Pazar Klasik müzik böyle de dinlenir! Sen mi daha çok konser yönettin ben mi?

Klasik müzik böyle de dinlenir! Sen mi daha çok konser yönettin ben mi?

23.08.2009 - 01:00 | Son Güncellenme:

Topkapı Sarayı’ndaki ikinci tartışmalı konserin şefi Cem Mansur:

Klasik müzik böyle de dinlenir Sen mi daha çok konser yönettin ben mi

Topkapı Sarayı birinci avluda hummalı bir faaliyet... Duvarlarda “Müzik ruhun gıdasıdır” afişleri... Sahnede telaşlı bir Cem Mansur ve yaşları 16-20 arasında değişen zıpkın gibi 93 müzisyen.
Vakit gazetesinin “Kutsal emanetlere hıyanet eden içkili konser” feryadıyla başlayan olaylı sürecin son perdesi kapanacak o akşam. Cem Mansur’un 2007’de kurduğu Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası ünlü kemancı Ayla Erduran’a eşlik edecek...
İstanbul’daki ilk büyük konserlerine hazırlanan gençlere bakıyorum. Işıl ışıllar, heyecanlılar, insanın içi açılıyor. “Kutsal emanetler” başka hangi ellerde daha güvenli olurdu ki acaba?
Konser Ayla Erduran’ın rahatsızlanması dışında kazasız belasız geçiyor, orkestra şefi Mansur ile ertesi gün buluşuyoruz. Telefonu aralıksız çalıyor, birileri tebrik ederken diğerleri “Murat Bardakçı’nın yazısını okudun mu?” diye soruyor, işi çok... Yorgun ama her şeye rağmen mutlu...

Haberin Devamı

Konser bitti. Nasıl hissediyorsunuz?
Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası’nın İstanbul’da tarihi bir yerde, anlamlı bir konser vermesi çok önemliydi. Gelenler “Türkiye’de böyle bir orkestra mı var?” dediler. O bakımdan mutluyum. Fakat çevik kuvvet dışarıda, 10 tane kamera kapıda, bir demet mikrofon önümde. Ya adam mı öldürdüm, hayrola ne oldu? Belki de bazı şeylerin tartışılmasına vesile oldu bütün tatsızlığına rağmen diye düşünmek lazım. Yanımızda olduğunu düşündüğümüz insanların şahsi husumetleri ya da çıkarları söz konusu olunca nasıl saldırganlaşabileceğini görmek açısından da ilginç oldu.

Bu konserleri klasik müziğin adabına aykırı bulanlar var.
Klasik müzik dinlemenin, bu snopların iddia ettiği gibi tek bir adabı yok. Biz tabii ki AKM’ye elinde şarap bardağıyla girip konser dinlemelerini önermiyoruz. Bu başka bir tür konserdi, kendi adabı vardı. Efendim öyle konser olur muymuş... Evet, öyle konser olur, sen mi daha çok konser yönettin, ben mi? Çimlerde oturulur mu? Evet, oturulur. Bu tür konserlerde şarap içilir mi? Evet, içilir. Bunun görgüsüzlükle ilgisi yoktur. Berlin Filarmoni Orkestrası’nın açık hava konserlerinde 20 bin kişi şarap içiyorsa, burada da içilir.

“Niye bu saldırı işi tatlıya bağlanmış sayılıyor?”

Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü İlber Ortaylı da bir yazı yazdı bu konuda...
Hayal kırıklığına uğradım. İlber bey Vakit’in saldırısına karşı tutarlı şekilde bu işin dünyada nasıl yapıldığını bilenlerin söylediğinin arkasında dursaydı iş bu noktaya gelmezdi. “İçki satılacak mı?”nın cevabı “Organizatör hödük” olamaz. Hakan Erdoğan para kaybedeceğini bile bile bu konseri yaptı. Bunu avam görenler, konserleri görgüsüzlük diye niteleyenler bilgisizlikten veya iyi niyetli olmadıklarından yapıyorlar, başka açıklaması yok.

Vakit’in “Mekan bedava tahsis edildi, Hakan Erdoğan cebini doldurdu” iddialarına ne diyorsunuz?
Tabii ki ücretsiz tahsis edilecek, öyle olmasa tek bir klasik müzik konseri yapılamaz. Teşekkür ederiz, İlber bey de yardımcı olmuş bu konuda. Ama bunun bedeli ondan sonra basında hakaretler yağdırmak değil. Ayrıca cebini doldurduğu yok, ciddi para kaybetti Hakan Erdoğan.

İdil Biret’in eşi Şefik Büyükyüksel ile de bir polemik yaşadınız...
Şiddete sıfır tolerans gösterilmesi gerektiğine inanan bir insanım. Sonuna kadar pasifistim. 23 yaşında değil de bugün askere gitseydim başım belaya girecekti çünkü silah ellemek istemeyecektim. Şiddet kullananları affetmeye karşıyım, bu beni rahatsız etti özür töreninde. Şefik “İdil’e saldırıldı” diyor ama hayır, kim olsa o adamlar aynı şeyi yapacaktı. Orada anlaşamıyoruz. Ben bile önce “Neyse ki özür dilediler” dedim, sonra birden uyandım: Ne özürü? Kimin adına kabul ediliyor? Niye bu iş tatlıya bağlanmış sayılıyor?

Bu şahsi bir saldırı değil aslında çünkü, değil mi?
Şahsi bir saldırı değil, aynen. Tabii ki İdil’in dışarıda gördüğü muamele zor. Ondan sonra sahneye çıktı ve muhteşem çaldı. Bunu da başka kimse yapamazdı. Ama İdil Biret’e çok haklı hayranlığımız birtakım şeyleri görmezden gelmemizi sağlamıyor. Ben kullanıldığını düşünüyorum şiddeti meşrulaştırmaya çalışanlar tarafından.

İdil Biret neden çalmadı?
Bu konserde de o çalacaktı değil mi?
Teklif edilmişti ama eşi bu konserde çalmasının uygun olmayacağını ifade etti.

Olası tehlikelerden korumak için mi?
Bize gösterdiği neden farklıydı. Bu kadar patırtıdan sonra İdil’in İstanbul’daki konserinin daha büyük bir yerde yapılmasını istedi. Ben Topkapı Sarayı’nda kararlıydım, bu yüzden çalamayacağını söyledi. Aynı şekilde Çağdaş Eğitim Vakfı yararına bir konser vermesini rica ettiğimde de şu anda sırası olmadığını söyledi. Öyle mektubunda yazdığı gibi şarap ikramı kaldırıldı, alan kaybedildi gibi meseleler söz konusu değil.

Ne diyorsunuz, alan kaybedildi mi?
Alakası yok, şarap satıldı zaten. Sadece bir önceki konserde ücretsiz şarap dağıtıldı çünkü Kayra Şarapları bir reklam kampanyası yapıyordu. Sanki her zaman öyle oluyormuş da şimdi alan kaybedildi diye yazılıyor. Yok öyle bir şey. Aya İrini’de kaç konsere gittik, dışarıda bir bar vardı, orada eroin veya kokain satılmıyorsa, yasal olan şeyler satılıyorsa buna kimsenin müdahalesi olamaz. Ne de olsa bir yasa ve hukuk var iyi kötü.

Haberin Devamı

Klasik müzik böyle de dinlenir Sen mi daha çok konser yönettin ben mi

Haberin Devamı

“Penguen gibi giyinip, alkışı alıp sırtımı dönmek bana uymaz”
Burgazada’nın hayatınızdaki yerinden söz edelim mi biraz?
Doğma büyüme İstanbulluyum ben, 2 yaşından itibaren yazları Burgazada’da geçirmeye başladık. O 2003’te yanan ormanın tamamen bana ait olduğunu düşündüğüm bir çocukluk geçirdim. Son altı-yedi yıldır tekrar yazları orada geçirmeye başladık Lale’yle. Benim kendimi en iyi hissettiğim yer Burgazada.

Mühendislik okumuşsunuz müzikten önce...
Altı aylık bir yanlış seçim. Abim o sıralar mühendislik okuyordu İngiltere’de, ben de Saint Michel’i bitirdiğimde anarşi yıllarıydı, ailem de beni İngiltere’ye abim gibi mühendislik okumaya gönderdi. Müzik benim için o zaman da çok önemliydi ama “Çok geç kaldım, bu saatten sonra benden adam olmaz” diyerek de birkaç sene daha kaybettim.

Müzik nasıl girmişti hayatınıza?
Çok küçük yaşlarda birkaç piyano dersi almıştım ama çabuk bıraktım. Sonra pop ve rock müzikle ilgilendim. Gitar, klavye çaldım, şarkılar yazdım. 16 yaşlarında ciddi klasik müzik dinlemeye başladım ve çok çok önemli olmaya başladı hayatımda. Londra’da City Üniversitesi’nin müzik fakültesine gitmeye karar verdim. Bir sene boyunca kaybettiğim yılları telafi edecek hızla piyano ve teori çalışarak o sınava hazırlandım ve girdim.

Şefliği nasıl seçtiniz?
Zaten solist piyanist olmam söz konusu değildi o yaştan sonra. Ama böyle bir arzum da yoktu. Zamanında başlasaydım da ben tembel bir piyanist ya da kemancı olacaktım. Çünkü bedensel çalışma değil zihinsel çalışma beni ilgilendiriyor.

Meslek hayatınızın en coşkulu anını hatırlıyor musunuz?
Herhalde gençlik orkestrasının ilk konseridir. Tabii çok özel başka anlar var, mesela Puccini tutkuyla sevdiğim bestecilerdendir, geçen yaz onun evinin yanında inşa edilen açık hava tiyatrosundaki Puccini Festivali’nde Tosca’yı yönettim. Hatırlıyorum, ilk defa öğrenciyken Londra’da Kraliyet Operası’nda izlemiştim, Pavarotti Tosca’yı söylüyordu. Yıllar sonra onu yönetmek, başımı uzattığım zaman bestecinin o eseri yazdığı evi görmek çok özel bir şeydi.

Unutamadığınız korkunç bir an var mı peki?
Geçen akşamki çok üzücü ve endişe verici bir andı tabii, Ayla Erduran’ın sahnede iki defa düşmesi. Ne yapacağınızı bilemiyorsunuz, eliniz kolunuz bağlanıyor.

Puccini dışında en çok sevdiğiniz besteciler kimler?
Neyse ki kimse kafama tabancayı dayayıp “Issız adaya gideceksin, en sevdiğin 10 CD ne?” diye sormuyor gerçek hayatta. Fakat ille bir kişiyi seçeceksin deseler, “Hayatımın erkeği” anlamında, Mozart tabii ki.

Sizin konserlerde hikayeler anlatmanız da meşhur...
Bence müziği paylaşmak için yapılabilecek her şeyi yapmak icracının görevi. Ben özellikle Türkiye’de penguen gibi giyinip sahneye çıkıp alkışımı alıp sırtımı dönmek gibi bir hakkım olmadığını düşünüyorum. Paylaşmaya çalışmak, dinleyenin o eserle daha iyi ilişki kurabilmesine biraz yardımcı olmaya çalışmak lazım.

Haberin Devamı

Yemek hayatımda çok önemli”
Lale Mansur’la beraberliğiniz 25 yılı doldurmuş...
Aslında evleneli 25 yıl oldu, tamamı daha da fazla. Bu kadar uzun ilişkinin hiç azalmayan bir sevgi bağıyla devam etmesi çok hoşuma giden bir şey. Ayrı olduğumuz zamanlar oldu fakat sonuçta birlikteyiz. Ve çok keyifli bir birliktelik.

Nasıl vakit geçirirsiniz birlikte?
Tavla oynarız, bisiklete bineriz, sinemaya gideriz, yemek yaparız birlikte. Yemek benim hayatımda çok önemli, paylaşmayı çok seviyorum. Kendim için de yaparım. Sabahın köründe Meksika’dan Londra’ya gelip, evdeki malzemelerden bir risotto yapıp bahçede kendime güzel bir masa kurup, bir şişe de şarap açıp ondan sonra yatıp uyuduğumu bilirim.

Lale Mansur politik olarak da aktif biri. Görüşleriniz uyuşur mu?
Son yıllarda çok örtüşüyor görüşlerimiz. Bence sanatçı olarak toplumda bir ağırlığı varsa insanın, vicdanı onu bazı şeyleri söylemeye itiyor. Sanat da siyaset gibi var olduğu çağın bir parçası. Aydan gelen bir şey değil, ben anlamam, sadece piyanomu çalarım denecek bir durum yok.

Haberin Devamı

“Benim elimdeki sopadan ses çıkmıyor”
Ulusal Gençlik Senfoni Orkestrası’nı nasıl oluşturuyorsunuz?
Bütün konservatuvarlara gidiyorum, kendisini dinletmek isteyen her öğrenciyi dinliyorum. İstanbul, Ankara, Edirne, Bursa, Eskişehir, Antalya, Adana, İzmir’den 10 konservatuvardan 93 çocuktan oluşuyor orkestra.

Yaş ortalaması kaç?
Sanıyorum 18-19. 16’sını bitirmemiş olan var. Bazıları “Hocam, ben böyle bir orkestrada çaldığıma inanamıyorum” diyor. Dedim ki “Bu orkestra sensin işte. Sen ve sizlersiniz. Benim elimdeki sopadan ses çıkmıyor.” Şimdi uzun soluklu bir destek arayışı içindeyiz. Bu yıl Sabancı Üniversitesi’nde çalıştık Sabancı Vakfı’nın desteğiyle. Kariyerim filan değil, en çok zamanımı bunu yaşatmak alıyor şu anda. Fakat 2007’deki ilk konserden sonra “İyi ki bunu yapmışım, müzisyen olarak anlamlı bir şey yaptığımı hiç bu kadar hissetmemiştim” dedim.

Nedir bu projede sizin için özel olan?
Bence sadece müziğin değil ideal şartlarda Türkiye’nin ne olabileceğinin bir simgesi bu orkestra. Bir orkestranın birlikte çalmasından öğrenilecek çok şey var. Otorite denen şeyin sınırlarını, demokratik katılımın ille en çok bağırmak veya en güçlü olmakla olmadığını, bazen kısık sesle anlamlı bir şey söylemenin problemleri çözebileceğini, birlikte bir şeyler yapmayı, barış içinde yaşayan bir ulus olmayı, öteki diye gördüğümüzün sesine saygı göstermeyi müzikten öğrenmek mümkün.

Yazarlar