not aldı. Oyunculuk için birkaç teklif aldı çünkü çok yakışıklı. "Fakat sizin meslekte para yok, çok zahmetli iş" diyor; şu an İtalyan Lisesi'nde, daha sonra da İtalya'da mimarlık okumak istiyor. Kaç yaşında şimdi? Hep birlikte toplanırız. Birbirimize çiçekler alırız. Kavga etmemeye özen gösteriyoruz Anneler Günü'nde. Çünkü Aysel huysuzlanır bana bir şey almayın, çiçek getirmeyin, hediye almayın diye. Anneler Günü nasıl geçer sizin evde? "Ercan'ın gelecek dönem Meclis'te olmasını istiyorum" Yani elimiz değil de dilimiz kuvvetlendi. Zaten elimizin kuvvetlenmesi için dilimizin daha çok kuvvetlenmesi gerekiyor. Bir de siyaset denilen dünyanın resmini değiştirmekten geçiyor bu. Buna çok inanıyorum. Yani kadının eğitimi tabii çok önemli, mutlaka olması gerekiyor ama bu dünyanın adam olması için bu erkeklerin kenara çekilmesi lazım. Uçan Süpürge'nin ödül töreninde "Barışçıl, yaşanılır, eşitlikçi bir dünya bizim ellerimizde" dediniz. Elimiz kuvvetlendi mi biraz? Benim şimdi şöyle tuhaf tuhaf huylarım var, kendime göre normal de... Ben bir projeye başından itibaren katılırsam, katılırım ama tam iki gün kala gelin sizin de bıyıklı fotoğrafınızı çekelim, ucuna eklenin denince, hayır! Şöyle oluyor aslında, Sezen'i arıyorlar Sezen hayır diyor. Kim ikna eder diye düşünüyorlar. "Müjde ikna eder" deniyor. Ben de edemeyeceğimi söyledim, beni aradıklarında. O arada "Aslında keşke siz de katılsanız" dediler. Prensip olarak her kadın hareketini destekliyorum ama işin başından itibaren içinde olmak isterim. Ayrıca KADER'in kampanyasının da başarılı olduğunu düşünüyorum. KADER'in bıyık projesinde sizi göremedik... "12 Mart'ta kitaplar yaktık" Ben tamamen kadınların başarısı olarak görüyorum. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin son anına kadar erkekler ayılmadılar yapılmak istenen şeye. Benim belim felaket bir durumda, o nedenle katılamadım. Yoksa bayılırım böyle şeylere. 1976 yılında Almanya'da, o zaman kürtaj yasaktı, küçük bir grubun peşine takılıp nezaretlere girecek kadar aktivistim aslında. Cumhuriyet mitinglerinde de "kadın eli" çok konuşuldu. Siz nasıl değerlendirdiniz mitingi? Çok huzursuz oldum; "Lanet olsun eğer böyle bir şey olursa burada bir gün kalmam terk ederim" diye düşündüm. Açıkçası Türkiye'nin kaybettiği o 25 seneyi, zaten o kadar ömrüm yok herhalde, bir daha yaşamak istemiyorum. 12 Eylül denen felaketin izleri daha ortadan kalkmadı. Biz atlattık mı ki? Ben yeniden seyretmem o filmi, kal ve mücadele et ama ne için mücadele edeceksin? Darbe darbedir. Çok moralim bozuldu o gece. Genelkurmay'ın açıklamasını duyunca geçmişe döndünüz mü? 12 Eylül 1980. İzmir Fuarı'nda şarkı söylüyorsunuz, birileri gelip "Fuar muar bitti, haydi evinize" diyor... 2007'deki "ihtimal"i ne hissettirdi size? Huzursuzum tabii. Menderes'in asıldığı haberini dedeme ben okudum; gözünde katarakt vardı. 12 Mart'ta kitaplar yaktık falan... Çocukluğumuzdan beri asker korkusu ile büyüdük. Akşamüstü hava karardığında eve seslenirdik, evde erkek yok ama erkek varmış gibi "Albay dede" diye bağırırdık cama doğru. Evdeki telefonu "Albay Fahrettin'in evi" diye açardık. Ne kadar acı bir şey. Evde Albay Fahrettin diye biri yok. Şimdi nasıl hissediyorsunuz? "Ercan gerektiğinde benim eteğimi ütüler" Var aslında öyle biri. Babamın babası ama hiç bizimle yaşamadı. Kim bu Albay Fahrettin? Hayır. 60 ihtilalinde kendi kendime çocuk aklımla bizim evde bir asker olursa iyi olur diye düşünmüşüm. Bunları kitabıma da yazdım. Benim artık böyle bir çocukluktan sonra muhtıra falan dinleyecek halim var mı? Üniforma görünce fena oluyorum. Çok asabım bozuldu. Bu albay dede varmış gibi yapmayı Aysel Gürel mi tembihlemişti? Tüm bunlara total baktığında bir sinerji oldu. 12 Eylül öncesine dönecek herhalde, sağda tek bir parti, solda güçlü bir parti. Umut ediyorum ve öyle olmasını arzu ediyorum. Ama bu siyaset bu, sabahtan akşama çok değişiyor. Şimdi size solun birleşme projesini sormamak olmaz... Ben onun önümüzdeki dönem gerçekten Meclis'te olmasını istiyorum; geçen dönem Meclis'te değildi. Herkes "Sizin orada olmamanız kayıp" dedi. Çünkü olağanüstü çok sayıda seveni var Ercan'ın. Dürüstlüğüyle çizgisi ile... Birleşmeyle beraber yeni bir şeyler olabilir. Ercan beyin durumu nedir? Bu birleşme olursa içinde bulunma ihtimali var mı acaba? Ben bir kere çocuğuma iyi bir gelecek bırakmak istiyorum. Ne yazık ki geçen dönem Meclis'teki insan profiline baktığımda benim içimi acıttı bir sürü şey. Yani Ercan gibi bir isim siyasette yok ama X, Y, Z siyasetin içindeler. Böyle bir Türkiye mi bizi alıp daha iyi bir yere götürecek? Ne tuhaf kadınsınız siz. Kadınlar genelde istemezler kocalarının siyasete girmesini, kendi zamanlarından çalınacak diye... Gayet tabii. Ayrıca sanatçı eşi olmak da çok zor. Ben film çektiğimde öyle bir kendime kapanıyorum ki, benim kocam mı var, çocuğum mu var... Bizim evimizde 20 gün yemek pişmediği oluyor. Bazı günler Ercan'ın buruşuk gömleklerinin ceketten görünür kısımlarına üstten ütü sürüp öyle sokağa çıktığı oluyor. Bunun için gerekirse onunla paylaştığım zamandan veririm diyorsunuz... Ben ütülerim gerektiğinde. Ama gerektiğinde o da benim eteğimi ütüler. Bizim evde herkes her şeyi yapıyor. Ercan bey ütü mü yapıyor? "Hayatım kavgayla geçti" O çevre, sosyal demokratlardan söz ediyorum, zaten sanatla alakası olan bir çevre. Yadırgamadım ve yadırganmadım. Tabii sanat dünyası siyaset dünyasından daha esnek bir dünya. Zaten Ercan geçen dönem Meclis'te olmadığı için çok yoğun geçmedi. Daha çok yurtdışındaki seyahatlerinde yanındayım. Orada seni gören hemen sinemayı soruyor. Siyaset de sinema gibi emek yoğun bir iş. Ben Ercan'ı çok iyi anlıyorum. Bir siyaset adamının eşi olmak? Sonuçta erkek dilinin "resmi dil" olduğu bir ortam politika. Yadırgadınız mı, yadırgandınız mı? İkimiz de başarılıyız ama Ercan daha başarılı herhalde. O çok daha yumuşak bir insan. Hanginiz daha başarılısınız? Bir politikacının eşi olmak, bir sinemacının eşi olmak anlamında... Köpek konusunda anlaşamıyoruz çünkü o, köpeğin bir insan olduğunu düşünüyor. Ben de köpeğin bir hayvan olduğunu, insan kadar ihtiyaçları olmadığını düşünüyorum. Bizim bir köpeğimiz var. Mesela köpek çamur içinde eve giriyor. Ben öyle deli titiz değilim ama temiz bir salonda oturmaktan da hoşlanıyorum. "Ercan niye bunu eve böyle soktun?" dediğim vakit çocuk gibi gözleri yaşarıyor. İnanılmaz bir şey. Koskocaman adam, 60 yaşına gelmiş, köpeğine laf edildi diye neredeyse dokunsan ağlayacak. Ercan beye toz kondurmuyorsunuz. İyi de hiç mi sinirinizi bozan bir yanı yok? Yoksa gerçekten bir melek mi? Herhalde. "Ya Ercancım kurusun da öyle içeri alalım" diyorum, "Görmüyor musun nasıl bakıyor" diyor. Haydaa... Çocuğu gibi görüyor herhalde? Sıkıcı değil ki o çok renkli. Bir de ben, daha önce o kadar çok kavga ettim ki bir kere halim kalmadı. Hayatım kavgayla geçti. Atilla ile birlikteliğimizde onu perişan ettim. Her dakika hır çıkarmak için bahane arayan bir tiptim. Kavga bir ilişkiyi düzeltmiyor daha çok zora sokuyor. Bir de Ercan'a bakınca içim titriyor; ne bileyim onu çok seviyorum. Peki bu kadar iyi bir adamla yaşamak zaman zaman sıkıcı olmuyor mu? Kavga yok, gürültü yok... "Söz çok istedi bizim evliliğimizi" Evlilik konusunda Söz çok etkili oldu. O çok istedi bizim evliliğimizi. Yoksa Ercan'ın da benim de evlilik gibi bir derdimiz yoktu. Eski söyleşilerde evliliğe karşı olduğunuzu söylerdiniz hep. Ama evlendiniz. Fikrinizi değiştiren neydi? Aynen. Bir aile kurdu kendisine. Bir de bir konuşma olmuş, o beni çok etkiledi. Ercan, Söz'ü bir sabah okula bırakırken, Söz "Baba sana bir şey söyleyeceğim ama ikimizin arasında kalsın, eğer teyzemle ayrılırsanız ben senle gelmek istiyorum" demiş. Bu beni mahvetti. Benden bile vazgeçiyor, Ercan'ı o kadar seviyor. Bunu duyunca evlenmekten başka çaremiz kalmadı. Sizi annesi, Ercan beyi de babası gibi görüyor zaten. Sonunda annesiyle babasını evlendirdi yani... "Oram buram sarkıyorsa da sarksın, bana ne! Sarkmamış halimi de biliyorlar" Hiç umrumda değil. Benim yedi-sekiz kilo vermem lazım. Şekerle ilgili kilo fazlam var. 70 kiloyum, 62 kiloya inmem gerek. Boyum 1,64 çünkü. Bir dergide okumuştum, 50 yaşından sonra insan hiçbir şeyi takmıyor diye. Hakikaten öyleymiş. Oran sarkmış, buran böyleymiş... Klasik kadın kaygıları var mı Müjde Ar'ın? Ah kilo aldım, gıdım çıktı, filan... Ben de estetik ameliyat yaptırdım. Üç yıl önce göz kapaklarım çok düşmüştü, onları gidip kaldırttım, gene de yaptırırım. Yoo... 50'sinden sonra sürekli botoks yaptıran kadınlar da var. Takan takıyor aslında. Benim önümde hep Füreyya Koral örneği oldu. Ona hayrandım. Onunla galiba Emek Sineması'nda karşılaştık. 70 küsur yaşındaydı ve çok güzel bir cildi vardı; yaşlanınca onun gibi olabilir miyim diye düşünmüştüm. Takıntı gibi değil de kendi yaşının hoşu olmak fikri bana daha yakın geliyor. O yüzden küçük müdahalelere varım. Ama birdenbire böyle kaşlarım alnıma çıkmış, ağzım sağa sola kayıyor, dudaklarım şişmiş... İstemem yani. Geçen yaz Yalıkavak'taki halk plajında bikiniyle denize girdim. Bana ne! Oram buram sarkıyorsa da sarksın. Sarkmamış halimi de biliyorlar. Yani hâlâ aynaya baktığınızda güzel bir Müjde Ar görmek gibi bir derdiniz de var. "Bu yıl iki film yapacağım" Hayatımın en keyifli dönemini yaşıyorum. Ekonomik olarak rahatım, kaygılarımız yok. Sağlığımız yerinde. Zamanı yavaşlattım, tempomu düşürdüm. Hayatımda her şey telaşlarla oldu. Yaşamdan daha keyif alıyorum şimdi. Evliliğin, arkadaşların, annemin, çocuğun tadını çıkarıyorum. Rölantide bir yaşam, yapabildiğim kadar sinema. Akıl başa bir 40'ında geliyor, 50'sinde daha da bir geliyor. Neler yapıyorsunuz bugünlerde? Evet, bu yıl iki film yapacağım. Biri bir anne-oğul hikayesi. Zaten benim de o ilgimi çekti. Diğeri de yalnızlık üzerine bir öykü. Tezgahta bekleyen projeler var mı?