Pazar Kozalarından çıktılar, festivale uçtular

Kozalarından çıktılar, festivale uçtular

10.07.2016 - 02:30 | Son Güncellenme:

Yönetmen: Ayşenil Şamlıoğlu. Oyuncular: Demet Evgar, Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu. Pangar Tiyatro, Adalet Ağaoğlu’nun “Kozalar”ıyla Uluslararası Avignon Festivali’ne gitti. Ekip yola koyulmadan önce sorularımızı yanıtladı

Kozalarından çıktılar, festivale uçtular

Kapınızın önünde, sokağınızda, memleketinizde ya da dünyanın herhangi bir köşesinde kıyametler kopuyorsa, evinizin dört duvarı ne kadar koruyabilir sizi? Altınlarınız, gümüşleriniz, ipekleriniz, porselenleriniz “şiddet geçirmez” midir? Kendinizi kapatsanız, saklansanız, duvar dibine büzüşseniz kaçabilir misiniz dış dünyadan? Ya da “Yaşamdan kaçılarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin misiniz?”

Haberin Devamı

Bu son soru, “Kozalar” oyununun yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu’na ait. Adalet Ağaoğlu’nun 1971 yılında yazdığı zamansız ve de mekansız oyun, dış dünyadan korunmaya çalışırken kendilerini tutsaklaştıran üç kadın üzerinden korkularımızı, toplumun bize dayattıklarını, kendimize ördüğümüz kozaları anlatıyor. Oyunun önce gerçek diyaloglarla başlayan, büyüyüp semiren korkularla giderek groteskleşen dünyasında sonunda işler çığrından çıkıyor.

Görüldüğü gibi, 45 yıl önce değil bugün yazılsa da olurmuş. Nitekim, bir Avignon Festivali hayali kuran Demet Evgar da öyle düşünmüş ve Pangar Tiyatro şemsiyesi altında kolları sıvayıp işe girişmiş. Yönetmen Ayşenil Şamlıoğlu’nun ardından Binnur Kaya ve Esra Dermancıoğlu da katılmış ekibe ve hayal gerçek olmuş.

Haberin Devamı

Oyun 7 Temmuz’dan beri Uluslararası Avignon Festivali kapsamında sahneleniyor. Ay boyunca haftada altı kez seyirci karşısına çıkacak. Avrupa’daki farklı festivallere de konuk olduktan sonra İstanbul seyircisiyle buluşacak.

- Her şey nasıl başladı, önce onu dinleyelim sizden...

Demet Evgar: Bu dünyada bulunduğum konumdan sorumlu olduğumu hissediyorum. “Coğrafyan kaderindir” diye bir laf var ya, nispeten buna inanıyorum. Çünkü bizlerin işi hikaye anlatmak ve olduğumuz bölgenin hikayesinden sorumluyuz. Ama bunu dünya bildiğinde o hikaye gerçekten anlatılmış olacak. Avignon’daki o karnaval havası da konservatuvardan beri içimde yaşattığım bir şey. Tam Hata Yapım Atölyesi’nin kitaplarını taşıma aşamasındaydım, Kenter Tiyatrosu tekstlerini, kitaplarını atarken hepsini toplayıp eve almıştım; yüzlerce oyun. “Bunların arasında bir tane oyun vardır mutlaka” dedim ve tekrar okunacak tekstleri ayırdım. O gün adaya gideceğim, yanıma Adalet Ağaoğlu’nun içinde “Kozalar” olan kitabını aldım. Yolculukta bitirdim, kapattım ve dedim ki “Avignon’a gidiyoruz”. Sen bir dilek atarsın, o dileğin olacağı varsa ona hizmet eden herkes eklenmeye başlar. Önce Göknur Gündoğan’la yollarımız kesişti, o kültür yönetimi okumuştu Montpellier’de ve Ani Pekman, Semaver Kumpanya’nın da müdürüydü eskiden, zehir gibi iki kadınla biz yola çıktık. Sonra benim çok yakın arkadaşlarımdan biridir Selen Öztürk; onunla konuşup “Bu çok iyi fikir, kim yapar bunu?” derken göz göze geldik ve “Ayşenil tabii ki” dedik.

Haberin Devamı

“Zırdeliler yan yana geldi”

- Siz ne yaptınız bu öneriyle karşılaştığınızda?

Ayşenil Şamlıoğlu: “Kozalar”ı daha önce yapmıştım, ancak orada ikinci perde Melih Cevdet Anday’ın “Ölüler Konuşmak İster” oyunu idi. Adalet hanımla oyunu seyrettikten sonra konuşurken, “Tek başına ‘Kozalar’ı yapacak olsam daha farklı bir reji olurdu” demiştim. Bir anda o aklıma geldi. Yıllar önce ağzımdan çıkan o cümlelerin karşılığı geliyor. Ekibi kurmaya başladığımızda Demet o kadar parlak önerilerle geldi ki bir işin bana sorarsanız yüzde 60’ını kimlerle yan yana geleceğiniz belirler. Ve sonunda zırdeliler yan yana geldi, bana bu delileri yönetmenin hazzı kaldı. O kadar büyük bir haz ki beraber oyun oynuyoruz. Böyle bir ekiple aşılamayacak bir engel yok.

- “Kozalar”ı özel yapan ne sizin için?

Haberin Devamı

Ayşenil Ş.: Metnin o zaman da benim için çarpıcı yanı, bu toplumun içinde çıkmamacasına duran yanılgıları dile getirmesiydi. Oyunu 90’larda yaparken “O günden bugüne değişen hiçbir şey olmaması ne ürpertici” demiştim, üstünden yıllar geçti, hâlâ değişen hiçbir şey yok. Üstelik sadece bu ülkede değil, giderek dünyada değişen bir şey yok noktasına geldik. “Bu şiddet sarmalı bana ait değildir, Ortadoğu’da yaşanan bir şeydir, biz sadece uzaktan seyrederiz” diyen Batı’nın da içine düştüğü bir sarmaldan konuşuyoruz. Ne yazık ki şiddet kimseye o kadar uzak değil. Ve bu kadar yakınında durandan görmemek, duymamak, konuşmamak yoluyla korunabilme şansın yok. Bu üç kadın sadece bizim toplumumuzda değil, her toplumda varlığını sürdüren ve tepkileri, dünya algısı benzer olan kadınlar. Hiçbir yerliler ve her yerliler.

Demet E.: Oyunla ilgili yönetmen notlarında aslında oyunu tek bir cümleyle özetleyen şahane bir sözü var Ayşenil’in: “Yaşamdan kaçılarak sürdürülen şeyin yaşamak olduğuna emin miyiz?” Ve nasıl evrensel bir gözle yazılmış ki isimler yok. Birinci kadın, ikinci kadın, üçüncü kadın.

Haberin Devamı

“Tuhaf bir birleşim oldu”

- Siz nasıl katıldınız bu ekibe?

Binnur Kaya: Demet aradığında ben Ankara’daydım ailemin yanında. Önce dedim ki “Hayır, çünkü dinleniyorum ben”.

Demet E.: O kadar komikti ki o. Biz Binnur’la her zaman birlikte çalışmayı dilemiş iki insan evladıyız. Burada da tuhaf bir birleşim oldu ve onun bir parçasının da Binnur olduğunu çok iyi hissediyorum. Aradım, anlattım, o da çok büyük bir nezaketle reddetti. Çok üzüldüğünü hissettim ama kararına da sonuna kadar saygı duydum, üzülerek kapattım telefonu. Beş dakika sonra Binnur aradı, bir şeyler anlattı, sonunda “Hani ben şimdi seni böyle lafı uzatarak sıkıyorum ya” dedi, “İşte aynen telefonu kapattıktan sonra bu şekilde sıkıldım. Eğer bu beş dakika içinde yeni birini bulmadıysan ben bu oyunda oynamak istiyorum”. Biz burada çığlıklar atmaya başladık.

“Çok kişiliksizler üçü de”

- Çağın bir sürü meselesini birden anlatıyor oyun. Yabancı düşmanlığı da var, dışarı korkusu da var, orta sınıf kadınının acıklı hâli var...

Ayşenil Ş.: Yaşama dair savunma mekanizması olarak geliştirdiğimiz fobilerin pek çoğunun üç kadın arasında paylaştırıldığı bir metinle karşı karşıyayız. Ve bu fobik yapı giderek katlanmaya başladığında kendini iyice dışa kapatıp varacağın nokta, Kafkavari bir böcekleşmektir. Kafka’nın “Dönüşüm”ünde Gregor Samsa’yı böcek olduktan sonra görürüz. Adalet hanım “Kozalar”da böcek olmadan öncesini anlatıyor sanki. Elbette iki metnin de nedensellikleri farklı ancak iki metin de bende benzeşerek, buluşarak giderler. Yaşamda üretmeden ya da yaratmadan var olabilmek, insan adı altındaki hiçbir canlıya uygun değil, bir şey yapmak zorunda. Kentleşmiş ortamdaki bu üç kadın, fobileri nedeniyle dışa açılmazken, üretimsiz kalmıyorlar; dedikodu üretiyorlar, dışarıya karşı korkularını gerekçelendiren kavramlar üretiyorlar ve hiç durmaksızın bunların uzantısı el işlerini üretiyorlar. İşte o ürettikleridir, yaşamlarını bir kozaya, kendilerini böceğe çeviren.

Binnur K.: Bana dokunmayan yılan bin yaşasın diye bir şey yok. O steril hayatların içinde üstümüzdeki kıyafetlere, evimizdeki eşyalara, dört duvara, tapularımıza güvenerek korunduğumuzu zannediyoruz. Ama öyle bir şey yok, o yılan illa sana dokunacak, sana dokunmazsa çocuğuna, çocuğuna dokunmazsa torununa.

- Oyunda annelik de bir iktidar unsuru olarak kullanılıyor.

Esra Dermancıoğlu: Birinci kadının en büyük iktidar alanı. Bütün gücü ne yarattığı şey üzerinden ne kendi kişiliği üzerinden, eviyle, porselenleriyle, kıyafetleriyle, çocuklarıyla bir üstünlük kurmaya çalışıyor. Çünkü çok kişiliksizler üçü de. Birbirlerini acıtmak üzerine kurulu bir ilişkileri var.

- Biri odadan çıktı mı öbür ikisi dedikoduya başlıyor.

Esra D.: Çok üzücü. Ben ilk okuduğumda komik bulmuştum, oynadıkça hiç komik bulmamaya başladım. Bu kadar sahteliğin içinde yaşamak çok acıklı. Benim hayatımda en büyük başlık dürüst olmak. Dürüst, açık ve net olursan hayatın içinde bu sana bir konfor. O an zor gelse de kendine yaptığın en büyük iyilik. Bunların düşünsene ne kadar acılı bir hayatları var.

Demet E.: Groteskin dili çok güzel uyumlanıyor bu oyunla ve bunu muhteşem yapıyor Ayşenil. O gösterge diliyle gösterdiğimiz bir şeyi büyütmüyoruz, mercek altına alıyoruz, zum yapıyoruz. Ve aslında seyircideki etkisi de gülmekten katılırken bir anda o gülmenin yüzünde donması şeklinde oluyor, neye güldüğüne ayıyor bir replik sonra. Kendiyle ilgili de bir hesaplaşma var orada.

“Ne kadar eril bir dünyanın işi görülüyorsa rejisörlük...”

- Bir röportajda okudum, size “Erkek işi bir reji olmuş” diye iltifat eden olmuş. Sanat dünyasından biri mi bu?

Ayşenil Ş.: Çok trajik ama evet, “Tebrik ediyorum, çok erkek işi bir reji olmuş” dedi, kalakaldım. “Reji yapıyorum, bunun erkeği kadını yok” dedim. Ne kadar eril bir dünyanın işi görülüyorsa rejisörlük.

- Bu genel olarak karşılaştığınız bir yaklaşım mı?

Kozalarından çıktılar, festivale uçtular

Ayşenil Ş.: Evet. Özellikle erkek dünyasını anlatan bir oyunu yönetmeye başladığımda bazı oyuncuların “Bize nasıl daha erkek olacağımızı bir kadın mı anlatacak canım” diye huzursuzlandığını gördüm. Sonra onların karşısına geçip de gerçekten nerelerde yeterince erkek olamadıklarını benim anlatıyor olmam ve sonunda dediğim gibi oynuyor olmaları da ayrıca trajikomikti.

Binnur K.: Kulaklarımız ayrıca şuna da uzak değil ki: Delikanlı kadın. “Çok delikanlı kadınım” diye övünen kadınlar var. Neden varlığını bu kadar aşağıladın sen? “Erkek gibi kadınım” ya da. Vah vah.

- Kadınla ilgili bir klişe vardır: Kadınlar komik değildir gibi. Ne mutlu ki dört tane bu inanışı kıran kadın bir aradasınız.

Ayşenil Ş.: Sadece bizde değil, dünyada da pek çok iş gibi komedi de erkek işi görülüyor. Erkeğin elindeki hiçbir hakka kolay ulaşmadı kadın. Bu kadar ayrımcılığın, baskının altında bir zamanlar yönetimin kadınların elinde olması ve o günlere hızla dönebilecekleri korkusunun yattığına inanıyorum ben. Bu bir arketip korku, DNA’larına işlemiş.