Pazar Kendi şiddetinin tutsağı mezra

Kendi şiddetinin tutsağı mezra

12.10.2003 - 00:00 | Son Güncellenme:

AHMET TULGAR "Kan davası yüzünden korkudan okula gidemeyen çocuklar" haberiyle gündeme gelen Urfadaki Hızırpınar mezrasına gitti. Yerinden yurdundan edilen aileler, arazi yüzünden işlenen cinayetler ve bütün bu kargaşanın asıl kurbanları olan çocukların hikayesiyle döndü. Foto muhabiri ERCAN ARSLAN da görüntüleriyle oradaki hayatı yansıttı

Kendi şiddetinin tutsağı mezra

Bu ülkede her yer bu ülkenin bir minyatürü. Bu ülke durmaksızın azınlık üretiyor. Bu ülkede herkes şiddetin hatta kendi şiddetinin esiri. Şimdi okuyacağınız hikaye bu üç saptamayı haklı çıkarmak üzere tasarlanmış, yaşanmış gibi: Diyarbakırdan Urfaya eski yoldan giderken önce Siverekten geçilir, sonra Viranşehirden. Siverekteki yüzme havuzlu, bahçeli konaklar Viranşehirde yerini viranelere bırakır. Ama Viranşehirde de Siverekteki gerilimden, gerginlikten eser yok gibidir. Çünkü Siverekteki şiddetle sağlanmış dengeler üzerine oturan katı feodal ilişkiler, sağlam aşiret hiyerarşileri Viranşehirde son 20 yılın politikleşme süreci sonucu sapır sapır dökülmüştür. Viranşehirde Kürtlerin "kırmancileşme" yani halklaşma, feodal ağaların kontrolünden çıkma süreci hemen hemen tamamlanmıştır. Ama işte burası Güneydoğu ve burada şimdi de bu yeni durum şiddet üretiyor. Viranşehiri arkamızda bırakıp Demirci bucağı girişinden sola dönüyor ve yarım saat kadar sonra da Koşullu köyüne (Kürtçe adı: Areverin) geliyoruz. İşte hikaye tam karşımızda. Yani Koşullu köyünün tam karşısındaki Hızırpınar mezrasında bizi bekliyor. Kendi şiddetlerinin esiri ve kurbanı olmuş 250 kişi; 70i çocuk. 50si okul çağında. Beslemiş, Can, Demir, Dindi ve Alitaş aileleri Viranşehirin ahı gitmiş vahı kalmış aşiretlerinden Dodkanı oluşturan, kendi deyimleriyle "40 kabileden" beşi. Onlarca yıl bu topraklarda, Koşullu köyü gibi birkaç köyde iç içe yaşarlar. Ancak aşiret, reisiyle birlikte (İsmet Özkan) köylüler üzerindeki otoritesini kaybettikçe, köylülerde mülk edinme hevesi başlar. Topraklar, otlaklar üzerinde (600 dönüm) kavgaya tutuşur bu beş aile. Ve kavga ilk meyvesini hemen verir: Nüfusça fazla olan Dindi ve Alitaş aileleri; Beslemiş, Can ve Demirleri kendilerini bildiler bileli yaşadıkları köylerinde azınlığa dönüştürürler. Tapular ortaya çıktıkça bu üç ailenin azınlık olma durumları iktisadi olarak da temellendirilir. Kendi köylerinde azınlık oldular İşte bu noktada ilk silah patlar. Tam da umutlanmışken yeniden açlığa ve ırgatlığa mahkum edildiklerini fark eden Beslemişler bir saldırıya karşı koyarken karşı taraftan Veysiyi öldürür. Bir süre sonra, temmuzda da Yaşarı.Öldürme sırasının şimdi Dindi ve Alitaşlarda olduğu artık açıktır. Diğer aileler göçe karar verir ya da zorlanırlar. Göç uzağa değil, saldırıyı beklemeye uygun bir yere olacaktır: Yolun karşısındaki Hızırpınar mezrasına. Köydeki evlerini elleriyle yıkar ve taşınırlar.Hızırpınar mezrasında iki ev ve çokça ahır onları beklemektedir. Karşı taraf hemen bir mahkeme kararı çıkartıp mezraya ev yapılmasını yasaklatır. Ailelerin şehre yerleşmiş mensuplarının da destek kıtası olarak katılmasıyla 250 kişi ahırlara yerleşir. Artık buraya, bu ahırlara, bu mezralara hapistirler. Ailelerin muhtar dahil beş ileri geleni (bir köy korucusu ve üç amcaoğlu) devletin hapishanesinde, geri kalanları kendi hapishanelerinde: Ahırlarda ve bu mezrada. Yollarda her an pusu kurulabileceği için şimdi artık mezradan çıkamıyorlar. Ve Viranşehir belediyesinde makam şoförlüğü yaptığı için hiyerarşide üst konumda olan Zeki Beslemiş liderliğinde burada kendilerine bir hayat kurmaya çalışıyorlar. Makam şoförü lider oluyor Köyün atanmış değil de seçilmiş imamı Mustafa Demir barış istediklerini, buraya göç etmelerinin nedeninin de olayları tırmandırmamak olduğunu söyledikten sonra ekliyor: "Kan kanı temizlemez. Mutlaka birileri kanın üzerine su döker." Yani mezra halkı bir otoritenin, nicedir kurtulmak istedikleri feodal otoritenin ya da elinden çok çektikleri resmi otoritenin tekrar devreye girmesini ve ailelerin barıştırılmasını bekliyor.Ama işte biz yetişkinler günü gelir sokakta da, hapiste de kalırız da, çocuklara düzen gerekiyor. Çocuklar, gençler Hızırpınarda perişan olmuşlar temmuzdan bu yana. Garaj okula dönüştürülüyor Ama bu adamlar da çok seviyor çocuklarını tabii. Ve kendilerince birtakım sivil girişimlerde bulunuyorlar otoriteden umut kestikçe, bel bağlamamayı öğrendikçe. Milli Eğitimin söz verdiği prefabrik okul bir türlü olmayınca Zeki Beslemişin tarlası olmayan traktörü için inşa ettiği garajda, özerk bir ders yılı başlatılmış çocuklar için. Renk renk plastik iskemleler taşınmış garaja; duvarda gazete promosyonu bir Türk bayrağı ve bir Atatürk resmi. Köyün en okumuş genci, saldırıya uğramaktan korktuğu için artık okula devam edemeyen Viranşehir Lisesi öğrencisi Ramazan Beslemiş bu sivil okulun öğretmeni olmuş. Ama ideali savcı olmak. Ön sırada oturan ve Türkçe konuşabilen Dilber ise doktor olmak istiyor. "Sevdiğim insanlar hep hasta oluyorlar" diyor. Derse kaldırıldığında kitaptaki okuma parçasını bitirdikten sonra hiç kesmeden sayfanın dibinde yazılı kelimeleri ve sayıları da, yani kitabın ve yazarının adı ve sayfa numarasını da okuyor. Ramazan uyarıyor Dilberi. "Okuduğunu anlamadan mı okuyorsun?" Şimdi bu üç aile de, bütün bu koca koca adamlar, burada, köyün dışında, bu mezrada, aşiretten kopmuş, otoriteden umutsuz, yıllardır ezberden okudukları kanlı bir sayfayı anlamaya, sorgulamaya başlar gibiler. Alınlarındaki teri silmek için durduklarında karşı köydeki yıkık duvarlara bakıyor, sonra yine ahırların çatılarını örmeyi sürdürüyorlar.Ortak yiyecek depolarından çıkardıkları narların tanelerini kaselere döküp sunuyorlar bize. Biz de kaşıkla eksiltiyoruz onları.Tam bu sırada bir çocuk garajda içine taş atılmış bir metal bardağı sallayarak zil çalıyor. Çocuklar koşarak uzaklaşıyorlar buradan. Hayatımızdan rengarenk çocuklar eksiliyor. "Sevdiklerim hep hastalanıyor, o yüzden büyüyünce doktor olacağım" Diğer çocuklardan daha fazla, hatta onların iki misli kaybeden iki çocukla karşılaşıyoruz Hızırpınar mezrasında: Hapisteki köy korucusunun dilsiz iki oğlu İlhan ve İbrahim Demir. Onların tedaviyle konuşacağını söylemiş doktorlar. Çünkü sağır değiller. Dillerindeki organik bir problemden kaynaklanıyor dilsizlikleri. Ama devletin korucu ödenekleri koruculardan çok korucubaşlarının kasalarına ve keyfiyetlerine teslim edildiği için babaları bir türlü parayı denkleştirip ameliyat ettirememiş çocuklarını. Şimdi de mezrada gündemin gerisine itilmiş iki kardeşin tedavisi. İmkan varken tedavi edilemeyen iki çocuk Gazi Can, Koşullu köyünde silahlar patladığında aniden hastalanmış. Bir daha da iyileşmemiş. Önce Dicle Üniversitesi hastanesi, arkadan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Pediatrik Ontolojide konsültasyonlar. Ve teşhis: Lenf kanseri. Üç ay Ankarada kalmış. Sonra aile parası bittiği için Gazi Canı köye, oradan da bu mezraya geri getirmiş. Kalp atışları o kadar derinden geliyor ki 11 yaşındaki Gazinin, hissetmek imkansız gibi.Neyse ki, kadınlar dirayetli. Aynı Abdurrahmanın öğretmeni Frau Zox gibi Gazinin doktoru Handan Uğur da işin peşini bırakmamış. Gazinin tedavi yardımı alması için resmi makamlara başvurmuş. Ve belli bir aşamaya gelmiş. Sık sık Gazinin babası Ekrem Canı arıyor ve Gaziyi geri getirmesini söylüyormuş. Ama aile ya sahiden can korkusundan ya da mezra ve köydeki toplumsal psikozdan ötürü bu seyahate bir türlü kalkışmıyor. Gazi Canı da doktorları bekliyor Abdurrahman Beslemiş, Kürtçeyi kırık dökük konuşup Türkçeyi daha hiç öğrenmemişken Almanyaya akrabalarının yanına gönderilmiş. Liseye kadar orada okumuş. Benimle su gibi Almanca konuşuyor. Çünkü en iyi bu dilde anlaşabiliyoruz onunla. İngilizce de biliyor. Almanyadaki Kürt ve Türk arkadaşlarından biraz Türkçe de öğrenmiş. Abdurrahman sekiz aydır hapiste olan muhtarın oğlu.Kan davası başlayınca gurbetteki erkeklerin hepsine "sefer görev emri" çıkartılıyor. Abdurrahman da annesinin, kız kardeşi Fatmanın ve diğer küçük kardeşlerinin güvenliğini sağlamak için çok sevdiği Bremenden ve okulundan ayrılıp mezraya geliyor."Ama burayı hiç sevmedim" diyor Abdurrahman. "Burası hiçbir zaman Almanya gibi olamaz. Çünkü Almanya sakin, huzurlu. Silah yok. O yüzden böyle zengin."Abdurrahmanın Almanyada arkadaşları nezdinde ne kadar popüler olduğu yanından hiç ayırmadığı, sık sık çıkarıp baktığını söylediği fotoğraflardaki konumundan anlaşılıyor. Aynı zamanda kentin futbol kulüplerinden birinin A Genç takımının kaptanı ve orta saha oyuncusu. Buraya gelmeden bir hafta önce İspanyada bir turnuvada Rus takımına yenilip çeyrek finalde kupaya veda etmişler. "Daha önce de Danimarkada bir turnuvaya katılmıştık" diye anlatıyor gözleri dalarak. Mayorkaya ve İngiltereye de gidecekmiş daha takımıyla eğer orada kalsa.Abdurrahmanın öğretmeni Gudrun Zox, ona resmi bir davetiye göndermiş. Abdurrahmanı Almanyaya, okuluna geri döndürmeye kararlı bayan Zox. Abdurrahman bana öğretmeninin kendisine gönderdiği telefon mesajlarını gösteriyor. Şöyle diyor Zox: "Orada şiddet, savaş sürüyor. Lütfen okuluna, arkadaşlarına geri dön. Hepimiz seni çok özledik." Bir başka mesajı ise şöyle: "Abdurrahman, unutma, her sorununda, her tehlikede beni cep telefonumdan arayabilirsin. Alman Konsolosluğuna hemen haber veririm."Abdurrahman görüşmemiz bittikten sonra yine yanıma geliyor. "Ne olur, biraz daha Almanca konuşun benimle" diyor. "Ne olursunuz, biraz daha Almanca konuşun benimle"